Thursday, November 27, 2008

Hep Aynı Tuzağa Düşüyoruz

Hep aynı tuzağa düşüyoruz. “Özgün” olana takılıp, evrensel olanı kaçırıyor, sonuçsuz çabalarla kıymetli zamanı ziyan ediyoruz. Son derecede önemli bir yerel seçimler yaklaşırken Deniz Baykal’ın çarşaflı bir bayana CHP rozeti takması da buna iyi bir örnek oluşturuyor.

‘Ötekiler’ ve büyük öteki…

“Ötekine” ne kadar hoşgörülü olduğumuzu birbirimize kanıtlamaya çalışırken hepimizin katlanmakta büyük zorluk çektiği şeylere, “evrenseli”oluşturan sorunlara (kapitalizmden kaynaklanan, kriziyle daha da ağırlaşmaya başlayan, eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik) karşı ortak bir tutum geliştirmeyi başaramıyoruz.

Kimliğimizi bölerek ‘kendimiz’ olmamızı engelleyen şeye karşı taşıdığımız kızgınlığı paylaşarak, birlikte mücadele edeceğimize (Zizek), birbirimizle (etnik, dini kimlikler vb.) uğraşırken, asıl kızdığımız şeyin devam etmesinin koşullarını yeniden yaratmaya devam ediyoruz. Daha önce vurguladığım gibi (31/01/07) “öteki”ni tanımaya çalışırken büyük “ötekiyi” göremiyor, dolayısıyla, eşitlik ve özgürlüğün, ekonomik kurtuluşun evrensel koşullarını gerçekleştirecek mücadeleyi yaratma şansını yakalayamıyoruz.

Birbirimize (ötekini) nasıl hoşgörüyle katlandığımızı kanıtlamaya çabalamak yerine, “büyük ötekiyi, sermaye ilişkisini sorgulamanın yolunu yeniden bulmak gerekiyor.

Nafile bir jest

Bu açıdan bakınca, Deniz Baykal’ın, kapitalizmin yüzyılda bir gelen krizlerinden biri hızla derinleşirken çarşaflı bir bayana rozet takarak partisinin“ötekine” olan hoşgörüsünü kanıtlamaya çalışması nafile bir jest, zaman kaybı, daha da önemlisi taktik bir hata olmuştur.

Baykal’ın jesti, AKP’nin, demokratikleşmeyi İslami yaşam tarzının yaygınlaşmasına indirgeyen hegemonya söylemini olumlamak anlamına gelmiş, bu söylemin, savlarına güç vermiştir. Böylece Baykal rakibi olan partinin ve siyasi hareketin tabanının, parti etkisini yaymakta en önemli rolü oynayan çekirdeğinin özgüvenini pekiştirmiştir. Hem de AKP’nin bir referandum gibi kullanmaya hazırlandığı açık seçik belli olan bir yerel seçimler öncesinde.

Baykal’ın, bu jesti, rakibinin söylemine enerji katarak, tabanını ve saflarını pekiştirirken, kendi saflarında tam aksi bir etki yapmış, bir dağınıklık, şaşkınlık, hatta düş kırıklığı yaratmış, partinin seçimlerdeki mücadele gücünü zedelemiştir.

Dahası, Baykal’ın jesti, bir süredir siyasal İslamın hegemonya simgesi, liberal entelektüelleri kendine bağlama aracı olan “türban sorununu” arka plana iterek ekonomik toplumsal sorunları öne çıkarmaya, böylece bir sosyal demokrat partinin geniş kitlelere ulaşması için uygun koşulları yaratmaya başlayan bir konjonktürü, türban olayını, “yaşam tarzı siyasetini” yeniden canlandırarak bozmuştur.

Kitle siyaseti ama nasıl?

Siyasal İslamın sözcüleri, Baykal’ın bu jestini alkışladılar. CHP içinde bir kesim ve kimi aydınlar da kitlelere ulaşmak için yapılmış zorunlu bir adım, karşı çıkanları da seçkinci, vb. olarak yorumladılar.

