Wednesday, May 09, 2007

Esas “ılımlı İslam” ve AKP

Türkiye’de, AKP’nin “ılımlı İslam”ı temsil ettiğine ilişkin, yakın zaman kadar beni de etkileyen, büyük ve çok tehlikeli bir yanılsama egemen. Bence Türkiye’de esas ılımlı İslam'ı AKP temsil etmiyor. AKP, AKP’den El Kaide’ye kadar uzanan bir yelpazeden oluşan siyasal İslam’ın temsilcisi.

Laiklik Ateistlik olmadığına göre…
Tandoğan mitinginden bu yana Türkiye’de bir kitle eylemleri fırtınası yaşanıyor. Dışarıdan bakınca da şöyle bir görüntü var: “Laikler, ılımlı İslam’a karşı. Asker de sotaya yatmış darbe yapmak üzere”. Askerin niyetini ben bilemem, darbe yapmasına da kesinlikle karşıyım, ama bu “Laikler ılımlı İslam’a karşı formülasyonu” beni rahatsız ediyordu. “Ne yani sokaklara çıkanlar Müslüman değil mi?” diye düşünüyordum. Tabi aralarında Ateistler vardır. Ama bunların çok ufak bir azınlığı oluşturduğu (Türkiye’de siyasi olmayan Ateizm geleneği olmadığından) kolaylıkla ileri sürülebilir. Eğer sürülebilirse, esas ılımlı İslam’ı, AKP değil de meydanlara çıkanlar temsil ediyor olamaz mı? İlhan Selçuk, “dindar ve dinci” ayrımı yaparken , sanırım tam da bu olguya dikkat çekiyordu.

Bu nedenle, ayrımı Laikler ve ılımlı İslam olarak değil, “ılımlı (siyasal olmayan) İslam” ve “siyasal İslam” olarak yapmak çok daha doğru olacak.

İki farklı pragmatizm
O zaman sanırım şöyle iki betimleme söz konusu olabilir: Siyasal olmayan -ılımlı- İslam: Yüceyle arasındaki ilişkiyi ve dini, siyasal (devlet-iktidar) pratiğinin dışında yaşamak, yaşarken de bunu kendi yaşam pratiklerine (kişisel ilişki kodları ve estetik), ekonomik yaşamlarının gereksinimlerine (mülkiyet, üretme ve bölüşme), cinsiyet özelliklerine (kadın erkek) ve hatta cinsel tercihlerine (hetoroseksüel, eşcinsel) göre düzenlemek isteyenler, maddi dünyanın gelişmelerine, uyum sağlamaya çalışırken dine, dini inançlarına karşı daha pragmatik, esnek bir tutum benimseyenle. Daha felsefi bir çözümlemeyle, dini de içeren bir “hakikat rejimine” sahip olanlar. Siyasal İslam: Dini mutlaka siyasal (devlet-iktidar) pratiğiyle ilişkilendirmekte ısrar edenler. Nihai amaçları, maddi dünyadaki gelişmeleri, güçleri yettiği oranda, gerekirse tedricen, dini inancın (sistemin) disiplini altına almayı arzu eden ve bu yönde çalışanlar. Dini tek “hakikat rejimi” olarak kabul edenler.

Görüldüğü gibi karşımızdaki yaklaşımların ikisi de pragmatik; ancak biri esas olarak diğeri ise gereklilik, taktik olarak. Kafamızı, (en azından uzun süre benim kafamı) karıştıran da bu oldu. Birincisine, ılımlı İslam tarafında, pragmatizm dini kuralların uygulamışına yönelik iken, ikincisinde pragmatizm dini kuralların yaşamı egemenlik altına alma sürecine, belli bir “hakikat rejimini” eninde sonunda egemen kılmaya yönelik olarak karşımıza çıkıyor.

Böyle bakınca da esas ılımlı İslam’ın birincisi olduğu, AKP’den El Kaide’ye kadar uzanan ikinci bir siyasi yelpazenin de siyasal İslam’ı, bunun içinde de AKP benzeri akımların pragmatik kanadı temsil ettiği söylenebilir.

5 comments:

Engin Kurtay said...

Ben formülü daha farklı koyardım:

Öncelikle islamın her türünün (ılımlı olsun, radikal olsun) kaçınılmaz olarak siyasal olduğunu düşünüyorum. Çünkü her ikisi de, hukuk düzeni ve kamusal alanda dinsel özgürlük ya da kısıtlamaların uygulanması konusunda – farklı da olsa – projelere sahipler. Toplum düzeni, özgürlük alanı ve sınırlarının düzenlenmesi, kamusal alana yönelik üretilmiş her proje, tanım gereği siyasaldır. Öyleyse, hem ılımlı islam, hem radikal islam, ikisi de siyasaldır.

- Aralarındaki fark nedir:

Ilımlı İslam: Bu ideoloji, “çokkültürcü” (multiculturalist) bir projedir. İnsanların ait bulundukları kültürel kimliklerine göre, yaşamlarının çoklu hukuk, eğitim, kamu düzenlerine göre biçimlenmesini öngörür. Örnek: kimliğinde “islam” yazan öğrenciler için din dersi zorunludur. Öbürleri için? belli değil. Ya dinsiz ise? Belli değil. Örnek: başörtüsü, giyim, kişisel bir seçimdir, isteyen heryerde başını örtebilir, üniversitelere takke, türban, sarık ile girilebilir. Giderek bölgelere ve yörelere göre çeşitli yönetim, hukuk, eğitim düzenleri getirilebilir. Çokkültürcülük, tanım gereği, demokrasi ve özgürlükleri kültürel (ideolojik) düzlemde tanımlar. Günümüzde bütün dünyada genel trend budur ve buradan bakınca da ılımlı islam, son derece demokratik ve çoğulcu bir siyasal proje gibi görünür.

Radikal İslam: Bir isyan, başkaldırı ideolojisidir. Ancak zalim ve mazlum arasındaki zulum ilişkisini, maddi düzlemde üretim ve sömürü ilişkilerinin çözümlenmesiyle ve bu ilişkilerin diyalektiği içinde algılamaz. Bunun yerine, yine dinsel-kültürel kimlikler arasındaki sabit çelişkiler biçiminde algılar. Bu yönüyle devrimci olamaz. Sadece isyancıdır. Akıntıya kürek çeker. Emperyalizm teorisi yapmadan antiemperyalisttir. İtici gücü teori olmadığı için, TEORI yerine DOGMA ile harekete geçtiği için, uygulamada başarı şansı yoktur. Antiemperyalist versiyonları, genelde yerel iktidar odakları tarafından manüple edilirler.

Bu iki kategori arasında hemen bir değerlendirme yapalım: tercihim radikal islamdır. Ilımlı islam çok daha tehlikelidir. Sadece Türkiye için değil, bütün insanlık için en büyük tehlike, din ve kültürün böyle demokratik ve çoğulcu bir kısve altında siyasal bir proje olarak sunulduğu ideoloji biçimidir. Küresel ya da yerel sömürü ilişkilerini en başarılı biçimde hasıraltı eden ve aydınlanma projelerini soğuran, söndüren ideoloji biçimi budur. Radikal islam ise daha kanlı ve şiddet doludur, hiçbir işe de yaramaz, ama hiç olmazsa eylem düzeyinde Gerçeğe, çelişkinin odağına biraz daha yaklaşmaktadır.

Laiklik: Sayın Yıldızoğlu’nun “siyasal olmayan –ılımlı- İslam” olarak adlandırdığı kategoridir. Yukarıda belirttiğim gibi, bence bu adlandırma – ne yazık ki – hatalı ve çelişkilidir. Bu kategori içinde yer alan insanlar (yani Cumhuriyet devrimlerinin ve laikliğin savunucusu, mitinglerde yer alan “aydınlık yüzlü” insanlar, “orta sınıfın yeni halleri”) kararsız, belirsiz bir ideolojik tutum içinde, bizzat – SİYASAL OLMAYAN İSLAMIN OLANAKSIZLIĞI’na bağlı – bu çelişkinin içinde yaşamaktadırlar. Söylemlerinde “laiklik dinsizlik değildir”; “hem müslümanım hem laikim” gibi ifadeler sürekli vurgulanır. “Laiklik dinsizlik değildir” söylemi, özellikle 80 darbesinden sonra okul kitaplarında, orta öğrenimde çokça yer almış asimetrik bir söylemdir: herkes bunu tekrarlar durur, ama kimse “laiklik dindarlık DA değildir” demez! Oysa laiklik, ne dinsizliktir, ne de dindarlıktır.

Orta sınıfın yeni halerinin bu çelişkili ve kararsız ideolojik yapısı, aynı zamanda onun örgütlenmede, birleşmede, siyasallaşmada yaşadığı zorlanmanın, karmaşık ya da bilinçsiz sınıfsal yapısının da anlatımıdır. Bu çelişkinin aşılması ise, en temellere inmeyi, kitleler düzeyinde Marx’ın sosyal felsefesine, ideoloji teorisine inerek yapılacak çözümlemeleri gerektirir.

Ergin Yildizoglu said...

Sevgili Engin. Benim vurgulamaya calistigim nokta sanirim dikkatini cekmedi. Meydanlardaki ornegin caglyandaki, dini sorulunca muslumanim diyen, insani dusunuyorum. Laiklik musluman, yada bir baska din sahibi olmakla celismiyor ama siyasl islamla, evanjelik hiristiyanlikla celisiyor...

Engin Kurtay said...

Bir türlü aklıma yatmıyor, ama taktiksel nedenlerle ben de bu söylemin tamamen arkasındayım: yani laiklikle çelişmeyen, siyasallaşmayan, sadece bireysel alanda bir din sahibi olunabileceği konusunda...

Çünkü bu çelişmeme durumu, çok kararsız ve uzun süre sürdürülemez bir durum. Althusser’in formülü çok isabetli, çok geçerli:

Pascal’dan örnek veriyor: “Diz çökün, dua ediyormuş gibi dudaklarınızı kıpırdatın, inanacaksınız” diyor Pascal. Yani ideolojiler ancak toplu pratiklerle, rituellerle var olabiliyorlar. “Aktarım” şart. Çağrılma-Yanıtlama mekaniği ile (interpellation-applaudissement) ve tebalaştırma yoluyla yayılıyorlar.

Bu “Çağrılma” demokratik kısve altında olabilir (ılımlı), ya da baskılı yolla olabilir (radikal). Ama olmazsa olmaz. Bu mekaniği durdurduğunuz anda, ideoloji kendisini yeniden üretemiyor ve yok oluyor. Sadece bireyin zihninde varolan, kamuya maletme yolları tamamen kapatılmış bir ideoloji olamaz, bu olsa olsa psikiyatrik vakadır.

Çok tipik bir örnek, besmele: şoför kontağı çevirmeden belli belirsiz bir dudak hareketiyle ve yanındakilerin ancak duyabileceği bir sesle söyler. İşte tam da Althusser’in formülünü verdiği “interpellation”. Bağıra bağıra söylenmez, terbiyesizliktir, çünkü o zaman “çağrı” demokratik kısveye uymaz. Ama hiç belli etmeden, sadece zihnin içinde, düşünce ile de söylenmez, çünkü bu hiç söylememekle aynı şeydir. Zaten hep böyle yapmaya çalışsa, bir süre sonra kendisi de bunu her defasında zihninden geçirmeyi unutur.

Besmele sadece bir örnek. İdeolojik interpellationun sınırı yoktur: din dersi zorunlu olsun, çocuk dinini öğrensin, ama sonra seçmekte ve uygulamakta özgürdür, Cuma saatinde işyeri tatil... ve böyle ilerler durur. Her türlü interpellation, nihayetinde içinde siyaset barındırır.

Laikliğin sorunu da işte bu: tebalaştırmaya koyduğu sınırlar belirsizdir ve ideolojinin işleyiş mekaniği gereği, sınırlar hep tartışılır ve zorlanır olacaktır.

ulusoy erdoğan said...

Sevgili Yıldızoğlu ve Sevgili Kurtay,
ben de, çok önemli olduğunu düşündüğüm bu, -siyasi ve ılımlı İslam- konusunda, birkaç "tespitte" bulunmak istiyorum. Öncelikle, Ergin Bey'in "AKP'nin Ilımlı İslam olmadığı" yönündeki yaklaşımı kesinlikle çok doğru. Bu konu, beni de çok rahatsız ediyor. Şöyle ki, misal, şimdilerde iş işin Amerika'dayım, burada da AKP cephesi, "ılımlı İslam" gibi düşünülüyor. Oysa, bu soruya cevap bulabilmek için, İslam tarihine bakmamız lazım. Elbette, her tarihe bakış, bir yorumu beraberinde getirir, ancak şu noktalar da tarihi gerçekler olsa gerek: Hz Muhammed den sonra, İslam Dünyası'nda, iktidarı, İslam Düşmanı Emeviler ele geçirmiş ve maalesef, bugünkü İslam'a tarih içinde, onlar şekil vermişlerdir. Yani, İslama karşı savaşan Emevi önde gelenleri, daha sonra başa çıkamayacaklarını anlayınca, İslama katılıp, onu kendi amaçları için kullanmışlardır. İslamın başlangıçtaki, dönemine göre daha eşitlikçi, esnek, ileri görüşlü felsefesi (belki de bütün dinlerin orijinalindeki yapısı gibi) daha sonra kişisel hırslar için bir araç olmuştur. Emevi İslamı, Hz Muhammed Müslümanlığı olmadığı gibi (Hz İsa Hıristiyanlığını Papalık kurumu nasıl temsil etmişse?)İslamı, -o dönem için-ilerici özünden uzaklaştırıp, sadece, ibadeti esas alan bir kalıba sokarak, insanlar üzerinde baskı kurabilecek bir siyasi yapıya dönüştürmüşlerdir. 5 vakit namaz, 1 ay oruç gibi orijinal İslamda, şart olmayan ritüeller, Emevi İslamlığı ile olmazsa olmaz koşullar haline getirilmiştir. Bu da, hem kontrol, hem de insanlara -ibadet yoluyla- rahatlama sağlamıştır. Bugün, dünyadaki maalesef pekçok Müslüman da, bu Emevi Müslümanlığının etkisindedir. Diğer yandan, özellikle Hz Muhammed den sonra, Hz Ali, oğulları ve torunları vasıtasıyla--onlar Emevi zulmünden Türklere sığınmışlardır- "İslamın özüne" daha yakın bir anlayış, Türkistan çevresinde yayılmıştır.
Sonuçta, -tarihsel verilerle altını doldurunca ki bu İslam tartışmalarında mutlaka yapımalıdır çünkü bilgi olmalı ki somut sonuçlara ulaşalım- gelmek istediğim nokta şu:
1- AKP gibi Arap kökenli Müslümanlık yorumları, Ilımlı İslam olamaz, olsa olsa İslamın Emevilerle başlayan özünden uzaklaşmasına bir katkıdır.
2- Herkesin kendine göre bir gerçeklik anlayışı vardır-- ama tarihsel anlamda diyelim--İslam ın özüne en uygun yorumlar, Türk İslamlığı çerçevesindedir(diğer bazı Müslüman ülkelerde de rastlanan--tasavvuf bağlantılı-- akımlar gibi) Bu da gayet normaldir, çünkü İslam tarihine Türkler de büyük ölçüde damgalarını vurmuşlardır.
3- Dolayısıyla, esas itibariyle olay,demokrasi-cumhuriyet ve din merkezli devlet çatışmasıdır. Ancak, bir adım ötesinde--EĞER ILIMLI İSLAM konusuna girilecekse---TARİHSEL OLARAK- bu AKP kökenli grupların, DEĞİL ILIMLISINI İSLAMIN KENDİSİNİ bile temsil etmediğini söyleyebilirim.
4- İdeal olan, böyle bir İslam tarihi tartışmasına gerek kalmadan, dinin devlet işlerine karıştırılmamasıdır. Ancak, maalesef, böyle bir durumda da, sizi "bilgisiz" ve "dinsiz" diye damgalayıp, kendi tarihsel dayanağı olmayan, İslam düşmanlarınca şekillendirilmiş bir anlayışı getirip size dayatıyorlar. Oradaysa, söylenecek çok şey var kuşkusuz.
Özet olarak, Siyasal-Ilımlı İslam konusu gündeme gelmişse, mutlaka "tarihi süreçleri" de değerlendirilmelidir. Çünkü, bu söylemleri oluşturan tarihi olaylar bilinmeden, söylemlerin kendileri anlaşılamaz.
Saygılar..
Ulusoy

prisme said...

Merhabalar;gecikmis bir yorum olacak ama...
Ben bu mitinglerdeki insanlari,genellikle musluman olduklari varsayimindan yola çikarak (aralarinda tanidiklarim "elhamdulillah musluman") "sekulerlesmis muslumanlar" olarak adlandiriyorum.Nilufer Gole ve Hakan Yavuz gibi sosyologlarin "laikler ve muslumanlar" diyerek yapay bir ayrimla siyasal islami mesrulastirdiklarini bilirsiniz."Sekulerlesmis muslumanlar "derken ,islamcilarin ve onlari mesrulastiran bu tür sosyal bilimcilerin bilerek veya bilmeyerek,yaptiklari bu fahis hatayi da elestirmek istiyorum.Cunku,bu mitinglerdeki insanlar ,muslumanlarsa eger,ki bu kendilerinden baska kimseyi ilgilendirmez,asil "modern muslumanlar "onlardir.Boyle bir goruse islamcilar "Ama onlar namaz kilmaz,ibadet etmez" seklindecevap vereceklerdir.Diger "modern" ulkelerde ,sozgelimi Italya'da butun dini butun katolikler bakire midir peki?Soylemek istedigim sekulerlesme surecinin yonunun ayni oldugu.
Mitinglerdeki insanlarin dinlerinin ne oldugu,Turkiye'de son zamanlarda çok modaolan sozcukle "dindar "olup olmadiklari da kimseyi ilgilendirmemelidir;bu laik bir dusunce tarzidir;Turkiye'de asil tehlikede olan da zaten bu laik dusunce tarzi gibime geliyor.