Friday, January 18, 2008

Avrupa Birliği üyeliğini unutun! Avrupa’yla savaşmaya hazır olun!

Avrupa Birliği üyeliğini unutun! Avrupa’yla savaşmaya hazır olun! En azından şu “uygarlıklar çatışması/ittifakı” söylemi devam ettiği müddetçe. AKP hükümeti de bu oyunu oynamaya devam ettikçe...

Bu söylem insanlığı birleştirmeyi değil bölmeyi amaçlıyor. Nicholas Sarkozy Riyad’daki konuşmasından paradigmayı çok açık bir biçimde ortaya koydu: “Büyük bir tarihsel mirası, kültürel mirası en önemlisi bir uygarlık mirasını korumak zorundayım. Ve ben kökünde din olmayan bir ülke, kültür, uygarlık bilmiyorum. Tanrı insana hizmet etmez onu özgürleştirir..." (Le Monde, 17/01/08).

Öyleyse Türkiye ve Avrupa farklı dinlere sahip olduklarına göre, farklı uygarlıklara ait olmak durumundalar, tarih boyunca rekabet etmiş, savaşmış birbirlerinin kanını akıtmış iki “uygarlığa”.... Kökünde din, yani değişmez bir şey olduğuna göre, bu iki uygarlığın “zamanın sonuna” kadar ayrı ve karşı karşıya kalması, her birinin ötekini, en yüce boyutta karşıtı ve tehdit olarak görmeye devam etmesi kaçınılmaz... Hıristiyanlara için Müslümanlar İsa’nın tanrı olduğunu yadsıyan insanlardır, yani cehennemlik! Müslümanlar için Hıristiyanlar son peygamberin mesajını yadsıyan insanlar, yani cehennemlik!

Sarkozy’ye dönersek, o “büyük uygarlık mirasını” korumanın yolu nereden geçiyor dersiniz? “Öteki”nin sulandırıcı, değiştirici etkisinden değil mi? Müslümanlar da zaten, yüz yıldır içinde oldukları yoksulluğu, iktidarsızlığı, “Öteki” uygarlığın dejenere edici etkilerine bağlamıyorlar mı?
(.............)

(Cumhuriyet,16/01/08)
“Medeniyetler ittifakı”, çatışması, tuzağı

“Başbakan Erdoğan, Medeniyetler İttifakı 1. Forumu'na katılmak üzere İspanya'ya gitti”, haberi, aklıma “bu ittifak, kime karşı?” sorusunu, “kasapla koyunun ittifakı” imajını getirdi. Bu imaj, abartılı gelebilir ama, biraz yakından bakarsanız gerçeklikten çok uzak olmadığını da görebilirsiniz..

“Uygarlık” masum bir kavram değil

Huntington’un “Uygarlıklar çatışması” tezini bir kez daha eleştirmek istemiyorum. İlgilenenler için Edward Said’in eleştirilerini, (The Nation, 22/10/2001), Robert Kagan ile Amaratya Sen’in tartışmalarını, (Slate, 25/05/26), Prof. Kongar’ın Cumhuriyet’teki, Dei Welt’in Editörü Josef Joffe’nin Middle East Strategy at Harvard sitesinde 10 Ocakta yayımlanan yazısını önerebilirim. Ben, bu tezin kaynağına, anlamına, sonuçlarına değinmekle yetineceğim. Başbakanın bir numaralı dış politika danışmanının o ünlü “stratejik derinliği” Huntington’un, bu kitaptaki, Türkiye Cumhuriyetine ilişkin teziyle kazdığını da anımsayarak.

“Uygarlık”, Huntington’un da değindiği gibi, 18. yüzyılda, Avrupa’da, “Aydınlanma” ile birlikte doğan bir kavram. Biri açık diğeri örtülü iki amaca yönelik olduğu söylenebilir. Birincisi Avrupa’nın kendini, dünyanın geri kalanı karşısında, daha “üstün”, “gelişmiş” bir toplum olarak tanımlamasıyla ilgili. “Uygarlık” kavramı, Atina’nın Persler karşısında Isparta’yı desteklemesinin mantığından hareketle, esas olarak, dil, ırk ve din birliğine dayandırılıyor. İkincisi, Avrupa, böylece kendine, “uygar” olmayan yerlere müdahale etmek (sömürgeleştirmek) için ideolojik gerekçe yaratıyordu: “Mission civilatrice”, “beyaz adamın yükü” vb… “Irk birliği” fantezisi de daha baştan kavramın içinde olduğundan, böyle sınırlı, tüm insanlığın hikayesini, uzun tarihsel karşılıklı etkileşim sürecini, göz önüne almayan bir “uygarlık” tanımı da, kolaylıkla “üstün ırk” varsayımını doğurabilecekti. Bu “uygarlık” kavramı daha baştan “emperyalist ve ırkçı” bir içerikle doğdu.

“Uygarlıklar çatışması” tezi de, tarihsel koşulların, “soğuk savaş sonrasının”, ABD hegemonyasının “yumuşak (ideolojik, kültürel kapasitesinin) gücünün” zayıfladığı bir dönemin ürünü. ABD’nin, hegemonyacı bir ülke olarak, “soğuk savaş” boyunca, yönlendirdiği ülkeler grubu üzerindeki (“Batı bloğu”) etkisi zayıflıyor, “tek kutuplu” dünya projesini benimsetemiyordu. Zizek’in, Hegel’e göndermeyle, işaret ettiği gibi, gerçekliğe ilişkin yapılan tanımlama, tanımlayanın ona müdahale edebilme olasılığını de belirler. ABD’nin de zayıflayan etkisini restore edebilmek için, dünyayı, ABD liderliğindeki ülkeler ve diğerleri olarak yeniden tanımlaması, bu tanımı, diğer ülkelere de kabul ettirmesi gerekecekti…

Bu bağlamda karşımıza üç kavram çıktı. “Tarihin sonu”, “Küreselleşme”, “Uygarlıklar çatışması”. İlk ikisi, gerçekliği, ABD’nin ekonomik ve siyasi modelini (liberal demokrasi ve serbest piyasa) egemen kılacak biçimde tanımlarken, “uygarlıklar çatışması”, “Batı (ABD ve Avrupa- hatta Hıristiyan dünyası) ve geriye kalan herkes (West and the rest) kamplaşması için gereken siyasi koşulları sağlayabilecek özelliklere sahipti.
“Uygarlıklar çatışması”

Bu kavramları benimseyenler, ister istemez, ABD hegemonyasının etki alanına girdiler. Halbuki, Edward Said’in, Oriantalism kitabıyla başlattığı tartışmaların zemininde, Ortadoğu’da entelijensiyenin, siyasetçilerin bu kavramlara en azından kuşkuyla yaklaşması beklenirdi. Aksine, “uygarlıklar çatışması” tezi, “uygarlık”, el çabukluğu marifet dine indirgendiğinden, siyasal İslam’ın liderliği tarafından hemen kabul edildi. Batı ilk kez onları da bir uygarlık (eşit olmasa bile var olan bir uygarlık) olarak kabul ediyordu ya… Gerisi önemli değildi…

Dikkatle bakınca, bu kesimin çok da “saf” olmadığı, belli amaçlar doğrultusunda “şeytanla” “çok zekice”(!) bir iş birliğini kabul ettiklerine inandığı, diğer bir değişle “zokayı” bile bile yuttuğu görülür. ABD ve Avrupa’da dış politika seçkinlerinin, bu “uyumlu” yaklaşıma, “uygarlıklar ittifakı” kavramıyla cevap vermeleriyse bu “ince hesabın” dikkatlerden kaçmadığını gösteriyor.

Peki kime karşı bu “ittifak”? Huntington’un tezini (Popper'ci “reddedilebilirlik koşulu”ndan hareketle) yanlışlayan iki olgu var: Türkiye Cumhuriyeti ve “ulusal proje”. Huntington açısından “uygarlığı” tanımlayan, din, ırk ve dil ölçütleri söz konusu olduğunda, laiklik, Arap olmamak ve Türkçe, Türkiye’yi, Müslüman, Araplarla aynı “uygarlığa” sokmayı olanaksızlaştırıyordu. “Ulusal proje” ise ulusların varlığına işaret ederek “uygarlık” tanımını istikrarsız kılıyordu.

Huntington da teorisinin boğazına kaçan bu iki “kılçığı”, bir ad hoc hipotezle, “sapma” diyerek çıkarmaya çalışıyor. Ama, “teorinin boğazındaki bu iki “kılçık” da bize “ittifakın” aslında kime karşı tasarlandığını gösteriyor. İttifak, Ortadoğu’da moderniteye ve “ulusal proje” peşinde koşan seküler rejim ve akımlara karşı… Bölgenin, uluslararası sermayenin, ABD siyasi makinesinin açık avlanma alanına dönüştürülmesini amaçlıyor. Siyasal İslam’ın da bu ittifak sayesinde, bölgenin tek siyasi taşeronu olmayı, “koyunları” emperyalizm adına gütmeyi” amaçladığı da çok açık. Şeytanla ittifak daha baştan şeytana biat etmeyi gerektiriyor. Siyasi iktidar ve servet “hakikate” kulluktan çok daha önemli ne de olsa…

No comments: