Friday, February 29, 2008

Fantezi, Dehşet ve Seçenek...

(Cumhuriyet 27.02.2008)

Adeta bir siyasi parti üyesiymiş gibi konuşan, "A takımı" listesi yapan, "taraf" başlıklı gazeteler çıkaran, ülke realitesini yeniden şekillendirmek iddiasıyla AKP'yi destekleyen liberal entelijansiya, şimdi dehşet içinde. Ah! Her "fantezi" gerçekleşince, tatmin duygusu yerine tiksinti yaratmaz mı?

Liberal fantezi
Liberal entelijansiya, AKP'ye destek verdi, siyasal İslamın hegemonya/mevzi savaşında işlevsel oldu. Şimdi, AKP'li yazarlar tarafından, ihanetle suçlanıyor. Ne yazık ki liberallerin durumu, "en doğru" yerde durduğu için dışlanan trajik karakteri değil, fanteziyi yaşamaya çalışan megalomanı anımsatıyor. Kendilerinden başka kimsenin göremediği (megalomani!) fantezi şöyle: AKP yönetiminde, AB standartlarında özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi, bireysel özgürlükler ve farklı etnik dini kimliklere sahip bireylerin uyum içinde yaşayabileceği, rekabetçi piyasa ekonomisini uygulayarak, küresel ekonominin sağladığı fırsatlardan yararlanarak kalkınacak, toplumsal refahı artacak bir ülke...

Bu sırada, Avrupa'da özgürlükçü çoğulcu demokrasinin standartları, terorizme karşı mücadele politikalarının etkisiyle hızla düşüyor. Yakın izleme, gözlemleme, dosyalama teknolojileri, bireyin "özel" alanını hızla daraltıyor. Çokkültürlülük politikaları da iflas etti; yerini egemen kültüre asimilasyon politikaları alıyor. Aynı anda, dini kimliklerin, cemaatlerin desteklenmesine yönelik (ya benim maymunum ol, ya da olduğun yerde kal) devlet politikaları getto olgusunu güçlendiriyor. Ekonomik koşullar bozuldukça, kaynakları daralan Avrupa, farklı dinleri ve kimlikleri bir arada uyum içinde yaşatma umudunu giderek terk ediyor, yabancı girişini engellemenin yeni yasal, idari yollarını geliştiriyor. Geleneksel sosyal demokrat partiler de bu mutabakatı onaylıyorlar. Güçlenmeye başlayan ekonomik ulusalcılık, devletin ekonomiye müdahale eğilimleri de cabası. Dahası, Avrupa'da (ABD'de) toplum, yaşamı çeşitli uzmanlar -gittikçe yaygınlaşan özel sektör ve devlet bürokrasisi- tarafından hemen her aşamada "düzenlenen", zevk eğilimli-tüketim ilişkileri içinde apolitikleşmiş, yalnızlaşmış bireylerinin aritmetik toplamına dönüşüyor...

Bugünün küresel kapitalizmi içinde liberallerin taleplerini gerçekleştirmek olanaklı değil. Çünkü bu talepleri gündeme getiren sorunları, bizzat küresel kapitalizm yaratıyor ya da derinleştiriyor.
Liberallerin, inatla "yadsıdığı" gerçek şu: Bu küresel kapitalizmin yönetimini, Türkiye'de AKP üstlendi/devraldı. Siyasal İslam onu koçbaşı gibi kullanarak toplumu yeniden inşa ediyor . Liberal entelijansiyanın aksine siyasal İslam çok "gerçekçi", bu sorunlara çözüm aramıyor, kendini, yalnızca sorunların yarattığı ağrılara karşı, ağrı kesici(ler) sunmakla sınırlıyor. Biliyor ki bu ağrılar arttıkça, hem ağrılara yol açanlar, hem de bu ağrıları çekenler açısından ağrı kesicilerin önemi giderek artacak. Birinci grup açısından, sisteme yönelik tepkileri uyuşturduğu için, ikinci grup için de günlük yaşamı sürdürebilmesine olanak sağladığı için...

Ve gerçek
Liberal entelijansiyanın şaşkınlığına karşın, kimi AKP yanlısı yazarların, ayrım çizgisini tarihsel bir noktaya çekmeye başladığı söylenebilir. Bunlar, karşılarındakileri, Jacoben' likle, Robespierre 'e özenmekle, Cumhuriyetçilikle, "Toplumu yeniden inşa edilebilir bir nesne olarak görmekle" suçluyorlar. Yüzsüzlük inanılmaz düzeyde: Bizzat siyasal İslam, benimsedikleri neoliberalizm, toplumların yapısını, "eşbaşkanlığına" soyundukları Büyük Ortadoğu Projesi, tüm bölgeyi yeniden inşa etmeye yönelik toplumsal mühendislik projeleri değil mi? Yüzsüzlük, türbana ısrarla başörtüsü deme "uyanıklığı" bir yana, bu yazarlar, Jacoben'lerden, Robespierre'den söz ederek, liberallere, ayrım çizgisinin aslında iki "hakikat rejiminin" çatıştığı noktadan geçtiğini anımsatmıyorlar mı? Biri, insanın toplumu, kendi gereksinimleri doğrultusunda, kendi aklına dayanarak şekillendirebileceğini savunan Aydınlanma "olayının" "hakikat rejimi". Öbürüyse insanın yaşamının Tanrı tarafından gönderilen bir "metne" (ilkelere) göre düzenlenmesini savunan, vahiy "olayının" , dini "hakikat rejimi" .

Birincisini seçenler, bu rejimin taşıdığı her türlü soruna, her türlü bozulmaya karşın, bireysel özgürlüklerden, insan iradesinden, özneden, demokrasiden, eşitlikten, ekonomik ve cinsel baskıdan arınmış, sömürüsüz bir dünya özleminden söz etme şansına sahip oluyorlar. Burada her şeyi eleştirmek, her şeyi sorgulamak ve konuşmak olanağı var.

Aydınlanma'nın hakikat rejimini benimseyenler, Robespierre ve Jacoben'lerle, Fransız devrimiyle başlayanlar, Komünist Manifesto'dan Paris Komünü'ne, Marx ve Engels' ten, Lenin, Rosa, Troçki, Gramsci' ye, Mao' ya, Latin Amerika'dan Çin'e, Amerikan devriminden, Türkiye'deki de dahil, tüm bağımsızlık savaşlarına , Bolivar' dan Mustafa Kemal' e uzanan bir deneyin zenginliklerine ulaşıyorlar. İkincisiyse içerdiği türlü olumlu yanlara karşın, her aşamasında gittikçe ağırlaşan ağrı kesiciler gerektirecek, ataerkil , totaliter ve son tahlilde imkânsız bir macera...

Sunday, February 24, 2008

"Bu bir 'Türban' değildir!"

(Cumhuriyet 20.02.2008)

Türban tartışmaları bana Magritt 'in, bir pipo resminin altında " Bu bir pipo değildir " yazan tablosunu anımsatıyor. Bence, "gösteri toplumunun" sahnesindeki "türban" görüntülerinin altına da "Bu bir türban değildir" yazmak gerekiyor.

"Türban" , türban değil başka bir şey! Başbakan da simge olduğunu düşünüyor: Soyut bir kavramın, bizim somut durumumuzda, siyasal İslamın "hakikat rejiminin" (yaşamı düzenleme, belirleme ilkelerinin), yerine geçen bir gösterge .

Ama, Ortega Y Gasset 'in bir keresinde metafor üzerine söylediklerinden hareketle, türbanı metafor olarak da görebiliriz. Gasset, yanlış anımsamıyorsam, " dile getirmek istemediğimiz, uzaklaşmak istediğimiz bir kavramın yerine kullandığımız bir başka kavram" diyordu metafor için. Türbanın biçimi üzerinde de bir anlaşmaya varamadığımıza göre onu bir giysi parçası olarak değil de "kavram" olarak görmek daha doğru olabilir.

Eğer "türban" bir kavram ise, metafor olarak işlevi ne? Hangi, kavramın yerine kullanılıyor? Sağda ve solda, liberal entelijansiyanın üzerinde iyice düşünmesi gereken bir soru bu. Aslında düşünmeye gerek de kalmıyor giderek; "bireysel özgürlüklerin" simgesi olarak türbanın giderek siyasal İslamın "hakikat rejimine" özgürlük istediklerini açıkça söylemek istemeyenlerin , sığındıkları bir metafor olduğu ortaya çıkıyor. Bir toplumda iki "hakikat rejimi" birden egemen olamayacağına ( "yaşam dünyasının" tümünü düzenlemeyi amaçlayan İslamın "relativist" veya postmodern olduğu da ileri sürülemeyeceğine ) göre, bu özgürlük talebi, diğer "hakikat rejimlerinin" özgürlüklerinin boğulmasından başka bir anlama gelmeyecek. Bu aşamada bunu açıkça talep etmekten - mahalle baskısı dışında- kaçınmak isteyenler, bir metafor olarak türban kavramına sığınıyorlar...

Bir metafor olarak 'ortaçağ'
Söz metafordan açılmışken, siyasal İslamın, "gösteri toplumunun" sahnesindeki, "organik entelektüellerinden" Fehmi Koru 'nun, "çok bilmiş" , bir yazısına da değinmeden geçmeyelim.

Fehmi Koru, "Dönmeyelim tamam da, hangi ortaçağa dönmeyelim?" başlıklı yazısında Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker 'in "Ortaçağa dönülemez" sözlerine takılmış, bu bahaneyle bir taşla birçok kuş vurmaya kalkmış: Hem İlhan Selçuk ve Özdemir İnce ile hesaplaşmaya çalışıyor, hem de aynı anda " bir zamanlar Batı'dan daha ileriydik " fantezisini satmaya... Selçuk ve İnce bir başkasının savunmasına gereksinimleri olmayan iki güçlü yazar. O nedenle, " bir zamanlar kartaldık" havası üzerinde durmak bence çok daha yararlı olacak.
Fehmi Koru yazısında, iki kuşu birden vuramıyor ama, bir paragrafta iki açığı birden veriyor: " Demek böylelerinin aklına 'ortaçağ' denildiğinde İslam geliyor. Batı'nın 'karanlık çağlar' yaşadığı o dönemlerde İslam dünyasının pırıl pırıl parladığını, Müslümanlar sayesinde bilim, mimari, sanat ve felsefe alanlarında büyük ilerlemeler kat edildiğini; ortaçağdan çıkışı, Batı'nın, İstanbul'un fethi ile Martin Luther 'in büyük çapta İslamdan etkilenmiş 95 maddelik reform paketine borçlu olduğunu bilmiyorlar."

Fehmi Koru, "ortaçağ" kavramından, "karanlık çağlar" kavramına atlayarak, önce, tarihsel bir dönemden değil aslında bir "durumdan" söz edildiğini itiraf etmiş oluyor. İkincisi, "Peki İslam dünyası o zaman bu kadar ileriydi de neden şimdi bu kadar geride kaldı" sorusunu da tüm can alıcılığıyla gündeme getiriyor.

Kimi tarihçilere göre "karanlık çağlar" gerçekten karanlıktı, ama kasıt aslında bu değil. "Karanlık çağlar" , Batı'da yükselen yeni kentsoylu sınıfın, çözülmeye başlayan feodal düzenin dini dogmalara dayanan "hakikat rejimine" karşı başlattıkları özgürlük mücadelesinin ürünü ve aracı olarak üretilen bir metafor. "Karanlık çağların" aşıldığının, geride kaldığının kanıtı tam karşıtı "Aydınlanma" ! Bu bağlamda sorunun da cevabı, ya da cevabın en azından bir parçası kendiliğinden ortaya çıkıyor: İslam dünyası bu "ileri durumunu" koruyamadı çünkü, insan aklının eleştirel kapasitelerini özgürce kullanmasına olanak veren bir "hakikat rejimine" karşı inatla direndiği, "içtihat kapılarını" sıkıca kapattığı için elindeki "hazineleri" kaybetti da ondan...

"Ortaçağa" dönmek istemeyenler, işte buraya, İnsan aklının özgürlüğünü ve eleştirel kapasitelerini sınırlayan bir dini "hakikat rejiminin" egemen olduğu bir döneme dönmek istemiyorlar. Türban, buraya dönmek isteyen, ama bunu açıkça savunmanın henüz, uygun olmadığı bir aşamada dile getirmeye cesaret edemeyenlerin başvurduğu bir metafor. Çünkü, bu amacı, bugünün Türkiyesinde açıkça dile getirmeye olanak verecek, psikolojik, siyasi, kültürel yıkım henüz yeterince gerçekleşemedi, "mahalle baskısı" , henüz "yaşam dünyasında" , "ekolojik egemenliğini" kuramadı. Ama yarın? Böyle giderse mutlaka...

