Friday, April 20, 2007

14 Nisan Mitingi ve 'Güzel Ruh'

Bir milyonluk bir katılımdan söz edilen bir miting, salt bir miting olarak değerlendirilemez. O artık bir toplumsal "olay" dır. Ne yazık ki, Türkiye solunun bir kesimi 14 Nisan mitingine, ya "önderliğinin" niteliğine, ya "milliyetçi karakterine" , ordu ile arasında var olduğuna inandıkları bağlantılara, vurgu yaparak, katılmayışlarının nedenlerini açıklarken, bu gerçeği gözden kaçırdılar. İzlerken, aklıma Hegel 'in Aklın Fenomonolojisi adlı yapıtındaki "Güzel ruh" schöne Seele (Bölüm VI/C/c) kavramı geldi.
'Güzel Ruh'
"Güzel ruh" , "ruhun" , benliğin (self) saf haliyle, kendini dışsallaştırarak gerçek bir varoluşa sahip olma gereksinimi arasındaki çelişkiye takılıp kalmış, gerçek bir varoluşa sahip olmayan haline ilişkindir. Durumun farkına varan "güzel ruh" yakınmalar ve yeis içinde, çılgınlık noktasında kendini ziyan eder.
Bir tarafta, saf, kirlenmemiş, ama gerçek bir varoluştan yoksun benlik, diğer tarafta gerçek bir varoluşa sahip olabilmek için dışsallaşmak, saflığını kaybetmek, "kirlenme" gereği... Zizek 'in kimi siyasi muhalefet unsurları için söylediği gibi, bunlar "Dünyanın, kendi yüce ideallerinin gerçekleşmesini engelleyen acımasız koşullarından (ya nesnel, ya da öznel koşullar hep yetersizdir- E.Y) sürekli yakınırlar..." (For they know not what they do, Verso, 2002, sf. 70)
Burada esas sorun, "güzel ruhun" , "saflığını" (siyasi tutarlılığını vb..) korumaya çalışırken edilgen kalması değildir. Sorun, bu edilgenliği yaratan etkinlik tarzıdır. Bu etkinlik ise, dünyayı, müdahale etmeyi olanaksız kılacak bir biçimde betimlemekle (söylemle) ilgilidir. Savaş, pratikte kaybedilmeden önce, simgeselde (söylemde) kaybedilir... "Bu yakınmalar yakınılan koşulların yeniden üretilmesine katkıda bulunur."
Napolyon "önce hele savaşa bir girelim ne olduğunu ondan sonra görürüz" , Marx, "sorun dünyayı değiştirmektir" , Lenin "teori gridir yaşam yeşildir" derken, aslında hep bu "güzel ruhlara" karşı konuşmuyorlar mıydı? İşin özü şu: Bir durumun "hakikatini" , içine girmeden, ondan etkilenmeden, pratiğimizle onu etkilemeden bilemeyiz. Pratiğin bizzat kendisi "durumu" değiştirir... Dünyayı değiştirmek onu, siyasi eyleme olanak verecek biçimde betimleyebilmekten geçer. Şimdi, mitinge dönelim: Bu "olay" , hangi "durumun" içinde gerçekleşti?
'Olay' ve 'durumu'
Türkiye'de bir ekonomik krizin, dünya ekonomisiyle eklemlenme biçimlerinin işlevsizleşmesinin sonucu, "iktidar bloğunun" artık "yönetemez" hale gelmesiyle, ortaya çıkan 12 Eylül darbesini, böylece başlayan yeni süreci anımsayalım. Bu süreç içinde hem dünya ekonomisiyle eklemlenme biçimleri yeniden yapılandırıldı, hem de, iktidar bloku, diğer sınıf ve tabakaların desteğini yeniden kazanarak, post-modern/neo-liberal bir söyleme, hızlı metalaşmanın psiko-patolojisine dayanarak, hegemonyasını yeniden kurdu. AKP hükümetini bu hegemonya sürecinin son noktası, yeni bir krizin başlangıcı olarak görebiliriz.
AKP hem "küreselleşmenin" krize girdiği, hem de bu krizin bir parçası olarak Türkiye'nin dünya ekonomisiyle eklemlenme biçimlerinin yeniden bozulmaya, hem de "blok" içinde bölüşüm sorunlarının yine öne çıkmaya (bunlara bir de Kuzey Irak'a bakarak "ekonomik olarak varız ama güvenliği sağlayamıyoruz" diyen sömürgecilik meraklılarının basıncı eklendi) başladığı bir dönemin ürünü. Şimdi, halk sınıflarının yaşam koşulları bozuluyor, orta sınıf (iktidar blokunun dayandığı "orta direk" ) hızla aşınıyor. Bu sırada, küresel hegemonyacı gücün (blokun: ABD-AB) kriz yönetme politikalarını, bölgedeki jeopolitik basınçları ülke içine taşıyan "iktidar blokunun" anlattığı hikâye (Küreselleşmecilik - ulus devletin sonu - ılımlı İslam) ile, geniş kitlelerin algıları, özlemleri ve korkuları arasında yeniden bir uçurum oluşuyor. 14 Nisan "olayı" bu dinamiklerin yarattığı "olay yerinde" gerçekleşti.
Mitinge bakınca, emperyalizme, neo-liberalizme karşı tepkilerde, yoksullaşma, sömürgeleşme korkusunu, bu korkudan kurtulma özlemlerini; ulusalcılığın öne çıkmasındaysa, sanıldığı gibi Kürt düşmanlığını değil, bir parçalanma sürecinin, yaratacağı kaosun (Yugoslavya, Irak...), laikliği (modern yaşamı, sivil hakları - özellikle kadınlar!) kaybetmenin korkusu ama aynı anda, etnik, dini bölünmüşlükleri aşarak vatantaş olarak yaşama özlemi gizli.
'Güzel ruhun' başarısızlığı da burada. Sorun, onun sandığı gibi bu kitleyi "milliyetçilerin" , "eski darbecilerin" sokağa çıkarması değil. Çünkü, bu çapta bir kitleyi kimse sokağa çıkaramaz. Lenin ile Stalin arasında, 1917, Temmuz-Ağustos ayaklanmalarına ilişkin yorum farkını anımsayalım: Stalin "kostümlü prova" derken, Lenin vurguyu kitlenin öz inisiyatifine yapıyor, hiçbir parti, bu çapta bir sokağa çıkışı örgütleyemez diyordu... Sorun, "önderliği kitlenin yerine ikame ederek" , kitleyi küçümsemek de değil. Sorun bir "olay" statüsüne yükselen kitle eyleminin, parçası olmakla, onunla eylem içinde etkileşim, diyalog içine girmekle, "hakikatini paylaşmakla" , yapılması gereken bir değişiklik varsa, onu önerme olanaklarını kullanmamakla ilgiliydi. "Olayı" karşıdan edilgen bir biçimde seyretmek değil: İçinde "özne" olmaya çalışmak gerekiyordu... Geçmiş olsun! (Cumhuriyet, Globalpolitikultur, 18 Nisan 2007

2 comments:

SERKAN said...

Fikirlerinize dair düşüncelerimiz olsa da bu mitingler hakkında ne düşündüğünüzü gerçekten merak ediyorduk.

Bu mitingleri 'Roma Yürüyüşü' ne benzetip demokrasi uğruna AKP'yi desteklemenin/ona oy vermenin anlamlı olduğunu savunmaya başlayanların içine düştükleri çatal iktidarın kurduğu bir çataldan ibaret. Sivil toplumculuk ve demokrasi havarileri karşısında Ulusalcı hatta faşist denen bir elitist klik.

Bu ikilik Türkiye'de kapitalist emperyalizme karşı mücadele edenlerin oluşturduğu bir kamplaşma değil.

Ve bu mitinglere katılan insanların ne beyanat verirlerse versinler yukarıdaki kamplardan birine doğrudan angaje etmek anlmalı görünmüyor.

Hele bugün evrensel değerler ve 'vatandaşlık' temelli bir siyaset yapılması gerekirken egemen güçlerin şekillendirdiği bir oyuna dayatılmış kimliklerle katılmak değil bu oyuna tabiri caizse çomak sokmak gerekir.

Öte yandan unutulmaması gereken diğer önemli nokta da mitinglerde herhangi bir olay çıkmamasına rağmen 1 Mayıs kutlamalarına sistemin nasıl cevap verdiği de ortada.

Her iki 'biraraya gelişin' dinamiklerini iyi değerlendirmek ve egemen güçlerin yareattığı kamplara girmek yerine toplumsal değişim ve dönüşümün bugünkü dinamiklerini iyi kavramak gerekir diye düşünüyorum.

Unknown said...

Ergin Bey 14 Nisan mitingini çok doğru okumuşsunuz ki sizden de bu beklenirdi. Bu yazıyı yazdığınızda -çok daha fazla katılımlı- Çağlayan, Gündoğdu, Manisa, Samsun ve diğer mitingler henüz yapılmamıştı. Bu yazıdaki analizleriniz sonraki mitinglerle de kanıtlandı. Özellikle de bunun miting değil "toplumsal olay" olduğu önermesi yüzde yüz kanıtlandı. Güzel ruhlarını korumak isteyenlerin bir kısmı daha sonra hatalarını anlayıp mitinglere katıldılar. Bir kısmı AB kompleksli ve anti emperyalist olmayan tavırlarına devam ettiler.

Gerçekten halkın içinde olmak gerekti. "Önderlik" içinde olayın ruhuna ihanet edenler de çıktı. (Nur Serter Hoca). Ama toplumsal bir olaydı bu. Çünkü hiç bir "önder" ya da örgüt bu boyutta bir kitleyi sokağa çıkaramaz. Bu olay neredeyse doğrudan demokrasi düzeyinde katılımla gerçekleşti. Tek bir üzücü olay (yankesicilik bile) olmaması kitlenin düzeyini gösteren çok önemli bir kanıttır. Askerlik yapanlar bilirler. Bırakın milyonlarca sivili, binlerce askeri dar alanda sorunsuz tutmak bile çok zordur.

Eğer Türkiye çağcıl bir demokrasi olacaksa ve doğru hakikat rejimini seçecekse (Laiklik, Aydınlanma) bu, çağdaş, eğitimli ve etnikçi tuzaklara düşmeyen bu kitle sayesinde olacak. Ve demokrasi gerçek mücadele tabanına (emek sermaye çelişkisine yani etnik, dini mezhepsel post modern yapılara değil) oturacak. Ve tabii Türkiye gibi çevre ülkelerde tam bağımsızlığın ne kadar önemli olduğu tekrar hatırlanacak

Bence bu toplumsal olay sağ duyunun ve toplumun vicdanının fiziki olarak ortaya çıkmasıdır.