"Beyaz adam" dün, sömürü ve egemenlik araçlarını, "uygarlaştırma" ambalajına sarıyordu. Ama bu "armağanları" alanlar, hayırsız çıktılar; ayaklandılar, bağımsızlıklarını kazandılar. Sonra ulusal kalkınma projeleri filan... Bir süredir "beyaz adam" , "ulusal projeleri" yıkarak kendine yol açıyor. Bugün "armağanların" ambalajı "serbest piyasa" , "liberal demokrasi": Rejim değişikliği .
'Pasif devrim' - 'Danse macabre'
Afganistan, Irak ve İran "beyaz adamın" hedef tahtasına çıktıktan sonra, bize düşen de serbest piyasa kurallarına uydurulmuş ılımlı İslam oldu. Bu yüzden, AKP hükümeti, Türkiye'de "demokrasiyi" temsil ediyor; toplam seçmenin dörtte birinin oyunu alarak Meclis'in yüzde 60'ını kontrol ediyor, buna dayanarak, ülkenin kültürel, siyasi dokusunu yukarıdan aşağı, adeta bir "pasif devrimle" değiştiriyor olsa bile... Bir "danse macabre" bu: Ben seni kullanacağım burayı "demokratikleştirmek" için, - Ben de seni, kendi siyasi projemi gerçekleştirmek için...
Büyük Ortadoğu Projesi'nde, göreve hazır olduklarını Wall Street Journal ve Financial Times 'ta dünyaya ilan etmiş Başbakan'dan ve Savunma Bakanı'ndan ABD çok memnun, AB de... Çünkü bu beyler, "Biz de üye oluyoruz" vaatleriyle ülkenin ekonomik, siyasi coğrafyasını AB talepleri doğrultusunda yeniden düzenliyor. Böylece "demokratikleştiriliyoruz" . Ve oryantalist intelijansiya, yüzünde "beyaz maskelerle" tarih sahnesinde; yine, bir "Başka çare yok" korosu oluşturuyor... "Bizden adam olmaz!"... "Başka türlü demokratikleşeceğimiz yok!"
Ilımlı İslam postuna bürünmüş siyasal İslam da bu desteklerden gayet memnundur, önündeki engelleri teker teker sökmeye, ülkedeki cumhuriyetçi, ulusal proje "olayına" sadık güçleri, adeta "salam taktiğiyle" tasfiye etmeye, etkisizleştirmeye devam edebildiği için...
Bu, iç ve dış çıkarların ya da AKP kurmaylarının deyişiyle "iç ve dış dinamiklerin" kesiştiği konjonktürde ya da kesiştiğini sanarak, AKP, bir adım daha atmaya kalktı. Cumhurbaşkanlığı'nı da ele geçirecek, böylece Meclis'teki "çoğunluğuna" dayanarak, istediği yasaları, bir engele takılmadan onaylatabilecek, "pasif devrimin" önü tamamen açılacaktı.
Sonra, insanlar başkentin sokaklarına döküldüler. Bu, o güne kadar görülmemiş bir dalgayı haber veriyordu. "Olmaz" dediler, biz böyle "demokratikleştirilmeye" karşıyız. Ilımlı İslam bize uymaz. Beyaz maskeli "Başka çare yok" korosu hemen başladı: Bunlar demokrasiye karşı, ne istediğini bilmez orta sınıf (ima: faşizmin temeli). Solun, emperyalizm kavramını postmodernizmin bitpazarında kaybetmiş, "gösteri toplumunda" kendine konforlu bir yer arayan kesimi de koroya katıldı: Seçilmiş hükümeti savunmak gerekir! Bunlar zaten darbeci. Tam bu sırada Genelkurmay da tartışmaya katılmaz mı? "Hah! İşte askerler..." "Şimdi darbe geliyor. Herkes AKP'nin yanına, demokrasi saflarına..."
Kitleler, özellikle, en çok tehdit altında olan kadınlar bu koroyu dinlemediler, İstanbul'da yeniden anımsattılar: "Ne darbe, ne şeriat!" Gerçi sokağa çıkanlara, gelip yakından bakan, eğer yüzündeki beyaz maskeyi çıkarabilirse, bunların ne isteyip ne istemediğini görebilirdi. Başka kentlerde de mitingler yapıldı; geçen pazar günü de, CNN'in bile "1 milyon kişi" demek zorunda kalacağı bir kitle İzmir'deydi...
Bu sırada dışarıda
İçeride, beyaz maskeli "Başka çare yok" korosu varsa, dışarıda da "Size laiklik değil demokrasi gerekir, ılımlı İslam olursa da bir mahsuru yok" korosu vardı (The Economist, New York Times, çeşitli Arap gazeteleri). Prof. Nye ( Gramsci 'den aşırma "yumuşak güç" teorisyeni) "Ben Erdoğan'ı gördüm, konuştum, bana makul geldi" diyecekti. ABD dış politika cemaatinin "gerçekçi" kanadının makbul dergisi The National Interest' te Prof. Etzioni dinin devlet işlerine karışmasında bir sorun görmüyor ve yönetime akıl veriyordu: "Türkiye'de devlet başkanının halkoyuyla seçilmesi (rejimin değişmesi-E. Y.) ABD'nin çıkarınadır."
Belli ki, bu "demokrasiden" yana olmak, agora'yı ve demos'u görmemeyi gerektiriyordu. ABD-AB iradesinin, serbest piyasanın meşruiyet aracı liberal demokrasinin gereği, milyonlarca insanın sesi yok sayılmalıydı. Tek farklı yorumun, İranlı Amir Taheri' den gelmesiyse anlamlıydı. 1972-79 arasında Kayhan gazetesinin editörlüğünü yaptıktan sonra Times, Die Welt gibi muhafazakâr gazetelerin editörlük kadrosunda çalışan, halen ABD, AB ve Ortadoğu'nun en büyük gazetelerinde sık sık yorumları yayımlanan Taheri'ye göre AKP'nin uygulamaları aslında bir "tırmanan darbe" (New York Post, 03/05) . "...AKP, kendini AB bayrağına sarıp yasaları değiştirirken, vakıflar camileri, türbeleri ele geçirerek, yüzlerce kripto İslamcı hâkim, savcı atayarak, iktidarda hangi parti olursa olsun devleti tehdit edebilecek kalıcı bir üs oluşturmayı amaçlıyor, AB de bu oyuna geliyor"... (Cumhuriyet, 16 Mayıs 2007)
Sunday, May 20, 2007
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment