Wednesday, October 29, 2014

‘Demokrasi’ Masalı Biterken...

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana bir eşiğin daha aşıldığını düşünüyorum. Şimdi, ortaya çıkmakta olan şeyin adını koymak kolay değil. Ancak bu “şey” giderek, geçen yüzyılda örneklerini gördüğümüz totaliter (faşist) rejimleri daha fazla anımsatıyor. Bu konuda, Samir Amin’in Monthly Review dergisinde yayımlanan “Çağdaş Kapitalizmde Faşizmin Geri Dönüşü” makalesi bize yardımcı olabilir. 

(...)

Yazının devamını oumak için "tık"layınız 

Wednesday, October 22, 2014

Piyasalarda ‘Panik Atak’ - II

Pazartesi günü yazımı bitirirken, bu madalyonun öbür yüzünde de yüksek işsizlik, düşük ücretler, devlet sosyal harcamaları kısarken oluşan açığı özel sektörün (özelleştirmelerin) doldurmaktaki “başarısızlığı”, hatta savaş harcamalarının dayanılmaz cazibesi var saptamasını yapmıştım.
Piyasaların “likidite enjeksiyonuna bağımlılığının” arkasında yattığını düşündüğüm “yapısal bozukluklara”, pazartesi yazımda değinmiştim. Devam etmeden önce, Financial Times gibi mali piyasalara yakın yayınlarda pazartesi günü rastladığım kimi değerlendirmeleri kısaca aktarmak istiyorum.
(...)

"Bu ekonomik ilişkileri yönetebilecek tek sınıf yönetemediğine, korkutucu seçenekler aramaya başlayabileceğine göre, hem bu sınıftan hem de bu ekonomik ilişkilerden kurtulmak gerekmiyor mu?"

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, October 15, 2014

‘Sıfır Mantık’

Bu başlığı, Lübnan’da yayımlanan The Daily Star gazetesinin başyazısından aldım.
Bu başyazı, “Hem barış sürecini son nefesime kadar sürdüreceğim diyeceksin hem de sınırın hemen ötesinde... Ayn el Arab’da (Kobani’de) yaşayanların acılarını görmezden geleceksin…. Bunu belki Erdoğan’ın Müslüman Kardeşleri’nin iç çevresindekiler anlayabilir; ama başka kimse ciddiye almaz” diyor. Ekliyor, “Türkiye’nin Kobani politikası, Ankara’nın sıfır sorun politikasından sıfır mantık politikasına geçiş riskine işaret ediyor”.

Bu anlamlı saptamaya karşın, Star’ın yazıişlerinin de bizde pek yaygın bir hastalıktan mustarip olduğunu düşündürüyor.

 (...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, October 08, 2014

Sykes- Picot’dan Sonra

Nefret etmeyi sevdiğimiz bir anlaşma Sykes-Picot. Emperyalizmin çizdiği sınırlar filan... Ancak şeytanın “Ne dilediğine dikkat et, bakarsın gerçekleşir!” uyarısını da unutmayalım...

Nilgün Cerrahoğlu cumartesi günü IŞİD’in “Sykes-Picot sınırlarını ortadan kaldırdık iddiasını” aktarıyordu. Öyle ya şimdi IŞİD sayesinde Irak’tan Suriye’ye sınırlara takılmadan geçebilirsiniz. Tabii, bu olanaktan yararlanabilmek için öncelikle Sünni Müslüman olmanız, “Halife”nin iktidarını tanımanız ya da çok yüksekten uçmanız, çok yükseklerden gelen bir bombanın kurbanı olacak kadar şanssız olmamanız gerekiyor.

Sykes-Picot’nun çizdiği sınırlar, homojen toplulukları bölen, birbirinden farklı, hatta düşman toplulukları birleştirmeye çalışan, çoğunluğu azınlığın yönetimi altına hapseden yapıntılardı. Hafız Esad, Saddam Hüseyin gibileri bu “çorbadan” bir “hayal edilmiş topluluk” (ulus devlet) çıkarmak için ellerinden geleni üstelik de “abartarak” yaptılar. Bir ulusun ortaya çıkması için ekonomi, kültür ve tarih birliği gerekli ama yeterli değilken, bunların bazılarının eksik olduğu bir yerde, zorla ulus hayal ettirme çabaları tabii ki yeterli olmayacaktı.

ABD Saddam’ı devirdi, Suriye’de Batı, siyasal İslam, barışçı, demokratik, yenilse bile, Arap isyanları ikliminde, rejimi reformlara zorlama olasılığı yüksek bir başkaldırıyı silahlandırınca bir iç savaş başladı. Her iki ülkede de Sykes-Picot sınırlarını yırttı. Ancak bu yırtığın içinden önce mezhep savaşları, Sünni üstünlüğü ideolojisi sonra da IŞİD canavarı çıktı.

Tabii bu öyküye, küreselleşmeciliğin ulus devlet düşmanlığını, ulus devlet tutkunlarının da “farklı” kimliklerin özgürlük, hak talebini, emperyalizmin komplosu olarak gören paranoyasını da eklemek gerekir. 

‘Savaş Lordları’ düzenine doğru

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, October 01, 2014

Cumhuriyetçi Muhalefet ve Kobani

Türkiye’de siyasal İslamın yükselişine her aşamada direnmeye çalışan Cumhuriyetçi muhalefet, laik demokratik bir ülkede yaşamak istiyor. Ülkenin bölünmesinden korkan Cumhuriyetçi muhalefet, her şeye karşın son yıllarda Kürtlerin sorunlarını, arzularını gittikçe daha iyi kavrıyor; “kardeşimiz”, “et tırnaktan ayrılmaz” gibi ifadelerle Kürtlerle birlikte yaşamak istediğini her fırsatta vuruluyor.

Şu günlerde, Kobani’de bir olay yaşanıyor. Cumhuriyetçi muhalefetin laiklik, ulusalcılık, demokrasi, kadın erkek eşitliği, bireysel özgürlükler, modernite gibi temel değerlerine tümüyle karşı olan siyasi İslamın en radikal, en ölüm tutkunu kanadı IŞİD, Kürtlere, kendi topraklarında saldırıyor. Buna karşı en dikkatsiz bakışlar bile Kürtlerin laiklik, ulusalcılık, demokrasi, kadın erkek eşitliği, bireysel özgürlükler, modernite gibi değerleri benimsediklerini, bu değerleri bu karanlık çetelere karşı, kız ve erkek gençlerinin kanı ve canıyla savunduklarını görebiliyor.

Kobani düşerse siyasi dengelere ne olur, sorusunun korkutucu cevabı bir yana, salt insani kaygılar, paylaşılan değerler ve tarihi sorumluluklar, Cumhuriyetçilerin Kürtlere bu savaşta destek olmalarını, onları savunmalarını gerektiriyor. Bu kadar ortak değer varken, uzun yıllardır salt farklı ulusalcılıkları benimsedikleri, adeta bir madalyonun iki farklı yüzü oldukları için savaşmak ve kan dökmek durumunda olan bu iki taraf, ulusalcılığın salt bölücü değil, aynı zamanda etnik etiketten kurtulmasına olanak verecek uygun biçimler altında birleştirici, yaşam inşa edici, bu yaşamı koruyucu olabileceğini görmeleri gerekiyor. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız