Friday, November 04, 2011

Suriye, Libya değilse…

NATO ve AfriCom’un Libya operasyonu, Obama’nın “arkadan liderlik verme” stratejisi “başarılı” oldu ya, “Şimdi sıra sırada neresi var?” sorusu gündeme geliyor. En güçlü aday  Suriye. Ancak, Suriye’ye niyetlenenleri rahatsız eden bir durum var. Libya’da izlenen rejim değişikliği senaryosunu, Suriye’de aynen sahnelemek pek olanaklı görünmüyor; dekorda, aktörlerde önemli değişiklikler yapmak gerekecek. Bu bağlamda da gözler Türkiye’nin, Başbakan Erdoğan’ın üzerinde yoğunlaşıyor. Sizi bilmem ama, tüm bunlar beni korkutuyor.

Libya senaryosu zor...
Libya senaryosunun Suriye’de sahnelenemeyecek olmasına yol açan etkenlerin başında, coğrafi koşulları geliyor (Roff & Momani, Globe &Mail, 25/10). Suriye, Libya’dan farklı olarak, dağlık bir coğrafyaya sahip. Sivil nüfus, bu dağların arasına ve kenarlarına yerleşik. Havadan bombalamak olanaklı ama, tali hasarın çok yüksek olması kaçınılmaz. Libya nüfusu 6,6 milyondu, Suriye’de 22 Milyon insan yaşıyor. Suriye ordusu, Libya ordusundan sekiz kat daha büyük, iki kat daha fazla uçağı,  dokuz kat daha fazla tankı var...

İkincisi,  Suriye’de muhalefetin, toplumun en fazla yüzde 40’ını etkilediği düşünülüyor (age). Robert Fisk, halkın büyük bir kısmının iç savaştan korktuğunu, Esat’ı desteklemek için, kendiliklerinden, yüzbinlerle olmak üzere sokaklara çıkabildiklerini aktarıyor (The Independent 27/10) Time’dan Tony Karon, “Muhalefetin karşısındaki tatsız gerçek şu ki, Suriye toplumunun büyük bir kesimi, Sünni - İslamcı akımların önderliğindeki bir isyandan, rejimden korktuklarından daha çok koruyor”  diyor.

Üçüncüsü, daha çok diplomatik: Birleşmiş Milletler’den, Libya’ya müdahale etmeye olanak sağlayan karara benzer bir karar çıkartmak Rusya, Çin yüzünden olanaksız. Dahası, Zogby araştırma grubunun bulguları bölgede Sünni Arap nüfus içinde Esad’ı destekleyen kimse kalmadığını, ancak büyük çoğunluğun, Suriye’ye bölge dışından, Batı’dan yapılacak  bir müdahaleye kesinlikle karşı olduklarını gösteriyor (The National, 30/10). Bu nedenlerden dolayı, Jarusalem Post’tan Bloomfield, BM dışında, uluslararası ve bölge ülkelerinden oluşan bir “Suriye Dostları” grubu kurulmasını öneriyor (26/10).

Öyleyse ne yapmalı?
İsrail gazetesi Haaretz’in bir yorumunda bu soruya oldukça mantıklı bir cevap veriliyordu: “NATO ve Arap Birliği, BM, Beşir Esad’ı doğrudan hedef alamaz. Çünkü İran ve Hizbullah onun yanında, Rusya ve Çin’de diplomatik olarak destekliyor”. Ancak Haaretz’ göre “Esad’ın zayıf bir noktası var, düşmanları da hançeri oradan batırmayı planlıyorlar.  Esad’ın kaderi Türkiye Başbakanı Tayyip  Erdoğan’ın elinde” (30/10). Haaretz, “ ‘Özgür Suriye Ordusu’ denen şey Esad rejimini tehdit edemez ama, Türkiye’nin desteğiyle giderek büyüyor” diyor. Zogby’nin yukarda aktardığım araştırmasının bulguları da, Türkiye üzerinden yapılacak, Suudi Arabistan tarafından desteklenecek bir müdahaleyi, bölge halklarının benimseyeceğini ima ediyordu.

Gerçekten de, son haftalarda medyada izlediklerim, bana böyle bir senaryonun uygulanmaya konduğunu düşündürüyor. Hakkari- Çukurca baskınından sonra, daha toz duman yatışmadan hemen parmaklar Suriye ve İran’ı gösterdi. Geçen hafta, New York Times, yaygın olarak aktarılan bir haberinde, Türkiye’nin Suriye’li İsyancıları barındırdığını, koruduğunu hatta silahlandırdığı anlatılıyordu.  Wall Street Journal, başyazısında, “Türkiye artık Esad’ı hedef alıyor”, “Obama, arkadan liderlik verme konusunda yeni bir fırsat yakalıyor” (31/10) diyordu.

Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun “Türkiye Suriyelileri ve Filistinleri koruma sorumluluğu var” (Peki Esad’ı destekleyen yüzde 60’ı kim koruyacak? Yoksa bunlar Suriyeli değil mi?) sözleri,  Suriyeli İsyancılara kucak açarken “Sakın Türkiye’yi karıştırmaya kalkma” ültimatomu, “meşruiyeti olmadan  ayakta duramaz” (sokağa çıkan 200,000 kişi-Fisk- bir meşruiyet kaynağı sayılmaz mı?) saptaması. Türkiye tarafının da bu “arkadan verilecek liderliği” kabul etmeye hazır olduğunu düşündürüyordu.  Tam bu sırada Suriye muhalefeti, “uluslararası topluluktan” yardım istiyor. Arap Birliği Esad’a ültimatom veriyor...

Geçen hafta, Slate’de yayımlanan bir araştırma,  “Arap İsyanları” başladıktan az sonra, Pentagon’un CENTCOM bünyesinde, sıra dışı senaryoları düşünmek amacıyla kurulan “Kırmızı Ekip”i harekete geçirdiğini aktarıyordu. “Kırmızı Ekip”, bölgeyi İran ve Araplar, Sünniler ve Şiiler olarak bölecek senaryoları ve söylemlerini geliştirmeyi amaçlıyormuş.

Benim de aklıma nedense, İngiltere, Hindistan’dan çıkarken yaşananlar geldi. Şimdi, Hindistan yükselirken, o zaman etnik dini söylem üzerinden kurulan Pakistan dağılıyor. “O zaman, İngiltere’nin ‘böl yönet’ tezgahına gelen Pakistan burjuvazisi, şimdilerde acaba kafasını duvara vuruyor mudur?” diye düşündüm.

No comments: