Friday, December 24, 2010

Kötü bir şey bu tarafa doğru geliyor

(01/12/2010)

Pazartesi günü Avrupa’da yayılma eğilimi gösteren mali krize değinmiştim. Bu konu üzerinde biraz daha durmak istiyorum.
Biliyorum, bu günlerin en önemli konusu WIKILEAKS. Bu yüzden, önce, bu konuyla ilgili düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım.

“De omnibus dubitandum est”
Decartes’ın, “De omnibus dubitandum est” (her şeyden şüphe edilecektir) deyimi, eleştirel aklın tüm olasılıklarını radikal bir biçimde önümüze koyar. Wikileaks denen şeye de bu deyimin ışığında yaklaşmak gerekiyor. “Açıklananların” anlamı üzerinde bir karar vermeden önce en azından iki noktayı göz önüne almakta yarar olabilir. Birincisi, karşımızda yazılı metinler var. Öyleyse, “Kim bu metinleri hangi siyasi projelerle yaklaşacak; bu metinlerden çıkarılacak hangi anlamlardan neler bekleyecek?” sorularını mutlaka sormamız gerekiyor: “Bu metinlerin içerikleri hangi yönde yorumlanırsa ne gibi sonuçlar yaratır?”
İkincisi, her metni (önümüze, bir toplumsal, ekonomik, siyasi, ideolojik anlam vaat ederek gelen bir bilgiyi) belli bir tarihsel-siyasi bağlam içine oturtarak anlamlandırmadan önce, “Bu metin neden var?  Neden şimdi var? Nasıl oldu da karşımıza gelebildi?” diye sormamız gerekiyor.

Biliyorum, bunlar çok ballı metinler.  Üstelik karşımızda, bunları, dünyanın en güçlü askeri, siyasi üstelik de kendi meşruiyet sınırlarını kendi çizebilen aparatına, sahip ve gerilemekte olduğunun bilincinde bir hegemonyacı gücün, ulusal çıkarlarına zarar vereceğini bilerek ve bu güce rağmen ortaya getiren, getirebildiği var sayılan bir “tavizsiz isyancı” var.

Diğer taraftan, bu güne kadar bir çok kişiyi, salt bir şüphe ile sokaktan, evinden toplayıp, kayıtsız uçaklarla dünyanın adı olmayan işkence yerlerinde süründürebilen, bir şüphe ile uzaktan kumandalı uçaklarla dünyanın öbür ucunda yargısız infazlar gerçekleştiren, gerçekleştirirken, masum insanları da öldürmekten çekinmeyen bir siyasi, askeri irade, istihbarat, espiyonaj aygıtı, bu belgelerin yayımlanmasına, “ulusal çıkarlarıma zarar veriyorsun, insanların hayatıyla oynuyorsun, dünya düzenini bozuyorsun”  demekle yetinerek, seyirci kalıyor… 

Bu belgelerin anlamı üzerinde karar vermeden önce, en azından yukarda değindiğim kimi sorulara cevap aramaya çalışmakta yarar olabilir.

Ülkeler farklı ama kriz aynı
Avrupa’ya dönersek, ekonomik yapıları birbirinden çok farklı ülkelerin birbirine çok benzeyen kriz dinamikleriyle yüzleştiklerini görüyoruz. Karşımızda, servis edilemeyecek ölçüde büyümüş ve sürekli sıcak parayla döndürülerek büyümeye de sonsuza kadar devam etmesi olanaksız bir döngünün kırılmasından kaynaklanan gelişmeler var.

Bu ülkelerin hemen hepsinde,  bankaların sırtındaki kredi balonuna ek olarak, bu kredileri emerek büyümüş bir inşaat piyasası balonu da söz konusu. Krediyi alanın (firma veya kurum) borcunu servis edebilecek ve belli bir birikimi yapmaya devam edebilecek bir büyüklükte “artı değer” (kâr, faiz ve rant buradan kaynaklanır) üretebiliyorsa, borçlanmaya devam etmesinde bir sakınca olmayabilir. Ancak, bir aşırı üretim/talep yetersizliği, krizi ortamında, yetersiz talep sorununu kısmen dış kaynakla, kısmen de ihracatla aşmaya (ötelenmeye) dayalı bir model,  ihracat talebini ve risk algısını olumsuz yönde etkileyen gelişmeler karsısında, borcunu servis etme olanaklarını kaybetmeye başlar. Önce, borçlarını yeni borçlarla çevirme sürecine girer. Bu borç yükünü daha da büyüten süreç sonsuza adar süremez!

Yukarda değindiğim ülkeler farklı yollardan geçerek gelip bu noktada buluştular. Ancak, “artı değer” üretimine değil de, mali sermayenin baskısıyla yöneldikleri borç servisine öncelik veren çözümlerin talebi daha da daraltıcı etki yapması, bu borç krizinin de siyasi sonuçlarıyla birlikte, dalgalar halinde yayılması kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye uzun bir süredir benzer bir ekonomik modeli sürdürmeye çalışıyor. Gelinen noktada, bu modelin sürdürülebilmesinin, sıcak para girişine bağlı hale geldiği görülüyor (Aziz Konukman, Birgün, 28/11; Mustafa Sönmez, Cumhuriyet. 29/11). Financial Times, dünya ticaretinin yeniden yavaşlamaya başladığını, ihracata dayalı ekonomileri zor günler beklediğini bildiriyor (25/11). Ekonomik yorumcular, Türkiye’nin dış ticaret açığına, borçlarına, borsasının ulaştığı düzeye ilişkin kaygıları dile getiriyorlar.  Bu sırada, dünya piyasalarındaki risk algısı yeniden, sıcak para girişini olumsuz etkileyebilecek bir yönde değişmeye başlıyor…  Kötü bir şey bu yöne doğru geliyor…

No comments: