AKP hükümeti döneminde demokratikleşiyoruz diyenler var. Şimdi, fikrini değiştirip hayır sivil diktaya, totaliter bir rejime doğru gidiyoruz diyenler de. Bu tartışma sonuçlanacak gibi görünmüyor. Ben, yardımcı olmak için, Güngör Uras’ın geçen haftaki yazısına dayanarak somut bir ölçütü sunmak istiyorum.
Liberal demokrasi, ‘kişi özeli’ özel mülkiyet hakkı
Güngör Uras diyor ki: “Telefon dinleme yetmedi, Ankara cebimizdeki parayı izliyor, hatta gerektiğinde, bankadaki paramıza, bize sormadan el koyabiliyor.’ (Milliyet, 14/01/2010)
Bu “demokratikleşiyoruz” diyenler için iyi bir haber değil! Çünkü ‘liberal demokrasi’nin en önemli özelliklerinin başında kişi özelinin korunması, özel mülkiyet hakkı, yasalar önünde eşitlik, yasal prosedürlere sadakat, ifade özgürlüğü geliyor. Burjuva sınıfının yaşam alanı “sivil toplum” kişi özelinin korunmasını gerektiriyor. Kişi özelinin ihlaliyse “liberal bireyin” oluşmasını önlüyor.
“Kişi özeli” kavramı, burjuva sınıfı yükselirken, kendi yaşam alanını krala, kiliseye ve emekçi sınıflara karşı korumaya yönelik çabalarının sonucunda ortaya çıktı. Bir “İngiliz’in evi kalesiydi”, çünkü İngiliz (burjuva) evinin içerisini kale gibi girilemez, kendine ait bir alan olarak görmek istiyordu. Aristokrasinin ise zaten evi değil, gerçek bir kalesi vardı.
“Kişi özeli” konusuna ilişkin ilk sorunlar 18. yüzyılda, ilk tartışmalar 19. yüzyılın ortalarında patlak vermiş. Bu bağlamda, 1765’te Lord Camden CJ’in verdiği, evleri aramaya, belgelere el koymaya yönelik genel müzekkerelerin çıkarılamayacağına ilişkin karar çok önemli. Amerikan bağımsızlık savaşında, sömürge idaresinin bu tür genel müzekkereleri, İngilizlere yönelik nefretin önemli kaynaklarından biriymiş. İlk önemli, bugün de hâlâ atıfta bulunulan makalenin 1890’da Amerika’da Yüksek Hâkimler Kurulu üyesi Samuel Warren ile Bostonlu zengin bir sanayici olan Louis Brandeis’in imzalarını taşıması da anlamlı. Bu makale esas olarak burjuva sınıfının kimi işlerini açıklamak durumunda olmadığını, kişinin “kendi haline bırakılma” hakkını savunmuş.
Makalede, “Fotoğrafçılık ve gazetecilik, özel alanın ve aile içi yaşamın kutsal bölgelerine sızdı. Gelişmekte olan çeşitli mekanik gereçler, yakın gelecekte, dolabın içinde fısıldananların evin damından haykırılarak açıklanacağına ilişkin öngörüleri haklı çıkarıyor” saptaması yapılıyor.
1969’da bu tartışmaları toparlayan William Prosser, kişi özeli haklarının ihlalerini dört başlıkta özetlemiş: (1) Kişinin özel yaşamının, mahremiyetinin, özel işler alanının ihlali. (2) Bireyin özel yaşamına ilişkin kimi olguların onur kıracak biçimde açıklanması. (3) Kişiyi kamuoyunun gözünde yanlış tanıtacak yayımlar, beyanlar. (4) Birinin özelliklerini, bir başkasının yararına kullanılacak biçimde sahiplenmek.
Yerli ‘Panopticon’
Sermaye merkezileştikçe, oligarşik yapılar, bürokrasi, yeni teknolojiler geliştikçe izleme ve kontrol yöntemlerinin de geliştiğini, terorizme karşı savaş döneminde ülkelerin adeta birer “Panopticon”a (herkesin bir merkezden her an izlendiği tutukevi projesi) dönüştüğünü biliyoruz. Ama o ki birileri demokratikleştiğimizi iddia ediyorlar; en azından yukarıdaki dört alanda yaşanan gelişmeleri bize göstermeleri, Güngör Uras’ın aşağıda aktardığım saptamalarını açıklamaları gerekiyor.
“28 Eylül 2009 tarihinde Resmi Gazete’de ‘5510 Sayılı Kanunun 8’inci Maddesinin 7. Fıkrasının Uygulanması Hakkında Tebliğ’ başlığını taşıyan bir tebliğ yayımlandı… Bu tebliğe göre, parasal işlemlere aracılık eden tüm kuruluşlar, işleme konu vatandaşın kimlik numarası ile birlikte işlem konusunu SGK’ye hemen bildirmek zorunda…” Uras su, gaz, elektrik faturasından cep telefonu faturasına, bankaya kredi kartı taksitinden yapılan havaleye, mevduat hesabından çekilen 50 liraya kadar SGK’ye bildirilecek diyor. “Tapuda ne işlemler yapıldı, otomobil için ne vergi ödendi… Ankara’nın ekranında görülecek… [Ankara] insanların cebindeki parayı saati saatine izleyecek. Dahası, SGK’ye gerektiğinde hesaplardan ‘prim borçlarını bilgisayarla tahsil’ imkânı veriliyor. SGK görevlisi geçecek ekranın başına, ‘Ali Rıza Bey borçlu. Bankada hesabında para var’ diyerek.. banka hesabını bir başka hesaba aktaracak...”
Uras’ın bu saptamaları, AKP hükümeti döneminde yaygınlaşan telefon dinleme olaylarının ötesinde, kişi özeline ve mülkiyet hakkına yönelik ihlallerin had safhaya ulaştığını, liberal demokrasinin temel özelliklerinin daha da zayıfladığını, medyanın “taraf”laşmasını, Ergenekon’la ilgili ileri sürülen usulsüzlük iddialarını da düşündüğümüzde yukarıda değinilen dört maddede dile getirilen sorunların daha da ağırlaştığını gösteriyor. Buna karşılık, kişi özelini, yasal prosedürleri, mülkiyet hakkını hiçe saymanın totaliter rejimlerin özellikleri olduğunu biliyoruz.
Thursday, January 21, 2010
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment