Thursday, July 29, 2010

Hegemonya, “Yumuşak Güç”, Takiye

ABD kaynaklı “Yumuşak güç” teorisiyle, siyasal İslam’ın hegemonya projesinin, siyaset kültürünün AKP döneminde buluşması, referanduma doğru ilginç görüntüler üretmeye başladı

Gramsci’nin kötü kopyası

Hegemonya kavramı iki özelliğin diyalektiğine işaret ediyor: Biri rakipsiz bir şiddet uygulama kapasitesine sahip olmak. İkincisi liderliğini kabul ettirerek yönlendirebilmek. Bunlardan ikincisi egemense hegemonya istikrarlı bir biçimde sürdürülebiliyor.

Gramsci’nin 1930’larda geliştirdiği hegemonya teorisini, Prof. Joseph Nye, “Amerikan gücünün değişen doğası “(1990) başlıklı kitabında, sert ve yumuşak güç kavramlarıyla ABD dış politikasının soğuk savaş sonrası sorunlarına uyarlamayı denemişti. Ancak, Nye, “sert” ve “yumuşak güç”ü yapısal özelliklerden kaynaklanan kapasiteler değil, adeta raftan alınarak kullanılacak araçlar olarak görüyordu.

Nye’ göre “yumuşak güç bir ülke kendi istediği şeylerin diğer ülkeler tarafından da istenmesini sağladığı zaman başarıyla uygulanmış oluyor”: Ben bunları istiyorum. Sen de aslında ayni şeyleri istiyorsun, beni izleyebilirsin.

Nye’nin, neredeyse bir “kamu diplomasisi” girişimine indirgediği, “yumuşak güç” kavramına, AKP yandaşı yazarların yorumlarında çok sık rastlıyoruz. Ancak bu “yumuşak güç” kavramı, AKP’nin elinde, siyasal İslam’ın takiye kavramıyla karşılaşınca tepetaklak oldu; karşısındakileri, onların istedikleri şeylerin, aslında AKP’nin de istediği şeyler olduğu izlenimi vererek yönlendirme çabasına dönüştü: Sen bunları istiyorsun. Merak etme ben de zaten aynı şeyleri istiyorum…

Müslüman Kardeşler ve Humeyni

Klasik hegemonya süreciyle, “yumuşak güç”lü takiye durumu arasındaki farkı, siyasal İslam’ın dinamikleri bağlamında sanırım şöyle örneklendirebiliriz.

Mısır’da Müslüman Kardeşler, rejim karşısından bir siyasi blok oluşturmaya çalışırken, siyasal İslam’ın projesini açıkça savunuyor, sivil toplum içindeki etkinlikleriyle halka, bu projeyi sorunların tek çözümü olarak öneriyor.

Humeyni ise Avrupa’da sürgündeyken, ülkedeki Şah karşıtı muhalefetin her kanadına, onların duymak istedikleri şeyleri söyledi, eşitlikten, özgürlükten, kadın erkek eşitliğinden, çoğulculuktan, hatta emperyalizm, kapitalizm karşıtı olmaktan söz açtı; onların taleplerinin, aslında kendisinin de talepleri olduğunu anlattı. Ancak, Humeyni iktidar geldikten sonra tam aksi yönde fetvalara, uygulamalara imza attı. Humeyni, ‘Şah karşıtı blok’u kendi yanına çekmek için, halkı, solun siyasi liderlerini kandırdı. Bugün, Mısır’da, Müslüman Kardeşler güçlenmeye devam ediyor. İran’da ise, giderek daha çok şiddete başvurmak zorunda kalan molla rejiminin günleri sayılı…

Ve AKP

AKP, başından beri, halka ve entelektüellere dönüp siz demokrasinin sınırlarının genişlemesini, Kürt sorunun çözülmesini, 12 Eylül kalıntılarının temizlenmesini, darbe korkusunun sona ermesini, AB üyelik sürecinin başarıyla sonuçlandırılmasını istiyorsunuz, bende istiyorum dedi. Yerli ve yabancı iş çevrelerine de serbest piyasa, Avrupa Birliği reformları vaat etti. ABD’ye dönüp bölgede demokratik görünüşlü bir Müslüman devlet istiyorsunuz, Araplara, İsrail’e kafa tutacak güçlü bir ülke istiyorsunuz, biz de aynen bunları istiyoruz dedi.

Bir süre işler gibi görünen bu yaklaşım, AKP’yi desteklemeyi kabul edenler, beklentilerine uymayan gelişmeler görmeye başlayınca, Arap dünyası lider aramadığını vurgulayınca, “açılımlar” kapanmaya başlayınca dağılmaya başladı.

AKP döneminde, Yahudi düşmanlığı açıkça dile getirildi (“Dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman sizi kalkıp da bu topraklarda ağırlayan, misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz”, “Öldürmeye gelince siz çok iyi bilirsiniz”, ““Yahudiler parayı, bilgiyi çok iyi yönetirler… ), kadın erkek eşitliğine inanılmadığı vurgulandı. Kürt sorunu, “açılımla” başladı, kitlesel tutuklamalarla devam ederek, “özel ordu” projesine, Manisa, İnegöl, Hatay “durumlarına” ulaştı. Darbeyi önleme söylemiyle, yüzlerce insan içeri alındı, ama temel hukuksal, insani hakları da ayaklar altına… Telefon dinleme, kişinin mahremiyet hakları ihlal edildi, muhalefete yönelik bir korku ortamı yaratıldı. Tüm bunlar “demokratik dönüşümler” adı altında yaşandı!

Son olarak, Başbakan, referandum “zaferi” tehlikeye girince, “yumuşak güç” uygulamasını takiye ile karıştıran, ABD’de zora düşen siyasilerin halk önünde ağlama taktiğinden esinlenen danışmanlarının katkısıyla olacak, 12 Eylül idamlarının arkasından, 30 yıl sonra, gözyaşı akıtarak, sosyalistlerin aklını karıştırmayı denedi. Ama hem öfkeli bir tepkiyle karşılaştı, hem de alay konusu oldu.

Tarih, liderliğini kabul ettirme kapasitesinin zayıflamasına bağlı olarak, hegemonya sarsılmaya başlayınca siyasi süreçlerde şiddet ve baskı unsurunun artarak devreye girdiğini gösteriyor. Bu arada, kimi entelektüeller, “sosyalistler”, siyasal İslam’ın dümen suyunda kalarak, şiddete, baskıya mazeret üretmeye hala devam ediyorlar…

Thursday, July 15, 2010

AKP BU ŞARKIYI HİÇ SEVMEDİ İstanbul Çatalca Belediyesi tarafından, 11-18 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen Erguvan Festivali kapsamındaki etkinl

"AKP BU ŞARKIYI HİÇ SEVMEDİ

İstanbul Çatalca Belediyesi tarafından, 11-18 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen Erguvan Festivali kapsamındaki etkinliklerde birçok tanınmış sanatçı sahne aldı. Programda, siyasi içeriği ve güçlü müzikli oyunlarıyla tanınan Beyoğlu Kumpanya ekibinin “Ülkemizden” adlı gösterisi yer aldı.

Grubun ilgi gören eserlerinden biri de
“Tayyip Blues” adlı şarkıydı. Ancak ekibin başbakan Erdoğan’a seslendiği “eğlenceli” şarkı AKP ilçe başkanını rahatsız etti. İlçe başkanı konser sırasında sahneyi basarak konseri yarıda kesti. Sonrasında da grup üyeleri polis tarafından gözaltına alındı."

Yazının devamı için: http://www.odatv.com/n.php?n=tayyip-blues-1507101200

Yükselen Şizofreni

Anlamlar zinciri kırılınca, insanda şizofreniyi andıran bir akıl istikrarsızlığı oluşur, uzlaşmaz söylemler arasında gidip gelmeler başlar.

Siyasal İslamın, laikliği ve “1923 olayını” hedef alan yükselme süreci, Türkiye entelektüelleri arasında tam da böyle bir duruma yol açtı.

Darbe fantezileri ve ‘derin devlet’in ‘gerçeği’

Kimi sosyalistler, siyasal İslamın yükselen dalgasına takılmak, AKP gemisine atlayabilmek için, liberalizmin siyaset paradigmasını benimseye başladılar. Bunlar, “askeri darbeleri kim yapar, arkalarında hangi sınıf ilişkileri vardır, neden ve ne zaman gündeme gelirler?” gibi sorulara ilişkin tartışmaları, sosyalist geleneğin teorik kazanımlarını unuttular. Askeri darbeleri birtakım kötü subayların komplolarına indirgediler.

Böylece, sermayeyi, emperyalizmi devreden çıkartarak aklamış, Nazizmi Hitler’in sapıklığına bağlayan muhafazakâr-liberal dünya görüşüyle buluşmuş oldular. Şimdi hem sosyalizmden söz ediyorlar hem de liberal -reaksiyoner- görüşleri birlikte savunuyorlar… Artık, doktor, ne yerse yesin demiş türünden bir durum söz konusu…

Benzer bir şizofreniye liberal entelektüeller içinde de rastlıyoruz. Bunlar siyasal İslamın gerçek derinliğini ve kültürel mirasını küçümsediler, “değişim” trenine atlayıp, akıllarınca, ülkeyi liberal demokrat bir yere taşımak için AKP’nin iç ve dış politikalarını yönlendirme sorumluluğunu üstendiler. Bunlar, kısa sürede siyasal İslam ve emperyalizm arasında, ne dediklerini bilemez hale geldiler.

Örneğin bu “demokratlardan” birine göre eğer, Öcalan’a bu terörü bitirmezsen, seni asarız, denseydi bu olayların hepsi, hemen biterdi. Bu zırvalık yüzünden başı belaya girince de aklı karıştı, “Türkiye’de ne PKK sorunu ne Alperenler açmazı ne de Ergenekon problemi vardır. Olan yalnızca derin devletin vesayet sorunudur” deyiverdi.

Kapitalist demokrasinin, sosyalist alternatifinin şekillenmesine paralel olarak tüm devletlerin içinde, halkın iradesinin, seçilmiş hükümetlerin, rejimi değiştirmesini engellemekle, kendince uzun dönemli tarihsel bir çizgiyi savunmakla görevli teknokrat ve bürokratlardan oluşan bir çekirdek oluştu.

Bu çekirdek (derin devlet) üç beş manyağın yaşam alanı değil, ülkenin sınıflar matrisi içindeki egemenlik ilişkilerinin, emperyalizmin egemenlik ilişkileriyle kesiştiği noktada oluşan ekonomik, ideolojik ve siyasi iktidarın kristalleşmiş ifadesidir. Diğer bir deyişle bu “derinlik” tüm kapitalist ülkelerin devletlerine ait, olmazsa olmaz, yapısal bir zorunluluktur. Günümüzde, devletin “derin olmayan” kısmı, “derin devlet” sayesinde var olmaya devam eder! “Derin devlet”, modern kapitalist devletin özüdür!

Liberal dünya görüşünün devlet anlayışını benimsiyorsanız, hükümetlerle derin devleti karşı karşıya koyabilir, derin devletin denetlenebileceğine ilişkin fanteziler üretebilirsiniz. Ama her kritik noktada sermayenin “gerçeği”, bu fanteziyi delerek sizi “düş” kırıklığına uğratmaya devam eder. Aklınız sürekli karışır…

Yükselen Türkiye filan…

AKP dış politikasının fantezileri çökerken “yükselen şizofreni” giderek komikleşen örnekler üretmeye başladı.

“ABD tek süper güç, onun bölge politikalarına uyum sağlamak gerekir”, varsayımıyla yola çıkanlar pratikte, ABD-AKP ilişkilerinin, ABD çıkarını kollayan bekçisi oldular. Ancak AKP ve siyasal İslamın Türkiye’yi değiştirme süreci hızlanırken ABD hegemonyası gerilerken, bunların kafaları karıştı. Birden görüşlerini değiştirip, çokkutuplulaşan dünyada ABD’nin gerilemekte, Türkiye’nin bölgede yükselmekte olduğu sonucuna ulaştılar.

Ancak Türkiye’nin bölgedeki, “Yeni -sıfır sorun- Osmanlı barışı”, “Müslüman dünyasının liderliği” gibi fantezileri çok yaşamadı. Arap dünyası, AKP’ye, kimi zaman kibarca, kimi zaman açıkça, liderlik aramadıklarını anımsattı. Hamas, arabulucu olarak Mısır’ı seçtiğini, Suriye, İsrail-Türkiye arasındaki yeni dinamiğin, Türkiye’nin arabuluculuk şansını azalttığını açıkladı. Bölgede, İran karşıtı bir blok şekillenirken yorumcular, AKP-İran ilişkilerinin Türkiye’nin ayağına dolaşacağını vurgulamaya başladılar…

Son ABD ziyaretlerinde, Erdoğan’ın, Obama hükümetince değersizleştirilmesi, buna karşılıkNatenyahu’nun Beyaz Saray’da misafir edilmesi karşısında kafaları karışan liberal entelektüellerin şizofrenisi had safhaya ulaştı… Bunlardan biri, geçen hafta, bir taraftan Türkiye’nin yükselen güç olduğunu anlatmaya çabalıyordu. Öbür taraftan, “Obama’nın (…) Türkiye için söyledikleri, Türkiye’nin ve bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümetinin yakın geleceği açısından, Anayasa Mahkemesi’nin referanduma yolu açan kararından daha bile önemlidir.”… Bunun “nedenini tartışmak gereksizdir” saptamasıyla, Türkiye hükümetinin geleceğinin, aslında ABD Devlet Başkanı’nın iki dudağının arasında olduğuna inandığını itiraf etmiş oluyordu.

“Tartışılması gereksiz” olanlar ise Türkiye’nin “yükselen” değil, ‘bağımlı ülke’, ekonomisinin ve devletinin de buna göre şekillenmiş bir yapısı olmasıyla ilgiliydi…