Thursday, October 29, 2009

‘Serbest Piyasa’dan Sonra...

“Peki, şimdi ne olacak?” Ekonomiden çevre sorunlarına, enerjiden suya, gıdaya, sağlıktan eğitime, toplumun en temel sorunlarının çözümünü “serbest piyasa” denen şeye bıraktık. O da getirdi bizi ekonomik, siyasi, kültürel, ekolojik krizin, diğer bir deyişle bir uygarlık krizinin içine bıraktı.

Şimdi ne olacak?

Şimdi, piyasa değilse ne? Yaşamın düzenlenmesini neye emanet edeceğiz? “Komünizm” de geçen yüzyıldan kalma haliyle bugün, özendiren, insanları heveslendiren bir seçenek sunmuyor. Bakın benim aklıma, aniden, çok ilginç, çok parlak bir fikir geldi. Acaba, piyasa mekanizması “hurafesinin” yerine, kendi aklımıza güvenemez miyiz? Seçenekleri yeniden düşünemez miyiz?

Biliyorum çok korkutucu bir olasılık bu. Hem buna alışkın da değiliz. Otuz yıl dile kolay; en azından bir kuşak demek. 1980’lerde yetişmeye (ideolojik evrene girmeye) başlayanlara, yıllar boyunca, okulda, televizyonda, gazetelerde, sokakta sürekli piyasanın hem kendi kendini düzenlediği, hem de kaynakları en iyi biçimde dağıttığı, buna müdahalenin krize yol açacağı anlatıldı. “Komünizm” çökmüştü; toplumu değiştirme projesi iflas etmişti. Kişi kendi başının çaresine bakmalıydı. Zaten “toplumsal çıkar” diye bir şey yoktu...

Otuz yıldır, “öz yönetim”, “sosyal devlet”, kaynakların adaletli dağılımı, yoksulluğa karşı mücadele, hatta eşitlik gibi kavramlar hep aşağılandı. Le Monde’da Filozof Axel Honneth’ın, Sloterdijk’i eleştiren yazısında anımsattığı gibi, eşitlik düşüncesine tepki, giderek halk sınıflarına yönelik bir nefrete dönüştü. Sosyalist, hatta sosyal demokrat siyaset, yoksulların, zenginin malına yönelik kıskançlığından yararlanan aydın oportünizmi, ‘Refah devleti’, “bürokratik kleptokrasi” olarak mahkûm edildi, hem de karşılığında, “piyasanın gizli elinden” başka hiçbir seçenek sunulmadan (Le Monde, 25/10/09; kısaltılmamış versiyonu: http://www.zeit.de/2009/40/Sloterdijk-Blasen?page=1). Kamu hizmetleri hırsızlığa eşitlenerek tasfiye edilirken sosyal adalet, zenginin vereceği sadakaya indekslendi vatandaş toplumu, sadaka toplumuna dönüşmeye başladı; demokrasi de entelijensiyanın, seçmenin, seçilenlerin alınıp satıldığı, Badiou’nun deyimiyle “olanı onaylama” pratiğine... “Komünizm”den sonra adeta “ortaçağlara” geri dönüyorduk.

Tepetaklak dünya...

Ama gördük ki, piyasa kendi kendini düzenleyemiyor, kaynakları rasyonel biçimde dağıtamıyor. O yalnızca bir sermaye birikim “makinesidir”. Bu “makine”, ahlak, adalet, toplumsal refah, çevreyle ilgili sürdürülebilirlik gibi kaygılardan bağımsız olarak işliyor. Bu makinenin rasyonel olduğunu söylemek, “antropomorfik” (insanmış gibi düşünmek) bir saçmalığın ötesinde, herkesten sermaye birikimine, insana duyarsız bir “makineye” yakıtı olmasını istemek anlamına geliyor.

Ama artık bu “makine” kırıldı. Dün, devlet müdahalesine, sosyal devlete karşı olanlar, şimdi toplumsal çıkardan (biz batarsak siz de batarsınız), yeni düzenlemelerin, denetimlerin gereğinden (toplumsal mühendislik) söz edip adeta bir “sosyal devlet” istiyorlar. Ama bir koşulla; bu devlet vatandaşlardan vergi toplayacak, bununla piyasayı kurtaracak. Diğer bir deyişle ekonomi politik tepetaklak ediliyor. İşçinin, emekçinin, halkın verdiği vergi, dev şirketleri kurtarıyor.

Biraz da biz konuşsak

O ki ekonomiye siyasi müdahalenin, yeniden yapılandırmanın gerekebileceği kabul edilebiliyor. O zaman bu müdahalenin, yeniden yapılandırmanın içeriğini, biçimini, bizim aklımıza uyup uymadığını tartışmaya başlamanın tam zamanı değil mi?

Hemen birey-toplum, azınlık-çoğunluk ilişkisini, vatandaşın haklarını, vergilerin kaynaklarını, kullanılış biçimini, devletin öncelikle kime sorumlu olması gerektiğini konuşalım. Bu konularda aklımızın ürünlerini nasıl uygulamaya sokabileceğimize, karşımızdaki siyasi seçeneklere, geçen yüzyılın deneyimlerine yeniden bakalım. Aklımızın ürünlerini bırakın uygulamaya koymayı, daha tartışmaya, hatta düşünmeye başlama aşamasında önümüze dikilen, düşünsel, kurumsal ve fiziki engelleri anlamaya çalışalım.

Karşımıza çıkan her siyasi partiye, öncelikle bir taraftan haklar ve özgürlükler (aklımızın ürünlerini serbestçe konuşma, uygulama hakkı) diğer taraftan ekonomik eşitlik ve adalet (insanca -temel gereksinimleri karşılanmış- yaşama hakkı) konusunda düşüncelerini, devleti bizden yana nasıl kullanmayı, yapılandırmayı düşündüğünü soralım. Kısacası serbest piyasa modeline, bunun iktidar ilişkilerine karşı bize hangi seçenekleri sunduklarını soralım. Bu sorulara bütünlüklü cevaplar sunamayan partileri zaman kaybı olarak görelim.

Çok özel bir tarihsel andayız, bir şeyler çözülüyor, ama yerine neyin geleceği belli değil. Diğer bir deyişle insan eylemine, yaratıcılığına alan açan bir çatlak oluşuyor zamanda... Günlük yaşamın küçük sorunlarıyla, dünyanın büyük sorunlarını birlikte düşünmenin tam zamanı!

No comments: