Thursday, April 09, 2009

Bölgede Bir ABD Aracı(sı) Olarak Türkiye

Obama’nın Türkiye ziyareti, medyada müthiş bir hareketlilik yarattı. Meclis’teki konuşması da “mükemmeldi”. Hiçbir konuyu atlamadı, “hiç yeni radikal politik açılım yapmadan… radikal bir şeyler söylüyormuş havasını yarattı” (Financial Times, 07/04). Herkesin en uygun yerlerini okşadı ve ABD’nin taleplerini masaya koydu.

Amerikan medyasını anlamak kolay; ülkesinin “imparatorluk” fiyaskosundan sonra, özellikle enerji zengini Arap dünyasında aşınan imajını, Obama üzerinden restore etmeye, yönetimin “kamu diplomasisine” destek vermeye çabalıyorlar. Türkiye’de, özellikle “yandaş” medyada, kimi yazarların, aniden ABD “kamu diplomasisi” kurumlarının görevlileri gibi çalışmaya başlamalarıysa düşündürücü.

Buraya nasıl geldik?

12 Eylül darbesiyle de başlayabiliriz. Ama Türkiye’de siyasal İslamda, neo-liberal, AB ve ABD yanlısı kimilerine göre imalatı, (Bkz: Merdan Yanardağ¸ 2007) AKP’yi üreten “mutasyonu” esasen “28 Şubat” tetikledi. Bu“mutasyonun” ardından, Tayyip Erdoğan, belki de tarihte ilk kez, resmi bir siyasi kimliğe dahi sahip olmadan, bir ABD Başkanı tarafından Oval Ofis’te ağırlanma şerefine ulaşan politikacı oldu. Bugün Tayyip Bey’le geçinemeyen medya grupları da, “o artık değişti” sloganlarıyla arkasına geçerek, AKP’yi hükümete taşıdılar.

AKP’nin dış politikasının mimarı Prof. Davutoğlu  o zaman, “Türkiye’nin tarihinde ilk kez iç ve dış dinamikler çakışıyor” diyecekti [*]. “Dış dinamikler” ABD ve AB’nin Türkiye’den bekledikleriydi. İç dinamikler ise, siyasal İslamın bu beklentilere cevap vererek, kendi iktidar sürecini, Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hassan el Banna’nın 1928’de formüle ettiği (siyasal İslamın Mısır’da 1980’lerden bu yana uyguladığı) gibi devletten önce toplumu ele geçirme taktikleriyle ilerletme projesiydi.

Türkiye’nin, ABD açısından önemi, “soğuk savaştan” sonra, yaklaşan enerji krizi, yükselen yeni güçler algısıyla şekillenen Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında tanımlandı. Türkiye, ABD’nin Arap dünyasına konuşmasını ve onu etkilemesini kolaylaştıracak, siyasal İslama “ABD ile anlaşırsan, seçimle iktidara gelebilirsin” mesajını vererek, “radikalleri” tecrit eden bir örnek sunacaktı. Ama bunun için Türkiye öncelikle Arap dünyası tarafından kabul görmesine yetecek kadar Arap dünyasına benzemeliydi. Ekonomik liberalizme açık, Müslüman Kardeşler tarzı bir siyasal İslam, bu açıdan biçilmiş kaftandı Türkiye için. Şimdi, teybi hızla ileri sararak bugüne gelelim.

Yine iç ve dış dinamikler

Obama geldiğinde, iki düş kırıklığının çakıştığı noktadaydık. Birincisi: Bush dönemi imparatorluk projesi ABD’nin uluslararası liderliğini aşındırdı, büyük güçlerin yükselmesini hızlandırdı. ABD askeri ve siyasi gücünün sınırlarına, özellikle BOP bölgesinde kamuoyunun muhalefetine çarpmıştı. İkincisi: Türkiye’de siyasal İslamın, ülke siyasetini, kültürünü dönüştürme projesi, AKP hükümetinin, Tayyip Bey’in liderlik kapasitesinin sınırlarına çarpmıştı.

Şimdi ABD jeo-stratejik hedeflerine ulaşabilmek için, Obama yoluyla Ortadoğu’da, yeni bir sayfa açmaya çalışıyor. AKP hükümetiyse, seçimlerde yaşadığı sarsıntıyı aşmanın, yeniden ivme kazanmanın yollarını arıyor. Bu bağlamda Davudoğlu’nun “Obama’nın dış politika ihtiyaçlarıyla, Türkiye’nin potansiyellerinin örtüştüğüne” (Milliyet 14/03/09) (isterlerse verebileceğimize) ilişkin saptaması anlamlı.

ABD dış politika gereksinimlerini, Afganistan’a ek askeri güç, Rusya’da engel, Ermenistan’la yakınlaşma, İran, Suriye, Filistin, konularında yardım, Hamas üzerinden destek, Kuzey Irak’ta güvence, İslam dünyasının ABD’nin bakışını benimseme sürecinin hızlanmasına katkı olarak özetlenebilir. AKP açısından ise yerel seçimlerde kaybettiği oyları geri almak için, önce Saadet’e gidenlerin, şoven milliyetçi oyların geri kazanılması, liberal kamuoyunda oluşan düş kırıklığının giderilmesi gerekiyor.

Şimdi bu ikisini bir araya koyduğumuzda, AKP’nin ülkenin dış politikasını ABD mesajlarını Araplara ulaştırma “makinesine”, ülkeyi bir konferans merkezine dönüştürmeye çalışmasını, AB sürecini yeniden ısıtmasını bekleyebiliriz.Bloomberg’den Ben Holland’ın dikkat çektiği gibi elindeki en iyi kart “Batı’yla tartışan adam görüntüsünün”, milliyetçi bir çeşniyle birlikte daha sık gündeme gelmesini de... Demokratikleşme “fantezisinin” yeniden güçlendirilmesiyse, siyasal İslamın gelişmesinin önündeki engelleri kaldıracak bir “Yeni Anayasa Projesi” tartışmaları bağlamında gündeme gelebilir. Tüm bunlar büyük bir ekonomik yıkım ortamında gerçekleşeceği için de ülkedeki kutuplaşmaları daha da arttırması kaçınılmaz gibi görünüyor.

==========

[*]Düzeltme: Bu saptamalar, Davudoğlu’na değil, Tayyip Erdoğan’ın önsözünü yazdığı, “Muhafazakar Demokrasi” kitabının yazarı Yalçın Akdoğan’a ait (Bkz: Merdan Yanardağ, 2007 sf 24)

1 comment:

Çetin said...

ve köle ruhlu tüm partilerimiz ve anlı şanlı liderleri , T.B.M.M de yapılan bu konuşmayı alkışlayarak
tarihimize isimlerini yazdırdılar ve özellikle bunlardan bir tanesi Obama ile başbaşa kaldığında emperyalizmden medet umarak bağımsızlık/özerklik isteyen lider olarak siyasi literatüre yeni açılım sağlamış oldu.