Avrupa Konseyi Başkanlığı’na Von Rompuy’un atanması Türkiye’nin dış politikasındaki çatlaklara bir yenisini ekledi. Üstelik bu çatlağı kapatmak, İsrail ve Azerbaycan’la olan ilişkilerdeki çatlakları kapatmaktan çok daha zor…
AB ile ilişkilerde ortaya çıkan çatlak yeni değil, ama Rompuy’un atanması, bu çatlağın genişlemekte olduğunu gösteriyor. Bu genişlemenin bir nedeni AB’nin hegemonya projesininevrimiyse bir diğeri de AKP yönetimindeki Türkiye’nin yaşamakta olduğu kültürel, siyasi değişim.
Almanya, Fransa ekseni
AB Konseyi Başkanlığı için önce Blair’in adı geçiyordu. Her ne kadar İngiltere ve ABD medyası, Blair’i “biçilmiş kaftan”olacağını anlatmaya başlamış olsalar da bu adaylığı Doğu Avrupa ülkelerinden ve İtalya’dan başka ülke desteklemiyordu.
Blair’in adaylığına kesinlikle karşı olan Almanya, Fransa’yı da ikna edince yeni bir başkan adayı arayışı başladı. Blair’in adaylığının ölümünün arkasında iki neden vardı. Birincisi, AB liderliği, kamuoyu, Blair’in ABD’nin “adamı”olduğuna, İngiltere’nin politikalarının AB sürecinin gelişmesini engellediğine inanıyordu. İkincisi, AB, tüm liberal fantezilere karşın, içinde ciddi bir hegemonya süreci yaşanan ulus devletler topluluğuydu. Bu hegemonya sürecinin başını çeken Almanya ve Fransa, çevrelerindeki ülkeler, ulus devletlerinin gücünü azaltacak etkin, dahası Blair gibi kendine özgün gündemi olan güçlü bir başkan istemiyorlardı.
Leparmantier’in, Rompuy’un atanma sürecinin arkasındakileri anlatan ayrıntılı yazısının (Le Monde, 20/11) da gösterdiği gibi Blair’in devreden çıkması, Fransız-Alman eksenini güçlendirdi. Merkel’in Hıristiyan muhafazakâr kanattan, dengelere dikkat edecek, bu ikilinin iradesini sorgulamayacak bir aday isteği egemen oldu. Leparmantier, Merkel’in ilk adayının, eski Avusturya Şansölyesi, 2000’de faşist Haider’le işbirliği yapan Schüssel olduğunu, daha sonra, Almanya ve Fransa’nın Rompuy konusunda 30 Ekim toplantısında anlaşarak, sürece damgalarını vurduklarını aktarıyor. The Guardian’ın,“Franco-Alman mutabakatı tepki çekiyor” başlıklı yorumu da (18/11), Leparmantier’in saptamalarını doğruluyor. Böylece konsey başkanlığı süreci Almanya-Fransa ekseninin hegemonya sürecini güçlendiren yönde gelişiyor.
Wolfgang Munchau (Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası’nın görüşlerine çok yakındır) da AB’nin gereksinimi “güçlü başkanlık, liderlik sorunu değil, belirgin siyasi hedefler koymakta ve izlemekteki başarısızlık, ama en önemlisi eşgüdüm ve kriz yönetimi oluşturmaktaki yetersizliklerdir” diyor (Financial Times22/11). Diğer bir deyişle, Rompuy’un atanması, hegemonya sürecinin arkasındaki sınıf blokunun tercihlerine de uygun.
‘Benmerkezci yanılsamalar’
Rompuy’un 2004 yılında yaptığı bir konuşmasındaki tarihsel, dini gerekçelere göndermeyle, “Türkiye Avrupa’nın parçası değil, asla da olmayacak” sözlerinin atanmasından bir gün önce basına sızdırılması da bu hegemonya sürecinin bir parçasıydı. Türkiye’deki AB lobisinin, “ama konuşma beş yıl önce yapılmıştı”avuntusuna aldırmayın. Beş yıldır gelişmeler, AB kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğine muhalefetini güçlendirmedi mi? Almanya ve Fransa’nın üyelik dışı seçeneklere yaptığı vurgu daha da güçlenmedi mi? Bir hegemonya projesi, az çok tutarlı bir metafizik (örneğin din) boyuta sahip olmak zorunda değil mi?
Bu koşullarda Türkiye Dışişleri, ya olup bitenlere aldırmıyor ya da kendini, daha kötüsü bizleri aldatıyor.
Dışişleri Bakanı Prof. Davutoğlu,Türkiye’nin üyelik sürecini canlandırmak amacıyla, çıktığı Avrupa gezisinin Madrid ayağında yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin Avrupa kültürünün parçası olduğuna ilişkin size yüz gerekçe gösterebilirim. En az 15 Avrupa ülkesinin tarihini, Osmanlı arşivlerine bakmadan anlayamazsınız”demiş. Belli ki, sözlerindeki ironininayırdına varmadan…
Avrupa “kültürünün parçası” ifadesi en az bu 15 ülke açısından iki anlamı var. Birincisi: Osmanlı, Avrupa kültürünün parçasıydı, ama askeri, siyasi ekonomik, özellikle dini açılardanolumsuz bir vurguyla kodlanmış“öteki” olarak… İkincisi: Modern Türkiye gerçekten, Avrupa açısından bu kez olumlu bir vurguyla kodlanmış olarak Avrupa kültürünün bir parçası, ama Davudoğlu’nun sandığı gibi değil. Modern Türkiye, Avrupa’nın dini, siyasi, askeri “ötekisi” olarak yaşamış bir imparatorlukla bağlantısını keserek aydınlanma geleneğini, laikliği, kadın haklarını, kapitalist hukuku, modern kapitalist devlet biçimi Cumhuriyeti benimseyerek, Avrupa’ya açılarak kültürüne eklemlenmiş bir ülke.
İroni şurada: AKP’nin Türkiye’yi, Müslümanlık özelliklerini öne çıkararak yönetme, Prof. Davutoğlu’nun da Yeni Osmanlı projeleri bu “parçası olma”ifadesindeki olumlu kodlamayı çözüyor, olumsuz kodlamayı yeniden kurguluyor. Siz Müslümanlık kültürünüzü, Osmanlı mirasınızı biteviye vurgulayacaksınız, ama karşınızdaki bunun tarihsel sonuçlarını anımsayarak bir korunma refleksiyle, birleştirici evrensel değer olarak Hıristiyanlığı vurgulayınca huysuzlanacaksınız… Bu da“benmerkezci yanılsamalarla” ilgili…
Thursday, November 26, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment