26 Eylül 2012 -
Peygamberine hakaret eden filme, Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’da
yayımlanan karikatürlere karşı Müslüman dünyasında yükselen öfke
dalgasında, isyanlarda ölenlerin sayısı 50’yi geçti.
Batı’da televizyon ekranlarına, gazetelerin sayfalarına, internet
sitelerine bakınca, iki resim görüyoruz: Gözü dönmüş, çıldırmış Müslüman
erkek güruhları; yaygın bir “anti-Amerikan”, hatta “anti-emperyalist”
dalga.
Her görüneni, “gösteri toplumunun” ekranlarına yansıyanları,
yaşananların doğru bir sunumu olarak içselleştirip acele bir kanaat
oluşturmaktansa biraz düşünmekte yarar olabilir.
‘Kim isyan ediyor!’
Anti-Amerikan isyanların dünyanın birçok kentini etkilediği, çok
çarpıcı, izleyici çeken TV görüntülerine yol açtığı bir gerçek. Ama bu
“gerçeği” belli bir perspektiften değerlendirmekte yarar var. Dünyada
yaklaşık 2.1 milyar Müslüman olduğu hesaplanıyor. Sokaklara dökülerek
etrafı yakıp yıkanlara bakınca, hangi kentte olursa olsun sayılarının an
fazla binlerle, ama genelde yüzlerle ifade edildiği görülüyor.
Müslümanların filmden, karikatürlerden etkilenmediğini, öfkelenmediğini
söylemiyorum. Son olaylar bir yana, bölgede ABD nefretinin hiç de haksız
olmayan nedenlerle çok yüksek olduğu da bir gerçek. Ama istatistiksel
açıdan ihmal edilecek bir kesimin dışında kalanlar, -ki bunlar
istatistiksel açıdan “hepsi” demektir- bu öfkeyi, tepkiyi belli ki
henüz, bu ekranlara yansıyan biçimlerde sergilemekten yana değiller.
Kısacası karşımızda tüm Müslümanlara atfedilebilecek bir isyan yok.
Ama birileri isyan halinde. Burada hemen dikkatimizi siyasal İslamın
içinde, Arap isyanları sonrasında ortaya çıkan, henüz tam olarak
sonuçlanamamış bir siyasi rekabete çevirmemiz gerekiyor. Bir tarafta
geniş toplumsal tabana sahip, kapitalist dünya ekonomisine eklemlenmiş,
bu eklemlenmeyi derinleştirmeyi arzulayan “ılımlı/neoliberal”
(yenisömürge modeline yatkın) İslam (Müslüman Kardeşler ve türevleri)
var. Karşısında da aynı totaliter ideolojik temeli benimsemekle
birlikte, tüm toplumsal yaşamı, siyasi, ekonomik, kültürel, teknolojik,
kurumsal boyutlarıyla birlikte “Kutsal Kitaba”, “eskilerin âdetlerine”
göre şekillendirmek isteyen, bu anlamda Batı karşıtı, hatta modern
kapitalizmin gerektirdiği öznelliklere yabancı, ideolojisiyle uyumsuz
Selefi akım ve türevleri var. Bu akım, Suudi Arabistan’ın MK’yi
dengeleme stratejisinin de bir parçası olarak sunduğu mali yardımlarla
Müslüman nüfusun Batı karşısındaki tarihi kökleri güçlü öfkesini,
ezilmişlik duygularını da kışkırtarak, onun üzerinde hegemonya kurmak
için en radikal reflekslerle, şiddetle, güç gösterileriyle harekete
geçiyor. Bu şiddeti, güç gösterisini “anti-emperyalizm” olarak
desteklemek isteyenlere, Komünist Manifesto’daki “gerici sosyalizm”
bölümünü bir kez daha ve dikkatle okumalarını öneririm. Sosyalist
hareketi anti-emperyalist mücadeleyi, geçmişi özleyen, var olandan daha
özgür bir dünya vaat etmeyen, kadın düşmanı, homofobik, mezhepçi,
reaksiyoner “anti-kapitalist”, reaksiyoner “anti-emperyalist” akımlardan
uzak durarak inşa etmekte büyük yarar var.
Siyasal İslam içindeki bu çatışma, Ortadoğu halklarının ruh hali,
Batı’da bir “uygarlıklar çatışması” çıkartmak, bölgeye yeni askeri
müdahale için gerekçe hazırlamak isteyenler ya da tam tersi, ABD’nin
bölgedeki imajını daha da yıpratmak, tüm askeri kapasitesine karşın
iktidarsızlığını sergilemek isteyen “güçler” için bulunmaz bir fırsat
yaratıyor.
2.1 milyar Müslümanınsa şimdilik bu oyuna gelmeye niyetli olmadığı
görülüyor. Ancak tarih, siyasal olayların kendi dinamikleri, azınlık
grupların uygun konjonktürlerde aniden kartopu gibi büyüyerek büyük
çoğunluğun yerine geçebilme özellikleri olduğunu da gösteriyor.
Madalyonun öbür yüzü
Bu madalyonun öbür yüzünde, çok ilginç bir “ne yani düşünce
özgürlüğünden vaz mı geçelim” tartışması yaşanıyor. Gerçekten de
Aydınlanma hareketinin mirası “her şeyi eleştirebilme hakkı ve
özgürlüğü”, uğrunda çok kan dökülerek kazanılmış, mutlaka korunması
gereken bir ilkedir. Ancak bir ilkeye sadakat, bu sadakatin etiği, bu
sadakatin belli bir anda, yerde yaratacağı sonuçların sorumluluğundan
kaçmaya gerekçe olamaz.
Bu söz konusu hakkın, bir yerde grotesk bir filmle, birkaç
karikatürle kullanılmasının, bir başka yerden insanların ölmesine,
uluslararası konjonktürde savaşlara açık süreçleri tetikleyebilecek
sallantılara yol açacağını bilerek, hatta bu amaçla kullanılmasının, bir
özgürlük edimi değil, bir provokasyon, komplo olarak algılanması
gerekir.
Ne yazık ki tarihin (Osmanlı İmparatorluğu’nun) ve Batı’nın
(emperyalizmin) da büyük katkılarıyla, Müslüman dünyasında, hâlâ,
bireyle devleti, halkı, ulusu birbirinden ayırt etme, suçu sahibiyle
ilişkilendirme ve sınırlandırma noktasına gelememiş bir kesim vardır. Bu
kesim, radikal akımların ve militanlarının etkilerine olduğu kadar,
devletlerin gizli örgütlerinin operasyonlarına da açıktır; durumu gayet
iyi kavrayabilen büyük çoğunluğun yaşamını altüst edebilecek
potansiyellere de sahiptir.
Monday, October 01, 2012
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment