Tuesday, September 01, 2009

Bir Boya dökme vakası üzerine düşünceler

ÖDP’li olduğunu söyleyen bir grup gencin Roni Margulies’in üzerine boya döktüğünü okuduğumda önce güldüm ve geçtim: “Olur böyle şeyler”...

Ancak daha sonra ÖDP başkanlığının, Margulies’in tepkilerini, Türkiye siyasetinin andaki konjonktürünü tanımlayış biçimini, düzen medyasının haberi bir sol partiyi yıpratacak biçimde verdiğini görünce, olaya daha bir yakından bakmak gerektiğini düşündüm. Bu blogda da düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

Boya vakasının dört bileşeni var. 1)Boya atılması; 2)Boya’nın rengi; 3) ÖDP’nin tepkisi; 4) Margulies’in tepkisi;

1)Boya neden atılmıştır? Boya, Margulies’in Türkiye sosyalist hareketinin geleneğine karşı aldığı küçümseyici, hatta aşağılamanın sınırına kadar gelen alaycı yazısını ve genel siyasi tavrını protesto etmek için atılmıştır.

2)Boya ne renktir? Boya yeşildir. Bu renk, Margulies’in Siyasal İslam’ın “pasif devrim” sürecinin bir parçası haline geldiğini vurgulamak için mi seçilmiştir? Bence bu soruya olumu bir cevap verilebilir.

3) ÖDP’nin tepkisi ne olmuştur? ÖDP başkanı “bizde yazara saldırı kültürü yok, gereği yapılacak” demiştir. Bu doğru bir tepki midir?

Bu, birçok açıdan doğru bir tepki değildir. ÖDP başkanının “bizde yazara saldırı kültürü” yok sözündeki “biz” eğer sosyalist, hatta genelde muhalefet kültürüne gönderme yapıyorsa, bu tür protesto eylemleri hem kültürümüzde, hem de geleneğimizde vardır. Geleneğimizde barışçı (bedensel zarar vermemeye dikkat eden) protesto yöntemleri arasında, sermaye düzeninin yanında olanlara, sahtekar siyasilere, iki yüzlü, dönek eski solculara, vb., tepki olarak boya, yumurta, domates vb atmak vardır. Bu yöntemler burjuva orta sınıf duyarlılıkları bağlamında kibar bulunmayabilir, ama emekçi sınıfların, sosyalist militanların kendilerini ifade etmek, kızgınlıklarını dışa vurmak için seçebilecekleri meşru protesto biçimleridir. Meşruiyetleri, hedeflerinin niteliğinden ve protestonun amaçlarından kaynaklanır. Toplumdaki “adabı muaşeret” (görgü) kurallarından değil.

Yaşamına sokakların partisi olma niyetiyle, büyük bir umut ve iyimserlik ortamında başlayan ÖDP’nin bir türlü sokakların partisi olamamasının nedenlerinin arasında, emekçi sınıfların, kızgınlığını, nefretini ifade edecek bir kültürü benimsemeyi başaramamış, çoğu zaman, orta sınıf duyarlılıklarının kibarlığı içinde kalmayı seçmiş olması da vardır. Bir siyasi partinin militanlarının ve eylemlerinin kültürünü, ait oldukları, temsil ettikleri sınıf ve tabakaların duyarlılıkları belirler, toplumsal “adabı muaşeret” kuralları değil.

4) Peki uğradığı saldırı karşısında Margulies’ın tavrı ne olmuştur? Margulies kendisine bu büyük “haksızlığı” ve “terbiyesizliği” yapanların yakasına sarılmamıştır. Bu çok sağ duyulu, soğuk kanlı, ve “medeni” bir tavır olabilir, ama sosyalist hareketin, genelde siyasetin geleneğinin duyarlılıklarına, uymadığı gibi haksızlığa uğramışlık duygusuyla da bağdaşmaz.

Daha sonra Margulies, “Tepki göstersem kavga çıkardı. Yanımda ailem var diye hiçbir tepki göstermedim. Ben tepkisiz kalınca çevredekiler ve garsonlar da bunu bir saldırı olarak algılamadılar. Karşılık verseydim o çocuklar fena sopa yerdi” demiş. Sonra da “saldırganları”, Mafya’dan bile beter serseri sürüsü olarak nitelemiş. Bu tutumdaki, burjuva soğukluğuyla yukardan bakmak, karşısındakileri tam bir orta sınıf duyarlılığıyla “serseriler” olarak nitelemek de sosyalist hareketin geleneğine uymaz.

Margulies’in üyesi olduğu siyasi grubun üst düzey bir yöneticisinin, Ufuk Uras’ın seçim kampanyası sırasında, bir ÖDP’liyi yumrukladığı, doğrudan şiddet kullandığı söylenmektedir. Eğer bu söylenti doğruysa, şimdi bizim, bu arkadaşımızın serseri filan mı olduğunu düşünmemiz gerekecektir? Tabii ki hayır. Sosyalistler tutkulu insanlardır, tüm tutkulu insanlar gibi, onlar da zaman zaman sinirlerine hakim olamayabilirler. Her olay kendi özelinde değerlendirilir, yargılanır, öyle genel geçer nitelemelerle, hele Mafya’dan beter, “serseriler sürüsü” gibi kavramlarla değil. Margulies belki ayırdında değil, ama bunlar hem uluslararası hareketin, hem de Türkiye sosyalist hareketinin geleneğinin bir parçasıdır.

Peki çevredekiler ve garsonlar neden müşterilerden birinin başından aşağı boya dökülmesini bir saldırı olarak algılamamışlardır? Böyle olaylar meyhanelerde sık sık mı olmakta, insanlar bunu şaka, ya da özel bir rituel sayarak mı karışmamaktadırlar? Yoksa olayın başka bir boyutu daha var mıdır?

5) Kendini sosyalist olarak tanımlayan Margulies, Türkiye sosyalist hareketinin hangi kuşağına aittir? 1968 kuşağına mi aittir, yoksa 1978 kuşağına mı?

Margulies, 1968 ve 1978 kuşaklarına ait değildir. Çünkü o dönemin ne sendikal mücadelesinde, ne sokaklardaki anti faşist mücadelede, ne de gruplar arası rekabetlerde, hatta kavgalarda, ideolojik mücadele ortamında yer almamıştır.

Buna karşılık boya olayına neden olduğu söylenen yazıda da görüldüğü gibi Margulies o iki dönemin duyarlılıklarına yabancıdır, hatta ahlakına düşmandır.

Sosyalizm bilgiyle başlamaz. Sosyalizm bir adaletsizlik duygusuyla ve dini açıklamalara ilişkin bir düş kırıklığıyla başlar. Buradan bir tepki ahlakı ve mücadele sadakati doğar. Bu ahlak ve sadakat olmadan yabancı dil bilmek, yada bilmemek, Marx, Engels, Lenin, tüm tarihsel yapıtlar külliyatı, hiçbir anlam taşımaz. Tam tersine, bu külliyatın doğmasının benimsenmesinin, geliştirilmesinin arkasında, her zaman bu ahlak ve sadakat vardır…

Bu ahlak ve sadakat, olmazsa olmaz koşuludur sosyalizmin. Bu ahlakı ve sadakati taşıyan ve gereklerini yerine getiren herkes, iki açıdan geleneğe katkıda bulunur:

i) Militanın samimiyetinin, fedakarlığının örnekleri olarak insanlara, insanlıklarını anımsatır; birey değil özne olmanın, örneklerini sergiler.

Daha önemlisi, bir kadın göğsüne (“hazlarına” olarak okuyunuz) vatanını (aşkın bir davayı) satabileceğini söyleyen, geç kapitalizmin burjuva entelektüelinin, postmodern sinisizmine karşı, insanların hazlarına öncelik veren biyolojik yaşamın ötesine geçerek, kendilerini feda edebileceklerini gösterir. Gelecek kuşaklara ilham oluşturur.

ii) Bu insanların özverilerinin, yenilgilerinin biçimini, nedenlerini anlama çabası, bir sonraki kuşaklara bir araştırma alanı, aşılacak bir örnek, bir tekrarlama olanağı sunar. Gelenek denen şey de zaten bu ikisi üzerinden inşa edilir: Ahlak ve sadakat, yenilgi ve tekrar

Margulies’ın anlamakta zorlandığı, hatta küçümsediği "Devrim geleceğe aittir ama onun kadar geçmişe ve şimdiki ana bağlıdır" sözleri tam da bu ikilemin bir başka söyleniş biçimidir, "Geçmişimizle geleceğimize umut saçıyoruz” sözleri de…

Türkiye solunun geleneğinin parçası olanlar için son derece şeffaf olan bu ifadeleri Margulies’in anlamakta zorlanıyor olması, üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu olabilir. Bu ifadeleri anlamıyor olmakla “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ifadesini de anlamakta zorlanmak arasında acaba bir bağlantı var mıdır? Bu bağlantıyı acaba “Aydınlanma geleneğinin” karşısına geçmeye başlayan, bir “hakikat rejimi”ni terk eden, ama henüz öbürüne geçemeyen bir aklın istikrarsızlıklarında arayabilir miyiz?

“Darbeye karşı çıkanlar ve çıkmayanlar, Ergenekon Davası’nın arkasında duranlar ve durmayanlar, her koşulda demokratik olarak seçilmiş bir hükümeti savunmayı düşünenler ve düşünmeyenler kamplaşma halinde. Toplumdaki bu saflaşma solun içinde de yaşanıyor. Bence sorunun temeli bu” gibi, siyasal İslam’ın hegemonya oluşturma sürecinin en önemli denkleminin Margulies’in ağzından tekrarlanmasını bu istikrarsızlıktan başka bir şeyle açıklamak olanaklı mıdır?

Diğer taraftan, tabii ki sosyalistler askeri darbelere karşıdırlar. Çünkü darbeler her zaman egemen sınıfların, devlet sınıflarının başvurduğu araçlardır. Toplumsal mücadelelerin amaçlarına uygun araçlar değil. Ama, “her koşulda demokratik olarak seçilmiş bir hükümeti savunmayı düşünenler ve düşünmeyenler kamplaşma halinde” ifadesine ne demek gerekir?

Margulies’in kapitalist toplumda özellikle “gösterinin” her alanı kapsadığı geç kapitalist toplumda seçimlerin nasıl yapıldığını, demokrasi kavramının aynı zamanda bir diktatörlük anlamına geldiğini unuttuğunu düşünebilir miyiz? Yoksa, somut, tarihsel koşullardan, sınıf mücadelesinin, jeopolitiğin (emperyalizmin) konjonktüründen koparılmış bir “Alice harikalar diyarında” türü seçim ve demokrasi güzellemelerini de “aklın istikrarsızlığına mı” bağlamalıyız?

6) Peki Margulies, eğer 1968 ya da 78 kuşağına ait değilse, hangi kuşağa aittir?

Margulies, Antonio Gramsci’nin bir kavramını ödünç alırsak, siyasal İslam’ın “trasformismo” (teker teker dönüştürerek kendi tarafına geçirme) sürecine takılan entelektüellerin kuşağına aittir. Nitekim, “gösteri toplumunun” ekranlarına çıkışı siyasal İslam’ın “pasif devrim” sürecinin hızlanma aşamasına denk düşer.

Bu ekranlarda Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde “siyasetin” iki kurucu “olayına”, bir taraftan Cumhuriyet “olayına” (burjuva demokratik devrim atılımına), öbür taraftan emperyalizme, burjuva düzenine karşı ilk isyan denemesine, 1968 kuşağının deneyimine ve mirasına karşı mücadele etmek de Margulies’e düşmüştür.

Bu mücadele de onu, sosyalist hareketin tüm geleneğine ve değerlerine durmaksızın ve ulu orta saldıran bir yayında yer alma noktasına taşımıştır.

6) Peki bu noktada Margulies’i siyasi yelpazede nereye koymak gerekir? Kesinlikle Sosyalist hareketin saflarına, geleneğinin içine değil. Hoşgörülü bir yaklaşım Margulies’i liberal demokrat saflara koyabilir. Daha radikal bir yaklaşım ise, Margulies’i ABD emperyalizminin bölgedeki en önemli müttefikinin, Siyasal İslam’ın “pasif devriminin” koç başı olan, uluslararası mali sermayenin ekonomi politikalarına sadık bir hükümetin ve devletin saflarına koymak gerektiğini savunacaktır.

Bu nedenle “Genç Siviller”in Margulies’e beyaz bir gömlek hediye etmeleri son derece anlamlı bir jest olacaktır.

6 comments:

A.Ruhi said...

Çok komik, ve çok doğru, :)

Yitmeyen umut said...

sorun, oldukça isabetli bir şekilde analiz edilmektedir..
uğruna can bedeli nücadele edilerek yaratılan ve bayraklaştırılan sosylizm davasına ancak onun düşmanları dil uzatabilir.roni denilen zat ne derse desin kendisi bir sosyalizm düşmanıdır. kendisine yönelik eylem semboliktir. o gerçekte daha fazlasını hak etmektedir..

Çetin said...

Rencide etmemek için ,şimdi adını vermek istemediğim ve bir zamanlar eserlerini stadlara ve miting alanlarına doluşarak dinlediğimiz bir kişinin , internet gazeteciliği yapan emekçilere tv ekranından ve canlı olarak ".t sürüsü" veya buna benzer bir söz söyleyek hakaret ettiği anlatılıyor.(Ben kulaklarımla duymadım ama tv'de tartışılıyor idi)Ne oldu bu kişilere ? Neden böyle faşistleşecek kadar saldırganlaşma haline büründüler?Ilımlı dincilerin ,ülke içindeki saldırgan tavırlarını anlıyorum zira demokrasi kültürü onlarda hak getire ama bu arkadaşların edindikleri demokrasi kültürü nereye buharlaştı? Ülkemizin aydınlık geleceği için çok üzücü bir durum zira ne olursa olsun ,bu arkadaşlara da Türkiyenin ihtiyacı var ama onlar söylemleri ve davranışları ile tüm gemileri yakıyorlar,nedense...

Laylukscu Kişi said...

Çok isabetli ve güzel bir yazı.
Yazara teşekkür etmekle yetinmek lazım.

Sezgi Akbaş said...

Sevgili Ergin Yıldızoğlu, bu yazı sonrası sizi öpmek isterdim. Anlatılacak, yorumlanacak bir şey bırakmamışsınız geriye.Sevgiler..Birgün görüşmek dileğiyle..

ozantekin said...

Cumhuriyet gazetesinde yazan bir kişinin "sosyalizm" lafını ağzına alması ne kadar komikse, bu yazı da o kadar komik olmuş. Sayın Yıldızoğlu, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, milliyetçi görüşlerinizi "sosyalist devrimcilik" adına meşrulaştıramayacaksınız. Rusya'da Narodnizm ve Menşevizm nasıl Bolşevişzm karşısında mağlup olduysa, Türkiye'de de Marksizm, Kemalizmi ve Stalinizmi yenecek.

Neyse ki bu yazıya ayar gecikmemiş:

http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa_yazar.php?KartNo=53967