Thursday, May 07, 2009

Kriz, Tehlike ve Fırsat

Kriz sözcüğü, Çincede, tehlike (Wei) ve fırsat (Ji) karakterlerinden oluşuyormuş! Bugünlerde insanlığın bu iki durum arasında bir yerde olduğunu düşünüyorum. Büyük tehlikeler ve büyük tarihsel olanaklar bizleri bekliyor.

2007 mali kriziyle birlikte egemen sermaye birikim modelini destekleyen ideolojik yapı çatırdamaya başlayınca hem bireysel hem de toplumsal ölçekte çok patlayıcı bir ortam oluşmaya başladı. Bireysel ölçekte, trajik sonuçlara yol açan kimlik krizleri yaşanıyor. Toplumsal düzeyde, yerleşik sınıf uzlaşmaları bozuluyor, “yönetilenler, eskisi gibi yönetilmek istemediklerini” çeşitli yollardan ifade ediyorlar.

Tarih bize, bu koşullarda, egemen sınıfların seçkinlerinin var olanı korumaya yönelik siyasi kültürel (çoğu zaman, kimlik siyasetine dayalı) stratejilere, daha baskıcı rejimlere yöneldiklerini gösteriyor. Bu yüzden “Ji” yi değerlendirmek, çıkış yolu bulmak, halk kitlelerinin ortak davranma kapasitelerine kalıyor.

Kimlik krizlerinden…

Yaklaşık 30 yıldır, hemen tüm toplumsal süreçleri, ekonomik verimlilik, alınıp satılabilirlik ölçütleriyle değerlendiren, tüketimi ne pahasına olursa olsun körükleyen bir “piyasa popülizmi” egemendi. Bu kültürde zaman “hemen şimdi”ye, bireyin kimliğinin istikrarı, hazlarının “hemen şimdi” tatmin edilmesine, yaşamlarının her ayrıntısını yakından izlemeye zorlandığı “ünlülerin” kullandığı, hazları temsil eden markalara indeksleniyordu.

Bu kimlikler, krizle birlikte kendilerini, alıştırıldıkları realitenin çözülmeye başladığı bir ortamda buldular. Artık, ücretlerini, kredi kartlarını, gözlerini kamaştıran markalara ulaşmanın araçlarını, geleceğe ilişkin planlarını hızla yitiriyorlardı. New York Times’ın aktardığına göre, geçtiğimiz bir yıl içinde çalışanlar arasında, anksiyete, depresyon, kronik uykusuzluk, “panik atak” olaylarında, intihar, uyuşturucu kullanma eğilimlerinde çok belirgin artışlar gözleniyormuş.

Bir süredir, uluslararası medya, bu insanların sergiledikleri, akıl dışı tepkilerin örnekleriyle dolu. Yalnızca mart ayı içinde ABD’de, silahlı saldırılarda, okullarda gerçekleştirilen toplu öldürme olaylarında 60’tan fazla insan yaşamını yitirdi. Almanya, Finlandiya gibi iki ülkede de benzer olaylar yaşandı. İngiltere’deyse 14-19 yaş arası gençler arasında, silahlı çatışmalarda, geçen yılın başından bu yana, 32’si siyah 50’si beyaz 90 genç yaşamını yitirdi.

Le Monde’un aktardığı bir araştırma, Fransa’da, 16-25 yaş arası gençliğin gelecekten, iş bulma, ev, aile sahibi olmaktan umutlarını kestiğini ortaya koyuyor. Der Spiegel’in ve Financial Times’ın aktardığına göre Almanya’da, özellikle 15 yaş civarındaki gençlerin Neo-Nazi örgütlere ilgisi hızla artıyormuş.

Prof. Klare, The Asia Times’da yayımlanan bir çalışmasında, küresel çapta artmaya başlayan yoksulluğun, işsizliğin, Meksika’dan Yeni Gine’ye, küresel bir suç dalgası yarattığına dikkat çekiyordu. İnsanlar yoksullaştıkça suç örgütlerinin ağına düşme olasılıkları, gelişmekte olan ülkelerde güvenlik güçleri arasında yoksulluk ve rüşvet artıyormuş.

Prof. Dominique Moisi, ABD’de yaşananları, Fransız Devrimi öncesi koşullara benzetiyor. O dönemin ekmek kıtlığı, bugünün ev krizine, iş krizine benziyor. Fransız monarşisini yönetenlerinin umarsızlığı, aristokrasinin aşırı yaşam tarzı da, mali sektör üst düzey çalışanlarınınkine… G20 protestolarında göze çarpan “Bankacıları yiyiniz” sloganı, başka benzerliklerin de olabileceğine işaret ediyor.

Kitle refleksine…

Fransa, İtalya’dan Yunanistan’a, Baltık ülkelerine, Doğu Avrupa’ya, hatta Tayland’a, G20 ve NATO toplantılarına kadar yaygın, şiddet unsurları da içermeye başlayan grevler, genel grevler ve protesto gösterileri, bu yılın yaygın, olaylı 1 Mayıs kutlamaları, şekillenmekte olan yeni kitle refleksine, sendikaların birlikte davranma eğilimlerindeki artış yeni bir ruh haline tanıklık ediyor. İnanılır gibi değil ama bu yıl ABD’de yapılan kapsamlı bir kamuoyu araştırmasına göre halkın yalnızca yüzde 53’ü, kapitalizmin sosyalizmden daha iyi olduğunu düşünüyormuş. Wall Street Journal, halkın yüzde 55’i popülist oldu, diyor.

Kitle eylemlerindeki canlanma geleneksel işçi sınıfıyla, öğrencilerle sınırlı değil. Foreign Policy dergisinde Josua Kurlantzick,“Burjuva Devrimi” başlıklı yazısında, küresel çapta oluşan “yeni orta sınıfın” Latin Amerika’dan Asya’ya kadar “demokrasiye”, “seçilmiş hükümetlere” karşı ayaklanmaya başladığından yakınıyordu. İlk önce, bizim de aktardığımız, bir İngiliz Savunma Bakanlığı raporunda saptanan bu “yeni orta sınıf ” kavramı, “küreselleşme döneminde”, finans, hizmet sektörlerinde yaşanan işçi sınıfı şekillenmesini de yansıttığından, aslında çok daha karmaşık bir olguya işaret ediyor ve geleceğin kritik hegemonya mücadelelerinin çoktan başladığını haber veriyor.

1 comment:

ozan said...

KORKU ÇAĞINDAN UMUTSUZLUK ÇAĞINA MI?
"17. yüzyıl matematiğin çağıydı, 18. yüzyıl doğa bilimlerinin, 19. yüzyıl ise biyolojinin çağıydı. Bizimkisi, yani 21. yüzyıl ise korkunun çağıdır. Şimdi bana yanıt olarak korkunun bir bilim olmadığı söylenecek. Ama bilimin bununla yine de bir ilintisi var, çünkü bilimin son kuramsal ilerlemeleri onu kendi kendisini yadsımaya sürükledi, uygulamada eriştiği yetkinlik düzeyleri ise bütün dünyayı yıkıma götürme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Ayrıca korku, tek başına ele alındığında, her ne kadar bir bilim sayılamaz ise de, onun bir teknik olduğundan kuşku duyulamaz. Çünkü yaşadığımız dünyada en çarpıcı nokta, insanların (...) çok büyük bölümünün bir geleceklerinin bulunmayışıdır. Oysa geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik bir umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez. Bir duvarın önünde yaşamak, köpekler gibi yaşamaktan farksızdır. Gerek benim kuşağımın insanları, gerekse bugün işletmelere ve fakültelere girmekte olan insanlar köpekler gibi yaşadılar ve yaşamaktalar. İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekle yüz yüze yaşamaları elbet ilk kez olmuyor. Ama insanlar daha önce bu duvarları sözün ve çağrının yardımıyla aşarlardı. Umutlarını oluşturan başka değerlere atıfta bulunurlardı. