Thursday, April 02, 2009

Seçim Sonuçları Üzerine İyimser Olmayan Bir Yorum

Yerel seçimlerin sonuçlarının en önemli özelliği hükümet partisinin oylarındaki 8 puanlık gerileme değil, yedi yıllık hükümet yorgunluğuna, ekonomik krize, yolsuzluk dalgasına, “Korku cumhuriyetinde yaşıyoruz” yakınmalarına rağmen, gerilemenin 8 puanla sınırlı kalmasıdır.

AKP’nin ‘başarısı’

Vatandaşlık kurumu güçlü demokrasilerde, yerel seçimler iki olanak sunar. Birincisi seçmen oyunu, yaşamını doğrudan etkileyen konulardaki (hizmetler vb.) tercihleri doğrultusunda, siyasi kaygılarını ikinci plana atarak kullanabilir. İkincisi seçmen, oyunu, genel siyasi şekillenmeyi değiştirmeye kalkmadan, hükümeti uyaracak yönde kullanabilir. Bu nedenlerle hükümet partileri, yerel seçimlerde hemen her zaman oy kaybına uğrar. Eğer hükümet partisi bir dönemden daha uzun bir süredir iktidardaysa, seçmen yorgunluk belirtileri gösterir, yerel seçime katılma oranı düşer, protesto oyları artar. Hükümet partileri de önlerindeki genel seçimlere aldıkları mesaj üzerinden hazırlanır.

AKP, hükümette ikinci dönemini yaşıyor. Ülkede ciddi bir ekonomik kriz var. Geçen yılın dördüncü üç aylık büyüme hızı yüzde - 6.2 olmuş. UBS-AG Bankası ekonomistleri de Türkiye’nin büyüme hızının 2009’un ilk üç ayında da yüzde - 10 olduğuna, işsizliğin ise yüzde 14’e ulaştığına inanıyorlar (Bloomberg 30/03). Bu veriler ekonominin büyük bir yıkım yaşamakta olduğunu gösteriyor. Hükümetin, “fırsat yaratırız”, “teğet geçer” söylemi yandaş medyasında bile alay konusu olmuştu.

Bunlara, medyayı kaplayan yolsuzluk tartışmalarını, Ergenekon olayıyla başlayan korku ve güvensizlik ortamını, medyayı ele geçirme girişimlerini, yoğun kadrolaşmanın getirdiği gerginlikleri, başbakanın sinirli, diğer bakanların bazen skandal düzeyine ulaşan patavatsız demeçlerini ekleyelim… Seçimlerde protesto oyu kullanmanın, hükümet partisinin “gözünü morartmanın” koşulları fazlasıyla oluşmuştu. Seçmen, AKP’ye fiske vurmakla yetindi…

Kimi yorumcular, haklı olarak, “Seçmen ideolojik gerekçelerle oy verdi” diyorlar. Peki, ama bu ideolojik gerekçelerin arkasında hangi sosyal/kültürel koşullar var? Bu soru bizi “mahalle baskısına”, Prof. Binnaz Toprak’ın araştırmasının gözlemlerine götürüyor. Sorunun cevabı da siyasal İslamın AKP döneminde “sivil toplum” içinde gerçekleştirdiği kültürel değişimde, bu alana örgütsel olarak nüfuz etme kapasitesinde yatıyor. Bu sürecin vatandaşlık kurumuyla ve “demokratikleşme” umuduyla çeliştiğini görmemek için de sanırım “liberal” olmak gerekiyor.

"Mahallenin" gücü

Ama “mahallenin gücü”, diğer bir deyişle “evrensel” değil “yerel” aidiyetlerle davranma, salt siyasal İslama ait bir olgu değil. Bu seçimlerin bir diğer özelliği de DTP’nin bölgenin tek siyasi partisi durumuna yükselmesidir. Burada, AKP’nin, “Verdiğimiz hizmetler bir işe yaramadı, etnik kimlik siyaseti belirleyici oldu” saptaması (AKP’nin somut aidiyetlerin etkilerinden yakınmasındaki ironiyi görmezden gelelim) anlamlı, ama açıklayıcı değil.

Açıklamayı, asker-sivil kadrolarıyla, kanaat önderleriyle, Türkiye seçkinlerinin, özellikle 1980’lerden bu yana uyguladığı ekonomik modelde, “Kürt sorunu” politikalarında aramak gerekiyor. Günlük yaşamı piyasa ilişkilerine teslim etmek, şiddete şiddetle, hatta yasaların sınırlarını aşan yöntemlerle cevap vermekteki ısrar, sosyal-tarihsel nedenlere eğilmekteki isteksizlik, korkaklık, sonunda Kürt seçkinlerinin Kürt halkı üzerinde hegemonya kurma sürecinin, herhangi bir demokratik-ekonomik (feodalizmin tasfiyesi, toprak sorunu gibi alanlarda) uzlaşmaya girmeden, ilerleyerek bu noktaya gelmesini kolaylaştırdı.

Seçim sonuçlarının arkasındaki etkenleri şöyle özetleyebiliriz: (1) Toplumun çoğunluğundan ufak bir azınlığına servet transfer ederken, verili yerel/bölgesel bölüşüm ilişkilerini, toplumsal mutabakatları altüst eden neo-liberal model. (2) 1980 askeri diktatörlüğünün sosyalist, halkçı, anti emperyalist akımları şiddetle bastırır, aydınları yıldırır, üniversiteleri “sterilize” ederken, siyasal İslamın önünü açan politikaları -Diyarbakır Cezaevi, Kürtçe, türban, imam hatipler-. (3) Yılgınlığa uğrayan kimi aydınların post modernizme (aydınlanma düşmanlığına), kimlik siyasetine dönerken siyasal İslamın sözcüleriyle kurulan diyalog; (4) Yukarıda değindiğim “Kürt sorunu” süreci.

