Monday, October 01, 2012

Film, karikatür ve öfke dalgası

26 Eylül 2012 -
Peygamberine hakaret eden filme, Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’da yayımlanan karikatürlere karşı Müslüman dünyasında yükselen öfke dalgasında, isyanlarda ölenlerin sayısı 50’yi geçti.

Batı’da televizyon ekranlarına, gazetelerin sayfalarına, internet sitelerine bakınca, iki resim görüyoruz: Gözü dönmüş, çıldırmış Müslüman erkek güruhları; yaygın bir “anti-Amerikan”, hatta “anti-emperyalist” dalga.

Her görüneni, “gösteri toplumunun” ekranlarına yansıyanları, yaşananların doğru bir sunumu olarak içselleştirip acele bir kanaat oluşturmaktansa biraz düşünmekte yarar olabilir.

‘Kim isyan ediyor!’
Anti-Amerikan isyanların dünyanın birçok kentini etkilediği, çok çarpıcı, izleyici çeken TV görüntülerine yol açtığı bir gerçek. Ama bu “gerçeği” belli bir perspektiften değerlendirmekte yarar var. Dünyada yaklaşık 2.1 milyar Müslüman olduğu hesaplanıyor. Sokaklara dökülerek etrafı yakıp yıkanlara bakınca, hangi kentte olursa olsun sayılarının an fazla binlerle, ama genelde yüzlerle ifade edildiği görülüyor. Müslümanların filmden, karikatürlerden etkilenmediğini, öfkelenmediğini söylemiyorum. Son olaylar bir yana, bölgede ABD nefretinin hiç de haksız olmayan nedenlerle çok yüksek olduğu da bir gerçek. Ama istatistiksel açıdan ihmal edilecek bir kesimin dışında kalanlar, -ki bunlar istatistiksel açıdan “hepsi” demektir- bu öfkeyi, tepkiyi belli ki henüz, bu ekranlara yansıyan biçimlerde sergilemekten yana değiller.

Kısacası karşımızda tüm Müslümanlara atfedilebilecek bir isyan yok. Ama birileri isyan halinde. Burada hemen dikkatimizi siyasal İslamın içinde, Arap isyanları sonrasında ortaya çıkan, henüz tam olarak sonuçlanamamış bir siyasi rekabete çevirmemiz gerekiyor. Bir tarafta geniş toplumsal tabana sahip, kapitalist dünya ekonomisine eklemlenmiş, bu eklemlenmeyi derinleştirmeyi arzulayan “ılımlı/neoliberal” (yenisömürge modeline yatkın) İslam (Müslüman Kardeşler ve türevleri) var. Karşısında da aynı totaliter ideolojik temeli benimsemekle birlikte, tüm toplumsal yaşamı, siyasi, ekonomik, kültürel, teknolojik, kurumsal boyutlarıyla birlikte “Kutsal Kitaba”, “eskilerin âdetlerine” göre şekillendirmek isteyen, bu anlamda Batı karşıtı, hatta modern kapitalizmin gerektirdiği öznelliklere yabancı, ideolojisiyle uyumsuz Selefi akım ve türevleri var. Bu akım, Suudi Arabistan’ın MK’yi dengeleme stratejisinin de bir parçası olarak sunduğu mali yardımlarla Müslüman nüfusun Batı karşısındaki tarihi kökleri güçlü öfkesini, ezilmişlik duygularını da kışkırtarak, onun üzerinde hegemonya kurmak için en radikal reflekslerle, şiddetle, güç gösterileriyle harekete geçiyor. Bu şiddeti, güç gösterisini “anti-emperyalizm” olarak desteklemek isteyenlere, Komünist Manifesto’daki “gerici sosyalizm” bölümünü bir kez daha ve dikkatle okumalarını öneririm. Sosyalist hareketi anti-emperyalist mücadeleyi, geçmişi özleyen, var olandan daha özgür bir dünya vaat etmeyen, kadın düşmanı, homofobik, mezhepçi, reaksiyoner “anti-kapitalist”, reaksiyoner “anti-emperyalist” akımlardan uzak durarak inşa etmekte büyük yarar var.

Siyasal İslam içindeki bu çatışma, Ortadoğu halklarının ruh hali, Batı’da bir “uygarlıklar çatışması” çıkartmak, bölgeye yeni askeri müdahale için gerekçe hazırlamak isteyenler ya da tam tersi, ABD’nin bölgedeki imajını daha da yıpratmak, tüm askeri kapasitesine karşın iktidarsızlığını sergilemek isteyen “güçler” için bulunmaz bir fırsat yaratıyor.

2.1 milyar Müslümanınsa şimdilik bu oyuna gelmeye niyetli olmadığı görülüyor. Ancak tarih, siyasal olayların kendi dinamikleri, azınlık grupların uygun konjonktürlerde aniden kartopu gibi büyüyerek büyük çoğunluğun yerine geçebilme özellikleri olduğunu da gösteriyor.

Madalyonun öbür yüzü
Bu madalyonun öbür yüzünde, çok ilginç bir “ne yani düşünce özgürlüğünden vaz mı geçelim” tartışması yaşanıyor. Gerçekten de Aydınlanma hareketinin mirası “her şeyi eleştirebilme hakkı ve özgürlüğü”, uğrunda çok kan dökülerek kazanılmış, mutlaka korunması gereken bir ilkedir. Ancak bir ilkeye sadakat, bu sadakatin etiği, bu sadakatin belli bir anda, yerde yaratacağı sonuçların sorumluluğundan kaçmaya gerekçe olamaz.

Bu söz konusu hakkın, bir yerde grotesk bir filmle, birkaç karikatürle kullanılmasının, bir başka yerden insanların ölmesine, uluslararası konjonktürde savaşlara açık süreçleri tetikleyebilecek sallantılara yol açacağını bilerek, hatta bu amaçla kullanılmasının, bir özgürlük edimi değil, bir provokasyon, komplo olarak algılanması gerekir.

Ne yazık ki tarihin (Osmanlı İmparatorluğu’nun) ve Batı’nın (emperyalizmin) da büyük katkılarıyla, Müslüman dünyasında, hâlâ, bireyle devleti, halkı, ulusu birbirinden ayırt etme, suçu sahibiyle ilişkilendirme ve sınırlandırma noktasına gelememiş bir kesim vardır. Bu kesim, radikal akımların ve militanlarının etkilerine olduğu kadar, devletlerin gizli örgütlerinin operasyonlarına da açıktır; durumu gayet iyi kavrayabilen büyük çoğunluğun yaşamını altüst edebilecek potansiyellere de sahiptir. 

No comments: