Thursday, December 30, 2010

2010’den 2011’e sınıf savaşları

2010 yılı kapitalizmin ne kadar akıldışı ve insana düşman bir ekonomik model olduğunu bir kez daha sergiledi. Hükümetler, 2010 yılında, geniş halk kitlelerinden gelen tüm itirazlara karşın bir seri, insan aklına zarar karar aldılar. Son G20 toplantısında bu kararları küresel bir programa dönüştürdüler. Bu kararların etkileri 2011 yılında giderek daha çok hissedilecek. Bu yüzden 2011’de sınıf mücadelelerinin, tüm dünya ölçeğinde sertleşeceğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”

Bu slogana şimdi bir de, “halkın sırtına yıksınlar” saptamasını eklemek gerekiyor. Krediye dayalı (gerçek zemini olmayan) tüketimi körüklemeye, bu kredi mekanizmasını spekülasyona çevirmeye yönelik finansal hareketler, 55 trilyon dolarlık bir dünya ekonomisinde 1000 trilyona dolara ulaşan bir finansal balon yarattılar. Sonra bu balon patladı. Devlete “sen kenara çekil, bırak yapalım bırak geçelim” (küreselleşmenin önünde kimse duramaz filan…) diyen finans sermayesi, bu kez, “bizi kurtar yoksa ekonomiyi çökertiriz” tehdidini hükümetlerin başına bir tabanca gibi dayadı. Ekonomi yönetimindekiler de zaten bu kesimden gelme insanlar olduklarından, 2009 yılı bankaları kurtarma operasyonlarıyla geçti, kimi hesaplara göre dünya çapında 12 trilyon dolar harcandı.

Bu kurtarma dalgası geçer, operasyonun devletlerin hazinesine getirdiği yük ortaya çıkmaya başlarken, “bırakın geçelim bırakın yapalım”, sloganı “yükü halkın sırtına yıkalım” sloganına dönüştü. 2010 yılı yükü halkın sırtına yıkmaya yönelik politikaların hazırlanması, gündeme alınmasıyla geçti. Böylece Kapitalist devlet bir kez daha akıldışı, insana düşman özünü sergileme fırsatı buldu. Devlet hazinesinde açılan deliği kapama önlemleri, toplumun birikmiş serveti, ödeme gücü en yüksek kesimini değil, ödeme gücü en düşük ve krizin etkisiyle de düşmeye devam eden kesimini, çalışanları, hatta emeklileri, çalışamayanları, hastaları hedef aldı. Hâlbuki bu arada dünyanın en zengin 70-80 milyarderi, servetlerinin neredeyse yarısını “hayır işlerine ayırabileceklerinden söz ediyorlardı”. Demek ki, bunlar, servetlerinin yarısını topluma verseler bile bir refah kaybına uğramıyor, hala dünyanın en zengin insanları olmaya devam edebiliyorlardı. Ama devletler bunlara dokunmaya, katkı istemeye cesaret bile edemedi. 

Direnişlerin yılı 
Bu saldırgan politikalar gündeme gelirken, emekçi sınıflar, öğrenciler de “hayır” diyerek sokaklara dökülmeye başladılar. İspanya ve Portekiz’de, Yunanistan’da genel grevlerin yanı sıra tüm Avrupa çapında ama özellikle İngiltere, İtalya, Yunanistan’da ve Türkiye’de öğrenciler direnişlerde büyük bir öz veriyle ön safta yer aldılar, coplandılar, gazlandılar, hastanelik oldular, ama toplumun geri kalanının sempatisini, desteğini aldılar. Öğrencilerin, İnterneti de kullanarak geliştirdikleri, yeni yaratıcı örgütlenme biçimleri de ilgi çekiyordu.

Örneğin İngiltere’de öğrenciler, Polisle büyük bloklar oluşturan yürüyüş kolları biçiminde karşılaşmak yerine, birden dağılan, sonra başka bir yerde yeniden toplanan hareketli (göçebe), eşgüdümlü protesto yöntemleri geliştirdiler. Bu bağlamda, büyük şirketlerin önünde “vergini öde” çağrısı yapan “korsan miting”ler (flash mob) gibi, mala ve cana bir zararı dokunmadan, mesajını verip dağılan barışçı hareketlerin, halkın sempatisini kazandığı görülüyordu. Türkiye’de yine kimseye (teşhir edilmekten başka) bir zarar vermeyen yumurtalı protestolar, sapla samanın ayrılmasına büyük ölçüde yardımcı oldu; öğrenci hareketine olduğu kadar, genel olarak sosyalist harekete enerji kattı.

Bu yıl çok daha sert bir sınıf mücadelesi ve devlet şiddeti ortamına girilirken, öğrencilerin de geçen yıldan kimi dersler çıkartmaları, çalışanların, halkın geri kalanıyla, özellikle sendikalarla güçlü ilişkiler kuramazlarsa, eşgüdüm içinde davranmayı başaramazlarsa daha fazla ilerleyemeyeceklerini görmeleri, sendikaların ve diğer meslek örgütlerinin de öğrencilere sahip çıkması gerekiyor.

Bu söylediklerimden tabii ki yeni, yaratıcı protesto biçimleri aramayı terk ederek, illa da geleneksel “blok-kitle” gösterilerine geri dönülmesi gerektiği sonucu çıkmamalı. Önemli olan yaratıcı eylemlerde, her zaman halkın (üç beş ruhunu iktidara satmış, ama solcu taklidi yapmaya devam eden entelektüelin değil) gözünde meşruiyetini korumaya, eylemin sınırını aşmamaya, fiziki şiddetten kaçınmaya, kitle çizgisinin bir adım önünde durmaya çalışırken, yenilikçilik adına, bu çizgiden kopmamaya, büyük dikkat gösterilmesidir. Bu “protesto gösterileriyle” geniş kitlesel “duyarlılıklar” ve hareketlilikler arasında güçlü maddi, manevi bağlar inşa etmeye çabalamak özellikle önemli olacaktır.

No comments: