Thursday, October 20, 2011

Washington-Tahran-Riyad üçgeninde Türkiye

İran'ın  ABD toprağında, Suudi Arabistan elçisine suikast planladığına ilişkin iddialar, Ortadoğu jeopolitiğinde yeni rüzgârların habercisi. Bu rüzgârların Türkiye dış politikasını hangi sahillere savuracağını ise şimdiden bilmek olanaklı değil. Ama AKP hükümetini zor günlerin beklediğini söyleyebiliriz.

İran’a karşı birleşik cephe...
Pazartesi günü özetlediğim gibi suikast planlarının inanılması çok zor yanları var. Bunu İran’ın planladığına bu aşamada inanmak zor. Ama fraksiyon çatışmaları altında istikrarını kaybetmeye, uluslararası konumunun zorlaşmasına paralel olarak telaşlanmaya başlayan totaliter bir rejimin hata yapma olasılığını da göz önüne almak gerekiyor. Bu suikast planının gerçek yazarını bilmemiz bu aşamada olanaklı değil. Yine de bu planın ortaya çıkmasıyla hızlanan olaylara bakarak bir şeyler düşünebiliriz.

FBI başkanı, başsavcı, Obama, İran’a yönelik suçlamaların arkasına imzalarını koyduklarına göre, bir bildikleri, bir planları olsa gerek. New York Times ve Washington Post’un kolları sıvayıp bir taraftan senaryoyu zenginleştiren, diğer taraftan, inanılırlığını arttıracak arka plan bilgileri yayımlamaya başlamaları, Obama yönetiminin bir taraftan Çin ve Rusya’yı ikna etme çabalarını hızlandırırken öbür taraftan olayı Birleşmiş Milletler’e taşıması, başkanlık seçimleri yaklaşırken İran’a yönelik yeni bir kararın alınmış olabileceğini düşündürüyor.

Suudi Arabistan yönetiminin, ABD savlarını hiç sorgulamadan İran’ı suçlaması, BM Güvenlik Konseyi’ne başvurması, Alawsat, Al - Hayat gibi Suudi kaynaklı yayınların, İran’ın nasıl bir bölgesel (Yemen, Bahreyn, Suriye, Irak) istikrarsızlık kaynağı, hatta terorizmi besleyen bir bela olduğunu anlatmaya odaklanmaları da anlamlı. Bunlar, Suudi rejiminin ABD planlarından haberdar olduğu, İran’a karşı bir ABD- Körfez ülkeleri cephesinin inşasının hızlandığını düşündürüyor.

İsrail’in Haaretz gazetesinde, Yossi Melman’ın yorumu da bir taraftan senaryonun ne kadar inanılması zor olduğunu vurguluyor, diğer taraftan suikast planının hedef aldığı Suudi elçisinin, WikiLeaks belgelerine göre, Suudi Kralı’nın İran’a karşı tavrının sertleşmesinde etkili oluğunu, Suudi Arabistan’ın ABD’deki Yahudi topluluğuyla diyalog kurmasına olanak sağlamış olduğunu aktarıyor; İsrail devletinin konuya ilişkin suskunluğunu korumakta olmasına dikkat çekiyordu (16/10). Buradan hareketle, Washington–Riyad ekseninin, bir “sessiz ortağının” olabileceğini düşünmek de olanaklı.

Manevra alanı iyice daraldı
“Sıfır sorun” politikası, ABD desteği, “stratejik derinlik”, Türkiye’nin bölgesinde güç yansıtma kapasitesini, manevra alanını, daha önceki dönemlerde görülmemiş düzeyde arttıracaktı.

Şimdi, Türkiye, hem Suriye hem de İsrail’le kavgalı olmayı başardığı, Füze Kalkanı Projesi’ne, Suriye’deki rejim değişikliği sürecine katılarak, kullandığı enerjinin yaklaşık yüzde 70’ini ithal ettiği iki ülkeyle, Rusya ve özellikle İran’la ilişkilerinin geleceğini tehlikeye soktuğu bir noktada duruyor. Filistin Yönetimi’nden gelen, “İsrail’le ilişkilerin düzelt” tavsiyesine, Hamas-İsrail tutuklu değiş tokuşunda, devre dışı kalma durumuna bakarak, AKP dış politikasının “kumlara saplandığını” söyleyebiliriz.

Bu noktada AB üyeliği artık bir fantezi bile olmaktan çıkmıştır; Doğu Akdeniz enerji rekabeti, Kıbrıs üzerinden, AB ile yeni sorunlar açmaya, İsrail ile çatışma çıkartmaya adaydır. Türkiye’nin adeta ABD ve İngiltere’den başka destekçisi kalmamış gibidir.

Bu sırada, İstanbul’un büyük otellerinin birinde yapılan kapalı bir toplantıda, Kissinger, Kofi Annan, Council on Foreign Relations’ın Başkanı Richard Haass, Tony Blair, eski Kolombiya Devlet Başkanı Uribe, eski İsrail Merkez Bankası Başkanı ve halen J.P Morgan Başkanı Frankel gibi tiplerin, bazı Türkiyeli şahsiyetlerle bir araya gelerek “Türk kimliği ve yeni dış politika” başlığı altında bir şeyler konuştuğunu öğreniyoruz (Çandar, 15/10).

Çandar’ın aktardıklarından, AKP hükümetinin özgüven ve başarı sarhoşluğuna kapılarak… ölümcül sonuçlar verebilecek yanlışlıklar yapmaktan kaçınması, Türkiye’nin uluslararası sistemde elde ettiği gücü görmezden gelen, 1980’lerin, 1990’ların tedavülden çoktan kalkmış bakış açısı ile analiz yaparak iktidarı yıpratmayı hesaplayan muhalefetin de -Ankara’dan Kandil’e- hesaplarını gözden geçirmesi gerekiyormuş… Kısacası, ABD askeri-mali kompleksi, “kendini bir şey sanıp zorluk çıkartma, sana söyleneni yap” mesajını vermiş.

Boratav Hocamızın ekonominin dış kaynak dengelerinin bozulduğuna, gündemde sert bir ekonomik daralma olduğuna (“Kötü Haberler Başlarken”, soL.org), Mustafa Sönmez dostumuzun AKP rejiminin “vergi, zam, işsizlik, angarya ile sokağın sabrını taşırmak için ne lazımsa” yaptığına ilişkin saptamalarına bakınca, AKP hükümetinin manevra alanının iyice daraldığını, pek bir seçeneğinin kalmadığı görünüyor. Bakalım bu seçeneksizlik ülkeyi nerelere sürükleyecek!

No comments: