OPEC’in kurucularından, zamanın Venezüella Petrol Bakanı Perez Alfonso’nun, “Petrol siyah altın değil, şeytanın dışkısıdır” sözlerine bakarsak, 100 yıldır bu dışkıyla beslenen bir uygarlıkta yaşıyoruz.
150 yıl önce Amerika’da
“Şeytanın dışkısının” öyküsü 27 Ağustos 1859’da Titusville Pennsylvania’da petrol bulunmasıyla başlıyor. Uğruna savaşlar çıkarılan, neredeyse dereler gibi kan akıtılan stratejik bir mal haline gelmeye başlaması için 26 yıl sonra ilk iç patlamalı motorun icat edilmesi gerekecektir. Ama, kapitalizmin ekonomi politiği, kültürü açısından 1908 çok daha önemli bir tarih. Kapitalizmi krizden çıkaran yeni sermaye birikim modeline, (hatta yeni ücret ilişkilerini ve kültürel biçimleri de göz önüne alırsak sermaye birikim rejimine) adını verecek olan Henry Ford, “T-Modeli” otomobilin seri üretimine o yıl başladı.
Bu modelin üretimiyle birlikte yayılmaya başlayan “Taylorizm”e, bant sistemine dayalı yeni emek süreçleri, yalnızca kapitalizme yeni bir enerji getirmekle kalmadı, aynı zamanda, I. ve II. paylaşım savaşlarının teknolojisini de belirledi. Böylece petrol, hem ekonomik krizin hem de küresel hegemonya sorununun, yeni sermaye birikim modeline öncülük eden ABD’den yana aşılmasında belirleyici etkenlerden biri oldu.
Petrolün insanlığın başına nasıl bir bela açmakta olduğunu II. Dünya Savaşı’na giden süreçte, petrol yoksunu Japonya ve Almanya’nın dış politika maceralarında, savaşın hemen ardından 1945 yılında ABD savaş gemisi USS Quincy’de, ABD Devlet Başkanı Roosvelt ile Suudi Kralı Abdullaharasında imzalanan anlaşmadan görmek olanaklı. İran’da petrolü ulusallaştırmak isteyen Başbakan Musaddık’a karşı, 1953 yılında gerçekleştirilen darbe, Ortadoğu’nun yeni efendisini belirleyecek olan 1956 Süveyş Krizi, ABD hegemonyası açısından petrolün ne kadar merkezi bir öneme sahip olacağını da gösteriyordu. Gerçekten de ABD Ortadoğu’da yeni üsler inşa etmeye başladı. 1980 Carter Doktrini bölgeye askeri müdahaleyi bir dış politika ilkesine dönüştürdü. 1991’de ABD’nin Suudi topraklarına 15 bin yeni askeri yerleştirmesine olanak sağlayan I. Irak Savaşı ve Irak’ın sömürgeleştirilmesiyle sonuçlanan II. Irak savaşları petrolün soğuk savaş sonrası dönemin jeopolitiğinin de ana konusu haline geldiğini gösteriyordu.
Ve geldik bugüne
Tüm dünyada ulaşımda kullanılan enerjinin yüzde 75’inin petrolden kaynaklandığını düşünürsek dünya ekonomisinin ticaret, sanayi tedarik ağlarının geleceğinin de petrole bağımlı olduğunu görebiliriz. Ama bu bile petrolün önemini yeterince göstermiyor. Başınızı kaldırın ve etrafınıza bakın. Tekstilden boya maddelerine, bilgisayar aksamından, ilaçlara, inşaat malzemelerine, televizyondan, buzdolabımızdan, içindeki gıdaların ambalajlarına kadar her şeyde petrol ürünleri var. Petrol kitlesel üretimin, tüketim kültürünün, hatta “gösteri toplumunun” ekranlarının, “yaşam dünyamızın” temel maddelerinden biri.
Ama bir iki küçük sorun var. Birincisi, kısa süre önce Meksika Körfezi, İran, Uganda, Brezilya’da keşfedilen yeni rezervlere karşın, genelde petrol hızla tükenmeye devam ediyor. Geçen yıl İngiltere’nin enerji güvenliğini araştıran resmi bir rapor, petrol üretimindeki gerileme hızını yılda yüzde 6.7 olarak saptarken, yeni teknolojilerin devreye girmemesi halinde bu oranın yüzde 9’a ulaşacağını savundu. Uluslararası Enerji Ajansı’nın bulguları da bu yöndeydi. 2009’da günlük 70 milyon varil olan petrol üretiminin 2030 yılında 30 milyon varile düşme olasılığı var. Buna karşılık, ekonomik resesyona rağmen Çin ve Hindistan’ın tüketim eğilimi göz önüne alındığında dünyanın bugünkü dengelerini koruyabilmek için üretimin günde 103 milyon varil düzeyine ulaşması gerekiyor. Bunun için gerekli yatırımların geçen 15 yılın kredi bolluğu döneminde gerçekleştirilememiş olduğunu düşünürsek, gelecek açısından umutlu olmak zor.
Financial Times’da Moises Naim’in de işaret ettiği gibi, petrol üreticisi olmak da sizi, eğer modern, gelişkin bir ekonominiz, güçlü bir sivil toplumunuz (kapitalist sınıfınız) ve buna uygun kurumsallaşmış bir devletiniz yoksa halkınızı siyasi-ekonomik risklerden, kurtaramıyor. Petrolünüz olsa bile, dış güçlere, yerel oligarşilere, feodal aşiret yapılarına, yozlaşmış, asalak devlet sınıflarına yem oluyorsunuz.
Kısacası, biz kafamızı “uygarlıklar çatışması” fantezisiyle meşgul ederken, hepimizi kapsayan kapitalist uygarlığın, üzerinde durduğu “Şeytanın dışkısı”salt insanları çürütmekle, yozlaştırmakla kalmadı, gezegeni de küresel ısınmaya yaptığı büyük katkıyla, sürdürülemez bir noktaya doğru götürüyor...
No comments:
Post a Comment