Tuesday, January 15, 2008

Liberal entelijansiyanın işi zorlaşıyor

“Başbakan Erdoğan, resmi davetli olarak gittiği İspanya’da düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin İslam ve türban konularındaki sorularını yanıtladı.

“Mesela son zamanlarda Ilımlı İslam diye bir ifade kullanılıyor. Bu da çok yanlıştır. Yani ne adına kullanılıyor kim adına kullanılıyor? İslam İslamdır."
“Basın toplantısında üniversitelerdeki türban yasağına da değinen Erdoğan, başını örtenlere “başörtüsünü siyasi simge olarak kullanıyorsun" şeklinde baskılar yapıldığını söyledi. Erdoğan, “Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz?”
(Gazeteler)

Başbakana katılmamak elde değil. Tabii ki ılımlı İslam olmaz. İslam İslamdır. Tamam da bu hangi İslamdır. Vahabi İslam’ı mı, Şii İslam’ı mı? Yada belki şunu söylüyor Başbakan. Kitapta ne varsa, hakikat o dur! Bence de doğrusu budur. Eğer Kitabın Allah’ın sözü olduğunu kabul ediyorsanız, onu yorumlamak, günün koşullarına uyarlamaya çalışmak, çelişkilerini sorgulamak size düşmez.

Tabii tüm bunlar, piyasa mekanizması dışında, kendi bencil varlıklarının ötesinde her hangi bir aşkın ideale inanmakta zorluk çeken liberal entelijansiya için tatsız haberler. Şimdi, ılımlı-radikal İslam ayrımını Başbakana rağmen savunmaya devam etmek gibi bir abuklukla karşı karşıyalar.

Başbakan’ın türban için söyledikleri de bence doğru. Türban bir siyasi simge olarak takılıyor olsa bile suç olarak kabul edilmemelidir. Şimdi de zaten edilmiyor. Yalnızca insanları dini kimlikleri, cinsiyetleri, cinsel eğilimleri, etnik kökenleri karşısında kör olması gereken, onları salt soyut vatandaş kimliği içinde görerek eşit hizmet vermesi gereken devletin kamusal alanlarında takılması yasak o kadar.

Liberal entelijansiyanın bu konuda da işi zorlaştı. Bu güne kadar türbanı, depolitize edilmiş bir insan hakları kavramı bağlamında savunuyorlardı. Başbakan, gerçeği açıkladıktan, türban sorununun gerçek anlamı ortaya, bizzat sorunu yaratanlar tarafından dökülünce, şimdi ne yapacaklar?

1 comment:

Engin Kurtay said...

Pes, bu kadar olur! RTE tam da benim ağzımdan almış bu argümanı:

“Dinci cephe, başörtüsünün kişisel inanç, özgür seçim gereği kullanıldığı için, inanç özgürlüğü olan her yerde kullanılabileceğini söyler. Laik cephe ise, başörtüsü siyasal bir simge olduğu için, okullarda ve kamusal alanda kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Siyasal simge gibi görünmeyen başörtüsü kullanımına ise itiraz etmediğini söylemektedir (“babaannelerimizin başörtüsüne karşı değiliz”). Dinci cephenin gerekçesi geçerlidir, laik cephenin gerekçesi geçersizdir, çünkü siyasal simge olarak kullanılan başörtüsü, aynı zamanda kişilerin özgür seçimi ve inançları gereği de kullanılıyor olabilir – ki büyük olasılıkla öyledir. Öyleyse ister siyasal simge olsun ister olmasın, aynı zamanda özgür seçim ve inanç gereği ise, sosyal yaşamın her alanında kullanılması talep edilebilir (ya babaanneniz okula gidecek kadar genç olsaydı? Olmaz ya, ama ya oldu da babaanneniz üniversite sınavına girdi ve kazandı ise?....).”

diye yazmıştım, “Bir ‘Semptom’ Olarak Prof. Şerif Mardin” yazısına yorumlarda... Şimdi RTE aynı argümanı kullanıyor ve bu çok geçerli bir argüman (dürüst değil, ama geçerli)!

İşin acı tarafı, laik cephenin argümanları da dürüst değil ama üstüne üstlük geçersiz. Koskoca “prof” titirli akademisyenler bu kadar zırvalamak için mi prof olmuşlar, gamalı haç olsaydı ne olurdu, ya haremlik selamlık uygulamalar başlarsa ne yaparmışız, çaresi yok, başörtülü kızlar okusunlar belki zamanla değişirlermiş.... “Prof” olmuşlar ama hepsi tam da Lacan’a malzeme: konunun merkezinden kaçmak, o başedilmez sert çekirdekle yüzleşmemek için binbir lafı geveliyorlar, RTE de onlarla top gibi oynuyor.

