Wednesday, October 14, 2009

‘Belli ki İyi Niyetli Sözler’

Başbakan’ın Yıldız Üniversitesi’nde yaptığı konuşmanın ardından kopan “fırtınayı” izlerken, “belli ki iyi niyetli sözler”... “olumlu bir şey söylediğini sanıyordu” diye düşündüm. “Amacının önyargıları güçlendirmek olmadığına inanıyorum” gibisinden savunmalar ortaya dökülmeye başlayınca Marx’ın,Graucho Marx’ın sözlerini anımsadım. Başbakan’ın gerçek niyetini bildiklerine inanarak onu savunmaya soyunan bu insanlara dönüp acaba şöyle diyemez miyiz: “Beyler, Başbakan önyargılı biri gibi görünebilir, önyargılı biri gibi konuşabilir, ama sakın bu sizi yanıltmasın. O gerçekten önyargılı biri olabilir!”

Hafızayı beşer…
Sonra da aklıma “Hafızayı beşer nisyanla maluldür” (insan hafızası hatırlama özürlüdür) sözleri geldi. Yıldız konuşması ilk değil ki... Buyurun size yakın geçmişten iki örnek: “Biz, dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman sizi kalkıp da bu topraklarda ağırlayan, bu topraklarda misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz” (6 Ocak, İsrail’in Gazze saldırısı üzerine…) ve “Öldürmeye gelince siz çok iyi bilirsiniz” (Davos, “one minute” olayı).

İlk alıntıda Başbakan, “sizi” sözleriyle, soyut bir “biz”, “siz” ikilemi kuruyor, sonra güncel bir olayı konuşuyor olmasına karşı bu “ikilemi”, tarihin uzak bir anına kadar yansıtarak adeta mutlaklaştırıyor. Diğer bir deyişle, Başbakan, liberal, postmodern söylemin çok sevdiği bir kavramı kullanırsak, Yahudileri “ötekileştiriyor”, dahası tarihten gelerek, bu “öteki” üzerinde bir hak iddia ediyor. İçindeki, “biz”in kim olduğu belirsiz, yozlaşmış, müflis bir hanedanla kurulan “torunluk” ilişkisinin de son derecede sorunlu olması bir yana, “Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz” ifadesi de tarihten gelmekte olan bir “ruha” gönderme yaparak, Başbakan’ın sözlerini iyice ağırlaştırıyor.

Bu içi boş (ötekileştiren) “siz” kavramıyla, “Öldürmeye gelince siz çok iyi bilirsiniz” ifadesinde de karşılaşıyoruz. Başbakan “siz” kavramıyla İsrail devletini ya da ordusunu kastediyor olamaz. Çünkü o zaman, Başbakan yağmur yağarken, bakıp “yağmur yağıyor” gibi gereksiz bir şey söylemiş olurdu: Her devlet, her ordu öldürmeyi en az öteki kadar iyi bilir, daha iyi bilmek için biteviye çabalar. Acaba, Başbakan, Peres’in Haganah’daki, Savunma Bakanlığı’ndaki geçmişini düşünerek, bizzat Peres’i mi hedef aldı, ona “sen katilsin” demeye getirdi? Bu, Gazze saldırısı gibi jeopolitik bir trajediyi kişileştirmek, basitleştirmek olurdu. Başbakan’ın kafasının bu kadar karışık olduğuna inanasım gelmiyor. O zaman, geriye, son seçenek olarak, İsrail’i (bir bütün homojen “nesne” olarak) kasteden, Yahudi düşmanı olanların, “içine” kendi önyargılarını kolaylıkla “yazabilecekleri” “boş” bir gösterge olarak “siz” kalmıyor mu?

Önyargı ve ötesi…
Bir halk, bir insan topluluğu, tüm karmaşıklığı, içerdiği bireyler arasındaki sonsuz farklılıklar görmezden gelinerek, onu tek bir özelliğe indirgeyen bir kavramla ifade ediliyorsa, orada, bir önyargının açtığı çok tehlikeli bir kapıdan içeri girmek üzereyiz demektir.

Bu, önyargının sahibinin, mutlaka bu kapıdan içeri gireceği anlamına gelmiyor. O, önyargısının hedefi olan şeyin kendisine “gerçekte” nasıl göründüğünün ayırdında bile olmayabilir. Çünkü, o bu “görüntüyü” toplumsal etiket kaygısıyla ya da psikanalizden bir kavramı ödünç alırsak, “süper ego” sayesinde bastırmaktadır. Ama “bastırılan” her zaman geri gelerek rahatsız ettiğinden, bu şahıs, bu rahatsızlıkla yaşayabilmek için, sürekli kendine, etrafındakilere ırkçı olmadığını, en yakın arkadaşlarının siyah, Yahudi olduğunu anımsatma, siyahların, Yahudilerin “iyi özelliklerini” her fırsatta vurgulama gereği duyabilir. Örneğin, “siyahlar çok iyi sporcudur, çok iyi dans ederler. Yahudiler parayı, bilgiyi çok iyi yönetirler… Hep bunun rantını almaya devam ederler…” Ya da bir başka durumda olduğu gibi, bu genellemelere karşı çıkarken, aynı anda, bir genelleme yaptığının ayırtında bile olmadan “Tüccar ve sanayici olmak iyidir! Bilim adamı, felsefeci, sanatçı olmak iyidir. Bunlar her milletin, bu arada Yahudilerin de iyi taraflarını yansıtan özelliklerdir” (abç) de deyiverirler.

Bunlar ilk anda çok masum görünen ifadeler. Ama, gerçekte, “yüzde 90’ının hayatında Yahudi biriyle hiç teması olmamış, ama önyargılar nedeniyle yarısı Yahudi komşu istemeyen”, yoksullaştıkça gerilen, “Mutluluğumu kim çalıyor? Niye birileri benden daha iyi yaşıyor?” sorularına kestirme cevaplar arayan insanların öfkesine, üstelik de “Durdukları yerde para basıyorlar” ifadeleriyle birlikte kullanıldıklarında kibrit çakmaya benziyorlar…

1 comment:

Çetin said...

RTE nin ve AKP nin düştüğü yüzeysellik,senelerce İmam hatiplilere "geleceği siz yöneteceksinzi,şiz şöyle yeteneklisiniz ,siz böyle kahramansınız" pohpohlanmaları ve ,özellikle öğretimlerinin akılcı - sorgulayıcı olmamaları üzerine kurulmasının sonuçlarıdır.Başa gelen çekilir ve biz nerede yanlış yaptık sorunun yanıtını , tüm millet ve yöneticilerimizin düşünmesi gerekir.Tabii ki verdikleri zararın da her türlü sorumluluğunun üstlenilmesi şartıyla ...