Wednesday, January 10, 2007

MİT 80. yılı açıklamasının metnini değerlendirmeye devam ediyorum.

Üçüncü aşama:
Şimdi metni bağlamına oturtmaya (“text and its context”) çalışacağım.
Birbirini kesen üç bağlam söz konusu: Birincisi mekansal/coğrafi bağlam. İkincisi, zamana ilişkin, tarihsel bağlam. Üçüncüsü de kavramsal/söylemsel (conceptual/discursive) bağlam.

Mekansal Bağlam: Metin üç mekansal bağlama gönderme yapıyor: Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu. Sonra iki saptama daha yaparak bu göndermeyi daha da belirginleştiriyor. Birincisi: “Kademi olarak Orta Asya’ya açılan bir coğrafya”; İkincisi: “Doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan”. Balkanların artık Avrupa Birliği alanına girdiğini de düşünerek metnin aslında Kafkaslardan, Basra Körfezine kadar uzanan bölgeyi mekansal bağlamı olarak kabul ettiği, daha doğrusu, metni bu mekana oturtmak gerektiği söylenebilir.

Bu mekanın, ilk elde, bütünsel olarak üç özelliği olduğunu görebiliriz: (1) Enerji kaynakları, (2) İsrail’in güvenlik bölgesi; (3) ABD’nin tek kutuplu dünya projesi /imparatorluk refleksinin kendine başlangıç noktası olarak seçtiği coğrafya. Bu mekanı biraz daha daraltırsak, TC’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden etnik sorunun hinterlandı, Irak savaşından sonra, yeni bir savaş olasılığın (İran’la) güçlenmekte olduğu bir alan olduğunu da görebiliriz.

Bu saptamaların ışığında, metnin, Türkiye’ye (geçmiş 600 yıllık dinamiğinin aksine) doğuya doğru açılan bir pro-aktif dış politika etkinliği, hatta genişlemeci bir savunma stratejisi önerdiği söylenebilir. Burada karşımızda dört soru var: Birincisi Türkiye Cumhuriyeti devleti bu dış politikayı taşıyacak kültürel-ideolojik iklime ve ekonomik/teknolojik kapasitelere sahip mi? İkincisi, bu bölge aynı zamanda ABD’nin “tek kutuplu dünya” projesi bağlamında en önemi etkinlik alanı olduğuna göre, onun iradesiyle TC’nin iradesi arasında nasıl bir “modus operandi” kurulabilir? Çatışma söz konusu olabilir mi? Olamazsa, ve bunu taraflar ta baştan biliyorsa, burada bir tabiiyet ilişkisi doğmayacak mı?

Zamansal Bağlam: Burada göz önüne almamız gereken dört boyut var sanırım: Küreselleşme süreci olarak bilinen küresel serbest piyasa oluşturma girişiminin iç çelişkilerinin yükü altında giderek çatırdamaya başlamış olması. İkincisi: Soğuk savaş sonrasında ABD’nin tek kutuplu dünya projesine karşı direniş ve yeni güçlerin yükselmeye başlaması. Üçüncü:
Bunun içinde, Büyük Ortadoğu Projesi. Dördüncü olarak, İsrail devleti üzerindeki bölgesel/güvenlik, teknolojik, ekonomik ve iç siyaset yüklerinin artıyor olması. Bu ülkede bir yönelim ve güvenlik politikası belirsizliği gelişiyor. Buna karşılık bölgede siyaset giderek dincileşiyor.

MİT’in metnini bu bağlama oturttuğumuzda, birbirini dışlayan iki saptama çıkıyor karşımıza: Değişken ve istikrarsız bir dünya var, yarın ne olacağını bilmek, buna göre p;an yapmak olanaklı değil. Buna karşılık küreselleşme süreci değişmez bir varsayım. Birinci saptama hem doğru hem yanlış. İlk bölümde değinmiştim. Ama önemli olan, hem bu saptamayı yapıp hem de küreselleşmeyi (tarihsel deneyleri, gittikçe yoğunlaşan kaygıları) görmezden gelerek kalıcı bir süreç olarak almak anlaşılabilir bir tutum değil; ya bu tutumu ideolojik/söylemsel alanın dışında anlayabilmek olanaklı değil.

Bu tarihsel bağlama oturttuğumuzda, metnin “rol savaşları” gibi kavramlarını da düşündüğümüzde, daha baştan egemen söylemin benimsendiği ve bunun içinde bir rol düşünüldüğü, olasılıkların sınırının buradan geçtiği görülüyor.

Kavramsal / söylemsel bağlam: Metnin bir çok başka metinle/söylemle diyalog içinde olduğu açık ama bence üç tanesine değinmekte özellikle yarar olabilir: Metin bunlardan ikisiyle doğrudan üçüncüsüyle de dolaylı, hatta üzeri örtülü olarak diyalog kuruyor.
Doğrudan ilişki kurulan söylemler, küreselleşmecilik ve “tek kutuplu dünya projesi”. Dolaylı olarak ilişki kurulan söylem ise bence “Yeni Osmanlılık” olarak tanımlayabileceğimiz, Türkiye’ye Doğuya doğru açılan bir bölgede, bölgesel hegemonyacı rolü biçen projeksiyon. Bunların ilk ikisi, ABD dış politikasının temel varsayımları ve MİT’in metninin bu varsayımları benimsediği söylenebilir. İkincisi, AKP ile yükselmeye başlayan sınıfsal hegemonya hareketinin söyleminin, dış politika ayağıyla ilgili. AKP ile yükselmeye başlayan hegemonya çabasının dış politika projesiyle, ABD’nin imparatorluk projesi ve küreselleşmeci söylemin, ulus devletlere ilişkin projeksiyonları alanında kesişiyorlar. Biri ulus devletlerin ümmetlere doğru evrimini düşlerken, diğeri sınırlarının anlamsızlaşarak sermayeye tümüyle açıldığı bir ütopyayı düşlüyor.

Metnin önerdiğini düşündüğüm pro-aktif, sınır ötesi açık gizli etkinliklere giderek daha çok yer verecek bir dış politika ve savunma politikasını bu mekansal tarihsel ve söylemsel bağlamlara oturtmaya başladığımızda da karşımıza düşündürücü, kaygılandırıcı bir görüntü çıkıyor.

Kaygı verisi bir nokta daha var: Bu metin çok özel, ABD ve İngiltere de, istihbarat kuruluşlarının propaganda bölümlerinin ve tabii medyanın halkı yeni bir savaşa hazırlamaya, kamu oyunu “yumuşatmaya” çalıştığı bir momentte yayımladı…

No comments: