Thursday, November 22, 2007

'Pax Ottomana' ve Diğer Masallar

Suudi Kralı Abdullah, Filistin Yönetimi Başkanı Abbas ve İsrail Devlet Başkanı Peres Türkiye'ye geldiler. AKP propaganda makinesi hemen çalışmaya başladı: Türkiye'nin küresel, bölgesel ağırlığı artıyormuş. (Nasıl yani? AB süreci mi hızlandı? Kıbrıs'ta gelişmeler Türkiye'den mi yana? Ermeni sorununda derdinizi kime anlatabiliyorsunuz? ABD mi size yardımcı olmak için çırpınıyor?) "Şüphesiz, büyüyen ve istikrarlı ( The Economist 'e göre en riskli üç ülkeden biri, 15/11) bir Türkiye ekonomisi yeni ("Post-realist, Post-Kemalist") Türkiye dış politikası için önemli bir varlıkmış ". Osmanlı döneminden sonra uzunca bir süre içine kapanan Türk diplomasisi, Misak-ı Milli'nin yanlış yorumlanması gibi handikaplar, AKP döneminde aşılıyormuş. "Türkiye bir "merkez ülke (yani bağımlı, periferi filan değil, ABD, İngiltere, Fransa gibi bir şey) olarak bölgesinde, Pax Ottomana gibi tanzim edici bir rol oynamaya mecburmuş..."

Bu kadar çok fanteziyi bir arada görünce "eyvah" dedim "durum sandığımızdan daha vahim. Acaba hangi açılacak yaraya, akacak kana pansuman olması bekleniyor, tüm bu saçmalıkların?"

'Pax Ottomana'
Bu kavram, çeşitli etnik ve dini grupların yaşadığı bir coğrafyada, Osmanlı yönetimi altında uzun süreli bir barış sağlandığına ilişkin bir savla ilgili. Osmanlı farklı etnik ve dini cemaatleri kendi içlerinde serbest bırakıyor, hatta bunlardan gelen insanların devlet kademelerinde yükselmesi de söz konusu olabiliyormuş: Tam bir huzur, eşit haklar ve uyum dünyası! Bugün bölgede neden böyle bir düzen kurulmasın; Türkiye, AKP buna önderlik etmesin?

Metinler, bazı gerçekleri bastırırlar, ayakta kalabilmek için. Bu metnin bastırdığı ilk gerçek Osmanlı'nın kanlı fetihler, ilhaklar üzerine kurulu talancı bir imparatorluk olduğu, her ayaklanmayı acımasızca bastırdığı, çatlak sesleri susturduğuyla ilgilidir: Pax Ottomana , bir terörün ürünüdür. İkincisi, Osmanlı talancı bir imparatorluktu; ekonomik artığın üretiminden (köleci Roma, kapitalist Britanya gibi) ziyade, esas olarak vergi ve gasp yoluyla el konulmasına dayanıyordu; tutsak aldığı halkların yaşamları, üretim sistemleri pek umurunda değildi, esas olarak parazit bir yapısı vardı.

Dahası, 15. yüzyıldan itibaren Batı'da kapitalist küreselleş(tir)me süreci başladığında, Osmanlı buna uyum sağlayamadı, kendi karşıt küreselleşme sürecini, kapitalizmini geliştiremedi, giderek geride kalmaya, edilgen olmaya başladı. 19 yüzyılın sonuna gelindiğinde de " Haute Finance "ın (mali sermaye) elinde paylaşılmayı bekleyen bir ganimete dönüştü. Osmanlı sultanları, etraflarındaki entelektüelleri bu süreci asla anlayamadılar. Çünkü, kapitalizmle gelen Aydınlanma "olayını", bu yeni dünyaya, uyum sağlamanın tek yolu olan "hakikat rejimini" kaçırdılar.

Bugün de hâlâ, Cumhuriyeti, adeta işler yolunda giderken oluşan bir sapma, bir anomali olarak sunmaya çalışmak, "o hakikat rejimine" uyum sağlayamayanların, anakroniktik kalmaya devam edenlerin mirası.

Benzerlikler hiç mi yok?
Tabii ki var. O da bağımsız bir modern demokratik Cumhuriyet olmayı denemek yerine, bölgedeki en büyük "kağnının gölgesinde" yürüyerek etki kurmaya çalışırken bunu kendi gölgesi gibi gösterme çabasıyla ilgili.

Osmanlı'nın son dönemine baktığınızda, uluslararası alanda inisiyatifini tümüyle yitirmiş, "acaba hangi büyük güce yaslansam" hesapları yapan bir yönetici sınıf, entelektüel tabakasıyla karşılaşırsınız. Son dönem Osmanlı ekonomisi, taşıyamayacağı dış borçların altında ezilmekte, uluslararası mali sermayenin elinde çırpınmakta olan bir ülkedir. Çözülmeye başladığında, ülkenin çeşitli bölgelerinde yükselen ulusalcı hareketleri ne zamanında öngörebilmiş, ne anlayabilmiş, ne bunları bir arada tutabilecek bir proje üretebilmiştir. Fevri hareketlerle sağa sola saldırırken de "kınalı kuzularını" kumarda ve kumlarda kaybetmiştir.

"Pax Ottomana" masalını satanların saklamaya çalıştığı en büyük gerçek ise şudur: Cumhuriyet bir sapma değil, bir zorunluluğun (üstelik de ahlaki bir zorunluluğun) Osmanlı içinde, zamanın sesini duyabilen, Aydınlanma "olayının", "hakikatine" sadık bir kesimin, işte bu rezalete son verme, çağı yakalama çabasının ürünü olduğudur.

"Pax Ottomana" masalının üreticileri o kadar şaşkın, kendileriyle o kadar doludurlar ki, yeniden, bu kez ABD inayetiyle yayılmaya heveslendikleri bölgede, halkın ortak hafızasında hâlâ "Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak Osmanlı / Ekende yoğ, biçende yoğ / Yiyende ortak Osmanlı " nakaratının yankılandığının farkında bile değildirler. Bir nefret nesnesini canlandırmaya çalıştıklarının da... Aydınlanma "olayını" kaçıranların, dinin her zaman siyasetin ve maddi çıkarların emrinde araç olduğunu anlayamamalarına, maddi çelişkileri aşan, birleştirici bir unsur olabileceğini düşünmelerine şaşırmıyoruz ama, bu akılsızlığın sonuçlarının olası maliyetini düşünerek endişelenmeden de edemiyoruz.