İsrail’in hava saldırıları, kara savaşında uyguladığı post-modern mekân yönetim teknikleri, çoğu sığınmacı bir buçuk milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze şeridinde neredeyse taş üstünde taş bırakmadı. Bu arada tam sayısı belli olmamakla birlikte çoğu kadın, çocuk sivil 1400’den fazla Filistinli öldü, 3 bin 500’den fazla yaralı var. Ama üç hafta süren savaşın sonunda, yorumcular (Guardian, Financial Times), hiçbir sorunun çözülemediğinden yakınıyorlardı.
Herkes kazanmış (!?)
İsrail’e bakılırsa, Hamas’a büyük bir zarar verdi. Ne kadar kısa sürede ne kadar insan öldürebileceğini, bina yıkabileceğini göstererek, askeri gücünü dosta (eğer hâlâ kaldıysa), düşmana (sayıları giderek artıyor) kanıtladı. Bu büyük bir zafer olmuş. Hamas’a bakılırsa, füze atma kapasitesini kaybetmemiş, liderliğini koruyabilmiş. O da savaştan zaferle çıkmış. İki taraf da, zafer kazandıkları için olacak, tek taraflı ateşkes ilan ettiler.
Felaket bu kadar büyük olmasaydı, İsrail ve Hamas liderliklerinin zekâları üzerine eminim bir sürü müstehcen şaka üretebilirdik. Ama ne yazık ki, dünyada yükselen İsrail karşıtı gösterilere bakarak, tarihin karanlık günlerini anımsayan İsrail halkının gelecek korkularıyla; kaybettikleri sevdiklerinin bir kısmını gömerken, geri kalanını da çökmüş binaların altında aramaya devam eden Gazze halkının gözyaşlarını, bir an kenara bırakarak, bu “zaferler” üzerinde “düşünmekle” yetinmek durumundayız.
İsrail en azından Hamas’a büyük bir darbe vurarak roketlere son vermeyi, Abbas’ın ve Filistin yönetiminin yeniden Gazze’de egemen olmasının yolunu açmayı amaçlıyordu; sergilediği askeri kapasiteye karşın amaçlarına ulaştığını söylemek zor.
Bir meşruiyet sorunu var
İsrail’in uzun süreli güvenliği, uluslararası alanda meşruiyetini, soykırım yaşamış bir halkın kurduğu “demokratik, uygar devlet” imajını korumaktan geçiyordu. Ancak Gazze’de yaşananların küresel medyadaki yankıları, Avrupa’nın büyük kentlerinde yükselen İsrail karşıtı protesto gösterileri, Türkiye’de de oluşmaya başlayan Yahudi düşmanlığı havası, İsrail’in yalnızca uluslararası imajını zedelemekle kalmadığını, yakın müttefikleriyle bağlarının zayıflamaya, İsrail halkının kendi ahlaki üstünlüğüne inancının sarsılmaya başladığını gösteriyor.
Dahası, Haarez, Jarusalem Post gazetelerinin aktardığı gibi, İsrail seçkinleri şimdi, kendilerini bir “uluslararası savaş suçları davaları” dalgasının beklediğine inanıyorlar. Adının açıklanmasını istemeyen bir bakan, “Gazze’deki yıkımın çapı belli olduktan sonra ben artık Amsterdam’a tatil için değil mahkemelere çıkmak için giderim” diyormuş.
Bu savaş İsrail’in bugüne kadar benimsediği güvenlik paradigmasının iflas ettiğini de gösteriyor. Artık, salt askeri güce dayanarak, Filistin tarafının bakış açısını inkâr ederek, Hamas’la konuşmayı reddederek ilerlemek olanaklı değil. Bu yüzden, İsrail barış hareketine yıllarını vermiş bilge adam Uri Avineri, “bu savaş son tahlilde bizzat bize, İsrail devletine zarar verdi” diyor.
Bir de sorumluluk…
Yukarıdakiler, Hamas’ın “zafer” iddialarını adeta haklı çıkarıyor. Gerçekten de Hamas’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde muhatap alınması önemli bir gelişme. Komuta kademesini, kadrolarının çoğunu koruyabilmesi, İsrail’e füze atmaya devam edecek kadar ayakta kalması da…
Ancak bu “başarılar”, “Hamas’ın Filistin halkına olan sorumluluklarını yerine getirebildiği” anlamına gelmiyor. Örneğin, Hamas’ın izlediği politika barış sürecine ne kadar hizmet ediyor? Hamas, yönetimini üstlendiği Gazze’de halkın güvenliğini ve refahını sağlayabiliyor mu?
Bu sorulara olumlu cevaplar vermek çok zor. Birincisi, Hamas’ın İsrail’i tanımamaya, askeri açıdan hiçbir anlamı olmayan füzeleri atmaya devam etmesi, barış sürecini tıkıyor. İroni şurada ki İsrail’deki muhafazakâr kanadın da istediği bu. Her ikisi de “iki devlet” çözümüne kendi açılarından farklı gerekçelerle karşılar. İkincisi Hamas artık işgal altındaki bir bölgede değil, Gazze’de yönetimde olan bir örgüt. Bir başka ülkeye saldırırken bunun, sonuçlarını da hesap etmekle yükümlüdür. Eylemleri, kendisini kucaklayan toplumda yaşayanların ekonomik, siyasi ve hayati güvenliğine öncelik vermiyor.
Hamas, Hizbullah gibi İsrail askerlerini sahada göğüsleyerek, yenilgiye uğratarak ayakta kalmadı, övünerek söylediği gibi savaşmayarak ayakta kaldı. İsrail’in gazabına katlanmak da, bir yere kaçamayan Gazze halkına kaldı.
Hamas bu taktiği izlerken Gazze halkının onayını almak yerine, onlara durumu, camilerde dini içerikli konuşmalarla, şehitlik nutuklarıyla açıklamaya devam etti. Hamas dini bir örgüt olarak, tabii ki, Tanrı karşısında sahip olduğuna inandığı sorumluluğa öncelik verdi, kendisini ayakta tutan toplumsal yapının insanlarının hayatına, iradesine değil…
Hamas belki İsrail saldırısı karşısında ayakta kalmayı başardı, ama bu savaş özelde Gazze, genelde Filistin halkının, güvenliğini, refahını, geleceğini Hamas’a emanet edemeyeceğini de gösterdi.
No comments:
Post a Comment