Baykal’ın jestine karşı çıkanların hepsinin seçkinci olmadığı, kiminin çok pratik kaygılarla hareket ettikleri söylenebilir. Örneğin seçime gidiyorsanız, rakip partilerin alanlarına nüfuz etmeye kalkmadan önce, ilk elde kendi saflarınızı sıklaştırmanız, parti üyelerinizin özellikle kampanyaya katılacak olanların kafasının son derecede açık, partiye güveninin tam olmasını sağlamanız, geleneksel oy tabanınızı sonuna kadarkapsayıp konsolide ettiğinizden emin olmamız gerekmez mi?

Tarih bunları gerçekleştirmeden tabanlarını sağa doğru genişletmeye kalkan sol partilerin, eğer merkez sağda belirgin bir bozgun ve çöküntü yaşanmıyorsa, her zaman büyük zarar gördüğünü gösteriyor.

Dahası, toplumdaki kültürel bölünmüşlükler, birkaç jestle aşılabilir mi? Televizyonlarda izlediğimiz gibi, kimi “başı açık çağdaş bayanların” çarşaflı bayanları, sarılarak, yüzlerini okşayarak “çocuklaştırması” ters tepki yaratarak, sizin seçkinci, “yabancı öteki” imajınızı daha da güçlendirmeyecek mi?

Halbuki yüzyılda bir gelen bir ekonomik kriz hızla yayılıyor, işçi sınıfından orta sınıflara kadar “din, etnik kimlik ayrımı” yapmadan herkeste gerginlik, endişe yaratıyor, artmaya başlayan işsizlik (yalnızca tekstil de 400 bin diyorlar), yoksulluk, ailelerin boynunda değirmen taşı haline gelen tüketici kredileri, bu gelinen noktaya AKP hükümeti altında gelindiği gerçeği, size en geniş birleştirici parti çalışması ve seçim kampanyası için çok verimli bir ortam sağlamıyor mu?

Deniz Baykal’ın emekçi kesimlere, “yeni orta sınıfa”, Kürt emekçilerine, kendi solundaki siyasi akımlara ulaşması, kapsayıcı bir platform yaratmaya başlaması; bu platforma çıkarak, gerçek bir sosyal demokrat parti lideri gibi sermaye kesiminin krizden en çok zararı görecek olan kesimlerine konuşmaya başlaması gerekmez miydi? Nafile jestlerle vakit kaybedene, kargaşa yaratana kadar…

1 comment:

ozan said...

"...gerçek bir sosyal demokrat parti lideri gibi..."
Sanırım, sorunun bir ayağıda da bu cümlenizde saklı.

Milyonluk yürüyüşerde ki kesimler için rahatsızlık veren, onların yaşam alanlarını işgal etmeye yeltenen, yani asıl sorun, bu kesimler tarafından hep "küçük öteki" olarak alındı.

Yaşadığım bir olayı aktarayım, gerçi herkes çok aşinadır: Bir gün şehrin "şık" insanlarının yaşadığı ve bu şık insanların CHP sempatizanı olduğu bir kesiminde, belediye otobüsüne, üstü başı dağılmış, aç, ayakta zorlukla duran bir evsiz bindi ve bir anda bu kişinin etrafında büyük bir boşluk -adeta tersine
bir kara delik- oluştu. Ne de olsa tek sorun türban, karaçarşaf, tarikatlar vb. idi; birden nereden çıkmıştı şu adam; aslında herkesin üç kuruşluk bir kahveye Starbucks'ta bir kaç milyonunu verebilecek ekonomik yeterliliği vardı. "Büyük öteki"nin yansımasını rüyalarında bile görmeyen potansiyel CHP'li (ve diğer partilere yakın) kitle, evsizi yanlarında oturur halde bulunca kaçacak delik aramaya başladı.
Bir yandan da ironik tabii!..

Sonuç olarak, insanlar ve onların bir şekilde yukarıdaki yansıması olan partiler sorunu sistem sorunu olarak değil de, Obama ve Bush arasındaki tercih sorunu olarak gördükçe, onlardan "gerçek bir sosyal demokrat" tavır beklemek bence zaman kaybı olur. Ülkenin son yirmi küsur yılda sisteme arka kapıdan da olsa nasıl yamandığının toplumsal tabandaki görüntüsü, cidden, acı!
"Gerçek," topluma kaçacak delik arattırır hale gelmiş!