Laiklerin de dincilerin de tahammül edemedikleri konunun merkezinde ne olduğunu tekrar söylüyorum:

Kızınız üniversiteyi kazanmış, sabah çıkyor, derslerine giriyor, akşam eve geliyor. Eğer üniversite başka bir kentte ise daha fena, akşam yurda gidiyor, ya da arkadaşlarıyla ev tutmuş, orada kalıyorrrr.... (yürekler şimdiden tutuşmaya başladı değil mi, çok eğlenceli). Üniversite ortamı liseden farklıdır, dersler arasında boş saatler olur, yoklama alınmayabilir, insanlar kantinde, bahçede ya da etüd salonlarında boş saatlerini sosyalleşerek geçirirler, kuytu köşeler çoktur, kimse kimseyle fazla ilgilenmez, lisedeki gibi başlarında devamlı bekçilik yapan hocalar da bulunmaz. Dahası kızınız 18’ini geçmiş, reşit olmuş. Anne baba olarak onun üzerinde artık yasal bir otoriteniz yok.

İşte soru: ya kızınız hoşlandığı bir erkekle yatarsa, ne olur? Orospu mu olur? Yoksa iyi bir şey mi yapmış olur?

Profesörler, prof oldularsa ve topluma karşı statüleri gereği sorumlu iseler, din nedir, baskı nedir, insanlık nedir, sömürü nedir, cinsellik nedir, bunların üzerine kafa yoracak kadar aydın iseler, bu soruyu halk önünde tartışmaları gerekir. Hele feminist geçinenler, bu soruyla haydi haydi yüzleşmeleri gerekiyor.

RTE çok isabetli bir çıkış yaptı: siyaset yaşamın tam içindedir, gündelik yaşamdaki çıkarlardan, rahatsızlıklardan, beklentilerden itki almayan siyaset kitleselleşemez. Öyleyse laik cephe şunu anlamalıdır: konumuz başörtüsünün ne siyasal bir simge olmasıdır, ne de özgür seçim olmasıdır. Asıl sorulması gereken soru şudur: başörtüsü gündelik yaşamda hangi beklentiye, hangi kaygıya, hangi ihtiyaca çare oluyor?

İşte yanıt: kızınızın başı kapalı ise, üstelik “kendi seçimi” ile başını örtüyorsa, korkacak birşey yok. Bir kızın bir erkekten hoşlanması orospuluktur, ama siz merak etmeyiniz, başı kapalıysa kızınız namusludur. Başörtüsü sayesinde çevresine bağıra bağıra kimseden hoşlanmayacağını, kocaya varıncaya kadar kimseyle yatmayacağını haykırmaktadır. Bu mesajı alan erkekler de zaten ondan uzak duracaklardır.

Egemen zihniyet budur, bu nedenle başörtüsü kabul görmekte ve yaygınlaşmaktadır. Kitapta yazıyor diye değil ya da ABD istiyor diye değil (evet, ABD de istiyor, ama ilk neden o değil). Bunu görmek için sosyolog olmaya, siyaset bilimci olmaya, hatta aydın bile olmaya gerek yok. Herkes bunun zaten farkında.

Öyleyse tartışılması gereken zihniyet budur.

Ne var ki, ayan beyan ortada olan bu zihniyeti tartışmak, ancak ancak DEVRİMCİ bir zihniyete sahip iseniz mümkündür. Ancak o zaman “özgür seçim” gibi zırva argümanları bir yana bırakırsınız, “nasıl” sorularından “neden” sorularına geçersiniz ve kültürü, düzeni, giderek iktidarı ancak o zaman sorgulayabilirsiniz (“özgür seçim” söylemi, Zizek’in en çok gırgır geçtiği kavramlardan biridir: herkes seçimini yapmakta özgürdür, tabii doğruyu seçtiği sürece).

Nilüfer Göle: Büyük sosyolojik buluşunuz (!) diyordu ki: babannelerimizin başörtüsü bizleri rahatsız etmiyor, ama şimdi bizimle aynı kamusal alanı paylaşma talebindeki genç başörtülüler bizi rahatsız ediyor. Nedeni çok basit, ben size söyleyeyim: babaannelerimiz –adı üstünde– yaşlı insanlar ve özgür seksten, cinsiyet eşitliğinden nasiplerini alamadan yaşamışlar, gidiyorlar. Ama tesellimiz yeni neslin dünyayı dönüştürecek olması, cinsiyet eşitliğini ve giderek her alanda daha çok eşitliği kuracak olması – idi... Şimdi bu ideal bitiyor, onun için rahatsızız.

“Filozoflar dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumladılar, oysa sorun onu değiştirmektir” Feuerbach Üzerine 11. Tez.