Thursday, February 14, 2008

Liberal Entelijansiyanın Dayanılmaz Şaşkınlığı

AKP-MHP ittifakı, türban sorununu "hallettikten sonra" sıra, bir gazete ilanında vurgulandığı gibi, " İslami kimliği, hayat tarzını yok eden militarist, laik resmi ideolojinin koyduğu diğer engellerin kaldırılmasına " gelecek. Liberal entelijansiya şaşkın: "Durun artık ...", " Hani uzlaşacaktınız? ", "Biz eski AKP'yi özlüyoruz ..." Realiteyle bağlarını kopartmış olanlar da var. AKP'nin bu kez, " liberal-demokrat intelligentsiya "nın onayından mahrum kaldığını ileri sürerek avunanlar, AKP'nin bu desteğe artık gereksinimi kalmadığının ayırdında değiller. Sol hareketin liberal kanadındaysa "özgürlüklerden, laiklikten taviz vermeyeceğiz ama..." tutumuyla, kendine, çatışmanın dışında en "mükemmel" en "güvenli" yeri arama yanılgısı, "güzel ruh" sendromu hâlâ sürüyor.

'Realite' sorunu...
Bizim liberal entelijansiya ile ABD'li "neo-conlar" arasında önemli benzerlikler var. Ama sanırım en büyük benzerlik, bizimkilerin de kendilerini " realite temelli dünya" ile sınırlı hissetmemeleriydi.

Bizimkiler, Türkiye'de AKP'yi, Strauss 'çu neo-con taktiklerle yönlendirecekler, siyasi İslamı yeniden biçimlendireceklerdi. "Onurlu yalanı" kullanma tecrübesi, Strauss 'tan çok eski ve derin bir hareketle ilişkiye girdiklerinin farkında bile değillerdi. Halbuki, Tayyip Bey her aşamada niyetini açıkça söyledi. Onlar, "Y ok kurt değildir köpektir. Siz sesinin kalınlığına bakmayın" filan diyerek kendilerini, etraflarındakileri avutmaya devam ettiler. Gelen kurtmuş. Şimdi, realiteyle yüzleşmenin şaşkınlığını yaşıyorlar...

ABD'li neo-conlar imparatorluk kuracağız derken, bir milyon insanı öldürdüler, ABD'nin hegemonya krizini derinleştirdiler. Bizimkiler, liberal demokrasi derken, ülke tam aksi bir yöne yelken açtı. Yaraya tuz basmak gibi olacak ama olsun: Geçen yıl "Tehlikenin farkında mısınız?" demiş, "liberal entelijansiyanın yavaş intiharından" söz etmiş, "mahalle baskısını" da içeren "pasif karşıdevrim sürecinin" özelliklerini anlatmaya çalışmıştık. Nihayet AKP'nin seçimlerde momentumunun kırılmaması halinde... seçimlerden sonra çok daha hızlı, kararlı davranacağını savunmuş, sürecin daha başında olduğumuzu vurgulamıştık. Bu sürecin hızlanarak devam edeceğinden hiç şüpheniz olmasın.

Fethullah Bey, siyasal İslamın, rivayete göre ılımlı(!) , "uygarlıklar diyaloğuna" en yatkın liderlerinden, "realitenin" de önemli unsurlarından biri. Diyor ki: " Tesettür Kuran'ın emridir. Birileri yiğitçe çıkıp deseler ki, 'Bu Kuran'ın emri bile olsa, Peygamber bile uygulasa, ben inançsız olduğumdan dolayı bunu kabul etmiyorum!..' Bunlar yiğitçe cehenneme mi giderler, Allah'ın affına mı mazhar olurlar bilemeyiz..." Bu, tehdit edici ifadeler çok açık : Eğer, başınızı örtmeyecekseniz, Müslüman olmadığınızı ilan edeceksiniz . Artık, Allah sizi nasıl yargılar bilinmez. Ama, ya bu dünyada kendini Allah'ın kılıcı sanan Müslümanlardan biri, yargılanmanız için sizi acilen öbür tarafa göndermeye kalkarsa? Ya da kimi güvenlik görevlileri sizi toplumsal ahlaka aykırı bulursa...

Fethullah Gülen uyarıyor
Fethullah Bey, "Herkes istediği gibi düşünebilir, istediği gibi yaşayabilir" diyor ve ekliyor: "Sen profesör olabilirsin. Ama Kuran mevzuunda, din mevzuunda ihtisasın yoksa, senin adın o mevzuda cahildir. Senin sahanda, fiziğinde, kimyanda, matematiğinde, astrofiziğinde, jeolojinde, antropolojinde ben kalkıp bir şey iddia ettiğim zaman, bana 'Sen sus be cahil!' der misin, demez misin?.. Allah aşkına, peygamber aşkına bilmiyorsan konuşma o mevzuda a be cahil!.."

Evet, "Herkes istediği gibi düşünebilir" ama fikrini söyleyebilmek için önce, ilgili kurumdan yetki belgesi almak gerekiyor . Siz, hem sıradan bir Müslüman hem de bir fizikçi, biyolog olabilirsiniz. Eğer Kuran'ı okurken evren, uzay veya "yaradılış" ile ilgili bir konuda bilginizle inancınız arasında bir çelişki oluşursa, ne yazık ki, Fethullah Bey, kendi başınıza, aklınıza güvenerek karar vermenize izin vermiyor. Çünkü bu konuda yetkili değilsiniz. Hele eğer, matematikçi ya da felsefeciyseniz, salt felsefi açıdan "varlık 'bir'dir" varsayımını kabul edemiyorsanız, küme teorisi bağlamında "negatif sonsuzdan" söz etmek istiyorsanız, hiç şansınız yok! Dini kozmolojiyle uyuşmayan konularda susmanız gerekiyor!

Dini "hakikat rejiminin" de Aydınlanma geleneğinden farkı burada yatıyor. Aydınlanmanın sloganı , "Spare aude" (Kendi aklını kullanmaya cüret et) idi, "Her şey aklın eleştirisine tabi tutulacaktır" diyerek insana her şeyi tartışma özgürlüğü tanıyordu. Liberal entelijansiyanın dayanılmaz şaşkınlığının zirve yaptığı yer de işte burası : Özne-birey, özgürlükler, nihayet demokrasi, düşüncelerinin kaynağı, Aydınlanma geleneğinin karşısında, totaliter bir hakikat rejiminin yanında yer aldılar, hem de özgürlük adına... Özkök' ün, siyasal İslamın yükselişine direnenleri inanılmaz bir genellemeyle, "kara gözlüklü aşireti" ilan etmesinin ise bu şaşkınlıkla ne yazık ki hiçbir ilgisi yok...

Saturday, February 02, 2008

Liberal entelijansiya ve Herr Höfgen’in trajedisi

(Cumhuriyet 30/01/08)

Seçimlerdene bu yana siyasal İslam hem toplumda, hem yürütme ve yasam organlarında büyük ilerlemeler kaydetti, yükselişi ivme kazandı. Seçim öncesinde AKP’yi doğrudan yada dolaylı olarak destekleyen liberal entelijansiya ise hala bu sürecin doğasını görmezden gelmekte ısrar ediyor. Olup biteni, Dil süçmesi, hata gibi kavramlarla açıklamaya çabalıyor.

Başbakan açıkça söylüyor
Ancak, “inkar” çabasını desteklemek üzere üretilen fanteziler hızla çözülüyorlar. Siyasal İslam’ın her gün yeni bir mevzi kazandığını gösteren gazete haberleri bir yana, Başbakan Tayyip Erdoğan da, olup bitenleri açıkça söylüyor:

“… son zamanlarda Ilımlı İslam diye bir ifade kullanılıyor… Bu da çok yanlıştır. İslam İslamdır."
“Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz?”
“Biz Batı'nın ilmini ve sanatını almadık. Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık…"
“..Türkiye’de toplumsal mutabakat var ama, kurumsal mutabakat yok. Sorun da zaten burada."

Bu sözlerin anlamı, metni bağlamına oturtarak okumasını bilenler için çok açık. Hiç biri dil sürçmesi ya da, “Başkalarının kılığına kıyafetine, hayat tarzına karışmaya ne hakkınız var. Biraz özgürlükçü olun değil” sözleriyle çelişen ifadeler değil. Başbakanın sözlerini bağlamına koyarak okursak bakın ortaya ne çıkıyor.

“İslam, İslam’dır”: Bu ifadeye anlam kazandıran bağlam, radikal İslam (Hizbullah, Hamas, Vahabilik, nihayet El Kaide) karşısında, ABD hegemonyasının kendine yakın bir akım ve ona uygun bir söylem yaratma çabalarıdır. İlımlı Islam kavramını red ederek Tayip bey, kendi İslam anlayısıyla “radikal İslam” arasında, dini ve felsefi açıdan bir fark olmadığını söylemiş oluyor.

Siyasal simge ve mutabakat sorunu
“Velevki siyasi simge olabilir” sözlerinin anlamını da “siyasal” ve “simge” sözcüklerinin bağlamına oturtarak irdeleyebiliriz. Çok açık ki “siyasi”nin bağlamını bize siyasal İslam’in projesi veriyor. “Simge” sözcüğünün bağlamını ise, bu siyasi akımın hegemonya kurma çabalarında bulmak olanaklı: Bir hegemonya sürecinde, ampirik bir nesne, özel bir konuma yükseltilerek, hegemonya projesinin “toplumsal mükemmellik vaadinin” realite içindeki taşıyıcısı, onun yerine geçen, fiziki simge, haline gelir (Laclau). Bir siyasi simge olarak türban, tam da böyle bir özellige sahiptir. Hegemonya sürecindeki işleviniyse, bireysel özgürlükler kavramı aracılığıyla, Liberal (sağ ve sol) entelijansiyanın siyasi enerjsini, türban üzerinden, siysal İslam’ın hegemonya projesini güçlendirecek biçimde tüketerek gerçekleştiriyor.

“Başkalarının kılığına kıyafetine, hayat tarzına karışmaya ne hakkınız var... Biraz özgürlükçü olun!" ifadeleri, kültürel liberalizme değil, Atilla Yayla’nın "çağdaş kıyafet" bireylerin özgürce seçtiği kıyafettir. Elbette toplumun genel ahlâk kuralları geçerli olacak” uyarısındaki “genel ahlak kuralları geçerli olacak” ifadesinin işığında değerlendirildiğinde tam aksi yönde, totaliter bir eğilime işaret ediyor.

Maalesef, değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık…" ifadelerinin anlam da bu totaliter eğilimle yakından ilgili. Siyasal İslam’ın, Müslüman kardeşlerden, Vahabiliğe, El Kaide’ye kadar” uzanan alt kümelerinin söylemleri içindeki, Batı’nın ahlakının değerlerimize (İslam’a) uymadığı için ahlaki çöküntü yarattığına ilişkin temel varsayımını, “kurtulmak için” saf dini prensiplere geri dönemek (Asr-I saadet) gerektiğine ilişkin tezlerini anımsamak yeterli. Tayip beyin de, esas itirazı, Batı’dan gelen Aydınlanma temelli “hakikat rejimine” yönelik.

Nihayet, “Toplumsal mutabakat var ama, kurumsal mutabakat yok. Sorun da zaten burada." Saptamasının arkasında da yine, AKP’nin siyasi projesinin toplumsal mutabakat haline geldiğine, şimdi kurumları da bu mutabakata uyun bir biçimde şekillendirmek gerektiğine ilişkin, totaliter bir anlayış var.

Liberal entelijansiyanın bu halini liberalizmin toplumsal süreçleri anlamaktaki yetersizliği ile ancak bir yere kadar açıklayabiliriz. Ondan ötesi için benim aklıma, AKP için türbana serbestlik öneren anayasa taslağını hazırlayan Prof. Özbudun ve ekibinin şimdi kaygılanmaya başkladıklarına ilişkin haberleri okuyunca , Hendrik Höfgen geliyor. Istvan Szabo’un Mefisto filmindeki, sanatını icra etmeye devam edebilmek için bilincini terkeden artist… Bu ekip de Herr Höfgen gibi “işini” en iyi biçimde yaptı, ama genel siyasi bağlamına aldırmadan… Şimdi, enerjileri, saygınlıkları, bireysel özgürlükler kavramı aracılıyla, türban üzerinden, siyasal İslam’ın hegemonya projesini güçlendirecek biçimde tüketiliyor…