Saturday, April 18, 2009

Ergenekon üzerine bir not.

Aşağıdaki yazıya (Yeni Türkiye) konan bir “comment”le ilgili notumu devlet teorisi bağlamında yazmıştım: [Hiç bir devlette, ‘derin devlet’ tasfiye olmaz, edilmez, edilemez. Kapitalist sistem salt seçilmiş hükümetlere, “gösteri toplumunun” dolaylı denetimine, yasalarla denetlenen asker veya polise dayanarak ayakta kalamaz.
Derin devlet (ekonomik iktidarın, mülkiyet rejiminin yasalara karşı sorumlu olmayan bekçisi) yalnızca el değiştirir, yeniden örgütlenir, ya da kültürel değişim geçirir. Ama tasfiyesi söz konusu olamaz!!!]

Ama, şu sıralarda moda olduğu gibi, Ergenekon sürecinde yaşananlara, teorik, pratik, ahlaki, hatta hukuki açılardan uyarı ve eleştirilerde bulunanlara, kaygılarını belirtenlere Ergenekoncu, kimi zaman faşist muamelesi çeken dalgaya uygun bir tepki aldım. Bu yapıcı bir tutum değil. Aksine insanın aklına “neden böyle bir tepki var?” sorusunu getiriyor.

İkincisi, İtalya’da derin devlet temizlenmedi. Yolsuzluğa, rüşvete bulaştıkları ortaya çıkanlar, MAFIA ilişkileri içinde  “birileri” temizlendi (yoksa ne MAFIA, ne Cosa Nostra ne de Comorra’ya bir darbe vurmak yönetici sınıfın işine gelmedi). Şu anda İtalya’da kim hükümette, nasıl gelebildi? Gibi sorulara bakmak bile açıklayıcı ipuçları verebilir.

Tabii ki, “halt” edip sonra,  Mustafa Kemal’in adının arkasına saklananlar var (bu günlerde birilerinin demokratik biçimlerin, veya Müslümanlığın arkasına saklanmaları gibi). Tarihe dikkatle bakarsak bu “sığınma” işini, egemen sınıfın tüm yöneticilerinin (asker sivil) yaptığını görüyoruz.  12 mart ve 12 Eylü Darbeleri hep "Atatürkçülük" kavramına sığınılarak yapıldı…

Bu, bu daha sonra Kemalizm olarak tanımlanan “ulusal proje”nin geleneğine sadık kalmaya çalışan kimi laik-demokrat,  entelijansiyanın da bu haltlara ortak olduğu anlamına gelmez.

Dahası, böyle bir Kemalizm eleştirisinden hareketle Cumhruiyetin “kuruluş” anının simgesi olarak Mustafa Kemal’e kadar gitmek herhangi bir teorik felsefi dayanakla savunulamaz… Bu kurucu dönemin eleştirilmeyeceği anlamına tabii ki gelmiyor. Ama bunun kalkış noktası bu gün artık ne anlama geldiği kullanana göre değişen bir “Kemalizm” olamaz… Kemalizm kavramını kullanmak isteyen önce bunu kendine göre tanımlamalı, sınırlarını çizmeli sonra kullanmaya başlamalıdır.

İmparatorluk enkazından bir Cumhuriyet inşa eden “olay”a (ulusal proje” hakikatine ve ahlakına) sadakat olarak “Kemalizm” ile, ABD yardımıyla darbe yaparak sosyalistleri temizleyen siyasal İslam’ın önünü açan  "Atatürkçülük"  aynı içeriğe sahip kavramlar değildir…Ve hatta, kimi gözlemcilere göre, 12 Eylülün "Atatürkçüleri", Harp Okulları kütüphanelerinden Mustafa Kemal'in NUTUK adlı eserlerini bile toplatmışlardır.

Eleştirileri,  “ulusalcı” gibi genellemelerin optiğinden geçirerek keskinleştirmeye çalışmak da doğru değildir.  Empeyalizme bağımlı bir ülkede, ulusalcılık çoğu zaman birden fazla anlama gelir. 1970’lerde Türkiye solunda ulusal demokratik devrimciler, antiemperyalist, demokratik devrimciler, antiemperyalist sosyalistler vardı. Bunların hepsi bir biçimde “ulusalcı” kategorisine girer. O zaman MHP’de ulusalcı olduğunu iddia ediyordu ama anti-emperyalist değildi…

Şimdi başka sorular: Neden ulusalcı olmak, “bu gün” alerji yaratıyor da cemaatçilik, demokratik bir kategori olarak kabul görebiliyor, aşiretçi (anti –feodal talepler içermeyen, sorunlarının çözümünü emperyalist bir devletten bekleyen, hatta işbirliği yapan Kürt seçkinlerinin ulusalcılığının karakterini kimse sorgulamıyor?

Son olarak Ergenekon “olayına” iki açıdan bakılabilir diye düşünüyorum:

Birincisi: Ergenekon sürecini, AKP’nin hükümete gelmesiyle birlikte düşünmek gerekiyor.  AKP (ki nasıl hükümete geldiğini anımsayalım) ile başlayan süreç, soğuk savaş geleneğine, alışkanlıklarına ve reflekslerine sahip bir kadronun ve güvenlik aparatlarının tasfiye sürecini başlattı. Çünkü şimdi, yeni dönemin, ABD’nin emperiyal politikalarının, BOP ve Kafkaslar (enerji) projelerinin gereksinimlerine uygun, yeni bir yönetici elit ve tabii “derin devlet” oluşturulması gerekiyordu. Bu yeni eltin ve derin devletin oluşturulması sürecinde, bölgede, sosyalizmin, ulusalcılığın, Baasçılığın, hatta sosyal demokrasinin yenilgilerinden, 1968 savaşından sonra önü açılan, yükselmeye başlayan siyasal İslam’ın sunduğu olanaklar kullanılıyor.

İkincisi, Ergenekon,  “Deleuze-Guttari”nin kavramlaştırdığı “makineye” dönüştü: Sürekli yeni bağlantılar kurarak, kodlar yaratarak “zanlı” üretiyor… AKP’nin ve siyasal İslam’ın muhalefetini tüketiyor…

2 comments:

kaan said...
This comment has been removed by the author.
Çetin said...

Ergenekon tertibi ,AKPnin iktidar olmadan evvel hazırlanan ve görev olarak AKP ye verilmiş bir tertibdir.R.T.E bir ifadesinde iktidar olmadan evvel ,emniyette çalışmalara başladıklarını söylemiştir.Ben , R.T.E nin bu ifadesinin tam doğruyu gösterdiğine inanmıyorum zira ABD-AB nin teknik yardımı olmadan , günümüzdeki Ergenekon tertibinin başlaması ve sürmesi mümkün değildir.Sami Selçuk'un ifadesi bu tertibe son noktayı koymuşturve Sami Selçuk ;bu tertibe DREYFUS davasıdır demiştir.