Biricisi, bir ekonomik krize, diğer üçü de vatandaşlık kurumunun imha edilmesiyle birlikte, alabildiğince otoriter bir iklime, giderek derinleşen bir siyasi krize açıldı. Bu seçimler, MHP ve Saadet Partisi’nin oylarındaki artışı da düşününce, siyasal İslamın yanı sıra etnik milliyetçi ve şoven eğilimlerin güçlendiğini, siyasi coğrafyanın parçalanırken kutuplaşmaya devam ettiğini gösteriyor. Siyasi rekabet keskinleşirken hükümet partisinin, devletin olanaklarını, şiddet araçlarını da kullanarak ülkeyi daha baskıcı ve boğucu bir iklime taşıma çabalarına hazır olmak gerekiyor.

5 comments:

Çetin said...

Camileri ve okulları ele geçiren cemaat Anadolu'nun ve büyük şehirlerin denize kapalı bölgelerini kontrol altındaa tutmaya devam ettiği sürece ;feodal yapı ile sorunu olmayan ama etnik milliyetçiliği bayrak edinen ayrılıkçı hareket Doğu ve Güneydoğu 'daki kürt kardeşlerimizi baskı altında tuttuğu sürece Batı'daki ve büyükşehirlerin merkez ve deniz kenarlarını yeniden kontrol etmekle doğru amaca ve hedefe varılamaz.Kürt vatandaşlarımıza yaşadıkları bölgelerdeki devlet arazilerini kullanma hakkı verilerek yapılacak toprak reformu ve tarımcılık-hayvancılık için gerek ve şart olan kooperatifçilik çalışmaları yapılır ise Anadolu'nun makus talihi değiştirilime potansiyeli kazanır.
Halkçı-Devletçi poltikaların güncelleştirilmiş yöntemleri kullanılacak yürekli ve tam bağımsızlıkçı bir parti , neden umutsuzluğu umuda çevirmesin?
Cemaat'in son günlerde basına yansıyan düşünceleri de Bush dönemindeki cicim yıllarının Obama yönetiminde olmayacağı ve bunun da belli bir gecikmeyle Türkiye'de de bu cemaat'e yönelik olumsuz yansımaların olacağını açığa çıkarmaktadır.

kaan said...

akp'nin oyları filan düşmedi ve de "fiske" yemedi.yine ulusalcı basın aldatılmışları aldatma peşinde.sp, akp'den emanet oylarını geri aldı o kadar.tabi siz sp'nin yükselişini nasıl yorumlarsınız bilemem.şeriat getirecekler ya hani!ayrıca dtp "kimlik üzerinden siyaset" yapıyorsa mhp ne yapıyor?ayrıca ezilen ulusun milliyetçiliği ve lenin'in ukkth'si size bir şeyler hatırlatıyor mu?

ozan said...

olayı nereden alırsanız alın, her ne şekilde koyarsanız koyun, nedense aklıma birden yakın zamanın "kürtçe eğitim," ana dilde eğitim tartışması geldi, tekrar gülümsedim. zamanında, bu tartışma öyle popülerdi ki, türk, batılı (AB ve ABD'den) veya azınlık bir dolu çok bilir, kürtçe (pardon kürt değil, herhangi bir azınlık mensubu grubun) anadilde eğitiminden, bunun faydasından veya zararından dem vurup duruyor, birbirlerini bu konu üzerinden kemiriyordu. tabii, biraz ilerisini düşünüp, işi kendi mücadelesi olarak almış kişinin yani abdullah öcalan'ın bir röportajını okuyunca, önce gülüp sonra da yüzeyselliğimize üzülmüştüm.
koca bir ülke kürtlerin ana dilde eğitimini tartışırken, öcalan, kürt devleti kurulduktan 20, 30 yıl sonra dahi eğitimlerini, devlet işleyişlerini kürtçe değil, türkçe yapmaları gerektiğinden bahsediyordu.
dtp, kürtler ve ukkth'yi bir arada görünce tekrar aynı gülümseme yayıldı duduklarıma, çünkü bakın aynı öcalan, yani dtp, hadep ne derseniz deyin, bu ülkedeki ayrılıkçı tüm kürt grupların lideri konumunda olan kişi yine ne demişti: "'Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesi'nin artık geçerliliğini yitirdiği, bilimsel-teknik değişmenin aslında 17.ci yüzyıldan beri gelişmenin ürünü olan ulus-devlet anlayışını çözdüğünü aynı sınırlar dahilinde demokrasiyi geliştirerek, sınırlara hiç dokunmadan geliştirilecek bir çözümün daha gerçekçi olduğunu görmeliydi."
sonuç: ezilen ulusları savunurken dahi ezilen ulusların en basit gerçeklerinden, yönelimlerinden uzak "aydın"ımızın konumu hala trajikomik!..
not: işin içine emperyalizm ile ırak'ta işbirliği içinde olan "ezilen ulus" konumunu hiç karıştırmak istemiyorum, çünkü bu "ulusların kaderlerinin abd tarafından tayin hakkı- ukatth" ilkesini ilgilendiren bir konu.

kaan said...

demek ki tek bir röportajla(röportajın doğruluğuda tartışmalı tabi) düşüncelerimiz değişebiliyor!demek ki kürt halkının taleplerini anlamayı, onlarla empati kurmayı hâlâ beceremiyoruz!şimdi de ben gülümsüyorum bu yüzeyselliğe!

uyursapik said...

chp'nin saadet ve mhp gibi partiler çok daha yaygın bir şekilde bi seçime katılırken 300 ün üzerinde beldeden aday bile çıkarmamış olması da dikkate değer bir ayrıntı.