Şimdi liberal entelijansiya başbakanın Davos’taki sert çıkışına nasıl yaklaşacak merak ediyorum. Ulusal onurumuzu kurtardı, eğik başımızı dikleştirdi mi diyecekler. Yoksa, Başbakan diplomasi nutukları çekip akıl mı verecekler?
Ben her ikisini de yapmadan bir başka nokta üzerinde durmak istiyorum. Başbakan’ın Davos “hareketi” iyi haber değil. Kimileri sinirlerine hakim olamadı diyor. Kimileri, danışıklı dövüş…
Başbakan bunu neden yaptı bilemem. Ama, bu hareketin, hükümetin “Yeni Osmanlı” fantezisiyle de desteklenen dış politikasıyla bir bağının olduğunu düşünüyordum. Bu bağlamda, başbakanın Davos’ta yaptığı hareketin dış ve iç politikada yol açabileceği sonuçlar beni korkutuyor.
Türkiye, GOP’a ortak (başbakan eş başkan) olduğundan, “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini geride bırakarak bölgeyle yakından ilgilenmeye başladığından bu yana, çabalıyor ama henüz bölgede kalıcı bir mevzi elde edebilmiş değil. Çünkü bu çabalar, parselli araziye ev yapmaya, ya da, daha iyimser bir deyişle sıkışık bir odada, oradakileri kenara iterek kendine yer açmaya çalışmaya benziyor. Bölge arazisi, çeşitli nüfuz alanlarına bölünmüş durumda. Iran, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan Lübnan, Filistin, Hatta Kuzey Irak konularında önemli etkilere sahip. Bunlar, ABD’nin iradesi altında yada onun girişimlerinin yaratığı sonuçlar altında şekillenen nüfuz alanları. Ek olarak Rusya ve ABD önemli bir oyuncular olarak bölgede etkilerini gittikçe arttırıyorlar. Bu koşullarda, Türkiye, kendine yer açamaya yönelik eylemlerinden sonuç alabilmek için, yeterli ekonomik, siyasi askeri güçe sahip değil.
Başbakan bunu hatırlatanlara kızıyor ama gerçekler de ortada. Dış politika kapasitesi üç koşula dayanır.
Birincisi “devlet kapasitesine”, o da ekonomik kapasiteye ve rejimin ülke içindeki meşruiyet derecesine. Türkiye’nin devlet kapasitesi ekonomik, bürokratik, açılardan zayıftır, hatta kırılgandır dahası, zayıflamaya ve kırılganlaşmaya devam ediyor. Bu bağlamda ekonomik krize, Ergenekon davasının yarattığı saflaşmaya, askeri yapının teknolojik ve lojistik gereksinimleri açısından dışa bağımlı olma özelliklerine bakmak yeter sanırım… Devlet kapasitesinin zayıf olması, güç yansıtma, bölgesinde diğer ülkelerin de işine yarayacak hizmetler üretme kapasitesinin zayıflığı anlamına gelir.
İkincisi, uluslararası dengelerin ve dış politikaya konu olan ülkelerin, direnme yada kabullenme kapasitesine, ittifaklar oluşturma eğilimine… Bu bağlamda Osmanlı geçmişi bir avantaj değil bir yüktür. O çok övülen, hatta öykünülen, Osmanlı barışı, çok kültürlü ortak yaşam, bir despotik imparatorluk iradesine, baskı gücüne (merkezin şiddet uygulama kapasitesine) dayanıyordu. Bu kapasite gerilemeye başlar başlamaz “uyum içinde yaşadığı” varsayılanlar hemen kendi yollarına gitmeye başladılar. Osmanlı’nın buna gösterdiği tepkinin trajik sonuçlarını biliyoruz…
Üçüncüsü her dış politika bir seri somut hedefe/amaçlara (kazanım beklentilerin dayanmak zorunda). Kimi ülkeler enerji kaynaklarına yönelir. Kimileri geleneksel, ya da yükselen düşmanlarını sınırlamak ister. Kimileri yeni topraklara, yaşam alanlarına, sömürge edinmeye, tarihsel olarak kedine ait olduğun düşündüğü coğrafyalara yönelir. AKP hükümetin izlediği dış politikanın somut hedefleri belli, ya da açık değil; dile getirilenler de (bölgede güç olmak, barış götürmek, Osmanlı barışı filan) gerçekçi değil. Davos olayı, ve benzeri çıkışlar, kısa dönemde, bölgede kamu diplomasisi (public diplomacy) açısından yararlı gibi görünürken, orta ve uzun dönemde dış politikanın yukarıda değindiğim zaaflarını ortadan kaldırmaz. Aksine ülkeyi yalnızlaştırmaya, zaaflarının çevresinde çok daha kolay algılanabilir olmasına da yol açabilir.
Ama bu tür çıkışlar, ülke içinde bir işleve sahip olabilir. Örneğin, “Davos hareketi” siyasal İslam’ın ülkedeki iktidara yürüyüş, totaliter bir rejim oluşturma sürecinde, milliyetçiliği (Yahudi düşmanlığını da körükleyerek) hegemonyası altın almaya ve asimile etmeye başlamasıyla, bir eşiğin daha aşılmasına yol açabilir.