Tuesday, June 26, 2007

“Eğreti burjuvalar”ın- Eğreti entelleri

Canan Barlas, Türk Burjuvazisi'nin hallerini, kendi yaşamından çok ilginç örneklerle yazmış Söyle diyormuş:

"Amerika'da burjuvazi yok kapitalizm ile üretilen teknolojilerle gelişen, modernizm
önde. Avrupa’da gelişmiş bir burjuva sınıfı oluşmuştu. Türkiye'de bütün Batı'cılık politikalarına rağmen burjuvazi oluşmadı.Taklitçilikten öteye gidemeyen paralı sınıf ,birikince de örnek yaşam tarzları üretemedi.Şimdi AKP nin geliştirdiği bir orta sınıf var.Karmaşık düşüncelerle İslami kimlik dışında örnek arıyorlar.AKP İslami kimliğin dışında AB için çalıştıysa da bunu anlatamadı.Kendi ürettiği orta sınıf ona sahip çıkmıyor.Türkiye'de ise artık örnek burjuvaların oluşması mümkün değil.Global kültür yeni değerleri ile toplumlara yön verebilir.
AKP nin oluşturduğu yeni orta sınıf bayraklı mitinglerde kafası karışık bir biçimde kendini
ifade edemedi...Yükselen orta sınıf Türkiye'de gelişmiş bir burjuva sınıfı oluşmadığından örnek alacak önderleri olmadı.

AKP nin AB çalışmalarını gözden kaçıran bu yeni orta sınıf islami kimliğin dışında arayışlara
giriyor. AKP tepede çeşitlilik gösteremediği için bu orta sınıfı yanına alamıyor.
87 yılından beri üzerinde çalıştığım İğreti Burjuvalar kitabında, Atatürk'ün bürokratlara ve
aydınlara verdiği burjuvalaşma görevini taklitçilikten öteye götüremediklerini, üçüncü
kuşaklara varan sermaye sahiplerinin de ,bunu başaramadığını ortaya koydum.
Bundan sonra global kültürün toplumlara istikamet verebileceği düşüncesine vardım.Burjuva
kültürü taklitle üremiyor.Batıcılık karşısında halk anlayamadığı kültüre pek yanaşmadı, yanaşsa da bunu kendi değerleri içinde eritti.Belki de aydın ve bürokrat ve zengin takımından daha içten oldular. Şimdi orta sınıf örnek arıyor.AKP toplumsal çeşitliliği ön plana çıkarırsa belki iletişim kurabilir.Örnek ise global kültür olabilir."

("EĞRETİ BURJUVALAR" Haber Türk, 23.06.2007 14:48)


Türkiye’de burjuva sınıfının en büyük trajedisi “eğreti” olması değil. Tarih sahnesine geç çıkmış olması. Bu nedenle bir türlü çıkarlarını doğru dürüst dile getirebilecek, toplumu onun önderliğine ikna edecek organik entelektüellere sahip olamadı. Kültürel hegemonyasını kuramadı.

Doğru, 1980’lerden sonra oluşan bir neo-liberal -küreselleşmeci entel kuşağı var, görünüşte burjuva sınıfının çıkarlarını savunuyorlar, projesini halka kabul ettirebiliyorlar. Ama dikkatle bakılırsa iki önemli sorunla karşı karşıya Türkiye burjuvazisi:

Birincisi, bu entel kuşağı gerçekten çok çapsız, ne felsefe, ne sanat ne de ekonomi alanında ülkesine özgün hiç bir düşünce üretemedi bu güne kadar. Çünkü, aslında bir başka organik entelektüel sınıfın türevi (derivative). İkinci sorunda bu “türev” olmakla ilgili: bu entelijensiya, bu ülkedeki burjuvazinin organik aydını olmaktan çok uluslararası sermayenin/ finans kapitalinin, daha doğrusu onun çıkarlarını temsil eden organik entelektüellerin (epistemik toplulukların) türevi. Bu nedenle kendi ülkesindekini üreterek değil bu, sermayenin kültürel siyasi formlarını kopyalayarak taşıyor ve bu yolla yaşıyor.

Bu nedenle, bu eğreti organik entelektüeller kendi ülkelerinde sıkışıp kalmış olmaktan fena halde şikayetçiler ve aşağılık duygusu altında eziliyorlar- çünkü “bon pour l’Orient” olduklarının farkındalar. Bu aşağılık duygusunu örtmek için sürekli kendi ülkesindeki burjuva sınıfını ve kendi ülkelerindeki orta sınıfları giderek tüm halkı aşağılıyor ona bir bağlılık hissetmiyorlar. Ha bire neden Avrupalı gibi değilsin? Avrupalı gibi değilsen sen burjuva bile değilsin diyerek aşağılıyorlar.

Yukarıdaki alıntının sahibi, Canan Barlas da belli ki bu “organik” entellerden biri. Yukarıda aktardığım yaklaşımın pratikteki yansıması söyle: Aralarından kimileri kürese çapta klasmana giren, Koç, Sabancı, Eczacıbaşı grupları çapında üyeleri olan bir kapitalist sınıfın ne kadar oligarşik özellik gösterirse göstersin, salt kültürel nedenlerle “burjuva” olmadığına karar veriliyor.

Canan Barlas’da Türkiye’deki burjuvaziyi “eğreti”, taklitçi buluyor. Batıyı taklit etmekle olmuyormuş, küresek kültürü örnek almak gerekirmiş. Bu arada, küresel kültür, küresel olarak egemen olanın kültürü olduğundan, Barlas aslında ABD-AB kültürünü örnek alalım, taklit edelim demiş oluyor ya neyse… Dedik ya Tükriye’de burjuva sınıfı bir türlü organik entellektüellerine sahip olamadı. Sorun, bu ülkede bir burjuva sınıfının olamaması değil; o var. Sorun organik entellektüel adaylarının, daha baştan, uluslararası “egemen sermaye” tarafından bir “transformismo” süreci içinde asimle ediliyor olmaları.

Süreç şöyle işledi:
Amerika’da çıkan Life (Time, Life, Fortune dergileri medya kompleksinin parçası) dergisinin editörlerinden Henry Luce, 1941’de, ABD hegemonya atağına başlarken, yayımlanan The American Century başlıklı büyük formatif etki yapmış olan kitabında söyle yazıyordu: “dünyadaki en güçlü ve canlı ülke olarak, tüm etkimizi dünyanın geri kalanına uygun gördüğümüz amaçlar ve araçlarla dayatma görevimizi ve fırsatımızı bütün kalbimizle benimsememiz gerekiyor… Dünyada yayılan düşüncelerin kaynağı olma sırası şimdi bizde”

II. Dünya Savaşı sonrasında ABD tam bu momenti yakalarken karşısına SSCB ve az gelişmiş ülkelerde, anti-sömürgecik, kalkınmacılık, “ulusal proje” vb etkenleri çıktı. Soğuk savaş başladıktan az sonra taraflar adeta “pata” kaldılar. ABD yönetimi bu “pata” durumu bozmanın, egemenliğini sürdürmenin ve soğuk savaşı kazanmanın yollarını tartışmaya başladı.

1967’de Kongrede bir dış işleri komitesi “Soğuk savaş nasıl kazanılır. ABD’nin İdeolojik taarruzu” başlıklı bir rapor hazırladı. Bu rapor, “Amerika’nın yaptıkları büyük ölçüde yükselmekte olan uluslararası iletişim sistemini şekillendirecektir…. Diğer ülkeler büyük ölçüde bizim deneyimimizi taklit edecekler, kendilerini bizi oluşturduğumuz kurumlara ve sistemlere bağlayacaklardır…”

Bu aslında tam anlamıyla bir dış politika ve egemenlik projesidir. Bu nedenle rapor şöyle devam eder:

“Bazı dış politika hedefleri, yabancı ülkelerin, hükümetlerinden ziyada halklarıyla doğrudan ilişki kurarak gerçekleştirilmeye çalışılabilir. İletişim teknolojinin modern araçları kullanılarak ulusal nüfusun geniş ve etkili bir kesimine ulaşılabilir- bilgilendirilebilir ve davranışları etkilenebilir, eylemleri belli bir yönde motive edilebilir. Bu kesimler, de kendi hükümetleri üzerinde belirgin hatta belirleyici etkiler yapabilirler…”

ABD bu politikayı gerçekleştirmek için, hedef ülkelerin eğitimli kuşaklarına, hatta eğitim sistemlerine ulaşmayı amaçladı ve filmler, yayınlar, burslar, davetli eğitimler, konferans davetleri vb… yoluyla ilerledi, Daha sonra TV, uydu ve Internet çağında bu etki alabildiğince hızlandı. Ülkelerin organik entelektüel adayları, eğer sola kayıyorlarsa imha edildiler, kaymıyorlarsa, daha kendi burjuva sınıfların bağlanmadan, ABD kapitalizminin kültürel çoğu zaman da finansal etkisine bağlandılar. Son yıllarda, Franz Fanon’un “siyah ten beyaz maske” terimini sıkça kullanmam bundandır. Bu insanlar kendi ülkelerindeki egemen sınıflara bile, yabancı gözüyle bakarlar… Onları eğreti, yetersiz, sahte, çapsız bulurlar…

Böylece bir çok işlevi birden gerçekleştirirler uluslararası sermayenin yerel düzeyde üretilen organik entelektüelleri”.

1- Egemen projesini kendi ülkelerinde yayarak, yerel burjuva sınıfının buna direncini zayıflatır, hükümetleri bu yönde şekillendirirler. Uluslararası mali askeri ilişkiler de bu süreci destekler
2- Ülkede gelişme potansiyeli gösteren “organik entelektüel adaylarını” (ulusalcıları) anakroniktik, III. Dünyacı vb ilan ederek bastırmaya, susturmaya çalışırlar
3- “uluslararasi sermayenin yerel organik entelektüellerinin yerel kapitalizmi sürekli aşağılaması, Sol içindeki “saptırıcı” bir fantezinin (çarpık kapitalizm tezinin) desteklenmesinde de büyük rol oynar. Bu tez, kapitalizmin temel özellikleri gözden saklar, bir yerlerde saf demokratik ve ulaşılması olanaklı bir kapitalizm fantezisi yaratır. Bu fantezi anti-kapitalist mücadelenin kapitalizme değil onun sözde “çarpıklıklarına” yönelmesini kolaylaştırır, kendi özgün projesini oluşturmasını engelleyen yaklaşımları güçlendirir, sapla saman sürekli birbirine karışır. Bu “fantezi”, sisteme karşı cepheleri sürekli felç eden, küresel sistemi destekleyici bir fantezi olarak çalışır.

-o-

Bu işlevselci eleştirilere ek olarak “eğreti burjuva” fantezisine teorik düzlemde de değinmekte yarar var.

Burjuva salt kültürel, yada mekansal (bourg’da yaşayanlar anlamında) bir kategori değil, hatta öncelikle ekonomik kategori. Ekonomik olarak sermaye ilişkisini taşıyan insan demek.

Daha kapsamlı bir betimlemeyle, burjuva kavramı, genel sermaye devresinin özel aşamalarından biri üzerinde yerleşmiş, bu devrenin genişlemesinde işlevsel olan, devrenin bu kesimi üzerinde üretim, yeniden üretim ve bölüşüm araçları üzerinde mülkiyet ve kontrol hakkına sahip, bu konumundan dolayı ekonomik artıktan (artı-değerden) pay alan sosyal kesimi anlatır.

Bu anlamda burjuva sanayide ve tarımda üretici olabilir, mali devrelerde esas olarak tefecilik (bankacılık, borsacılık vb..) yapıyor olabilir, yada mal devrelerinde ticaretle uğraşıyordur. Yada kültür üretim ataçlarına sahiptir. Toprak sahibidir ve toprağını kapitaliste kiraya veriyordu, salt bu kirayla geçinen bir rantiyedir.

Belirleyici olan şudur:Gelirlerin hepsinin kaynağı artı-değerdir, feodal artık ürünün, köle emeğinin değerlenmesinde elde edilen servet değil.

Bu sermaye devresi tümüyle yerel, bölgesel, ulusal olabilir. Ama yerel, bölgesel, ulusal düzeyde uluslararasi sermaye ile, dış ticaret, finansman, know-how düzeyinde eklemlenmiş, ürettiği, sahiplendiği artı-değerden ona pay veriyor olabilir. Bu anlamda ya tümüyle uluslararasi sermayenin bir uzantısıdır yada, uluslararası sermaye ile ilişkisi, kendi etkenliğinin bir uzantısıdır ve istediği anda son verilebilecek bir biçimde, kenti denetimi altındadır. Bu sermaye kendi birikim süreci üzerindeki denetimini korumaktadır. Kısacası, ya ulusaldır, ya yereldir (yani uluslararası sermaye ile kendi otonomisini koruyarak çalışır) yada iş birlikçi-kompradordur (tümüyle yabancı sermayenin uzantısı aracıdır, ondan bağımsız bir biçimde var olamaz.)

Bu süreçlerin hepsinde karşımızdaki sınıf burjuva/kapitalist bir sınıftır. Çünkü 19. yüzyılın sonundan bu yana kapitalizm bir dünya sistemidir ve dünyada eşitsiz, hiyerarşik, egemenlik bağımlılık ilişkileri içinde var olur. Yeniden üretilir. Başka kapitalizm (çarpık olmayan kapitalizm) artık yoktur. Bu anlamda çarpık kapitalizm, eğreti burjuva kavramı boş laftır.

Taklit ve kopya işine gelince. Sermaye birikimi, taklit ve kopya yoluyla ilerler ve genişler. Daha doğrusu, emek süreçleri, dolaşım yönetim yöntemleri, kurumları, kısacası, birikim tarzları sürekli kopya edilir. Çünkü yeni birikim tarzı yeni üretkenlik düzeyi demektir. Rekabet acilen kopya etmeyi gerektirir.

Dahası, sermaye sürekli yerelliğinden çıkar bir başka bölgeye gider ve orada var olmasına uygun koşulları yaratmaya başlar (David Harvey’in mekan düzlenmesi -spatial fix- dediği şey). Bu koşullar, hukuksal, kurumsal siyasi olduğu kadar, ideolojik, kültürel hatta duyarlılıklara ilişkindir de. Olmak zorundadır, çünkü belli bir tüketim normu, davranış biçimi, belli estetik duyarlılıkları gerektirir. Giysi, müzik, otomobil, ev eşyaları, gıda piyasası nereye bakarsanız bakın bu beğeni, duyarlıklara ilişkin “estetik yöneticilik” öneklerini göreceksiniz.

Üstelik bu salt gelişmekte olan ülkeler ait bir durum değil. Boşuna mı Fransa kültürel kurumlarının özgünlüğünü korumaya çalışıyor. Almanya medya sektörünün yabancıların eline geçmesini istemiyor. Ama yine de İngilizce her yere giriyor yeniden üretiliyor ve Anglosaxon duyarlılıkları taşıyor. Şimdi Çin ve Hindistan kaynaklı bir film endüstrisinin, yayılmakta olması da rastlantı değil.

Tüm bunları bilmeden konuşmak, bu arada kendi burjuva sınıflarını hor görmek bizim eğreti entelektüellerimizin bir özelliği ama, salt bizimkilerin değil. Latin Amerika’dan Afrika’ya, Ortadoğu’ya kadar bunların bir çok örneğini bulmak olanaklı.
Ama bunların yarattığı literatür içinde, ABD’de burjuva yok diyene hiç rastlamadım. Bu da Canan Barlas’ın katkısı olsa gerek. Canan Barlas tam 20 yıl çalışmış. Eh! Bu kadar büyük bir saçmalık da daha kısa sürede üretilemezdi doğrusu…

No comments: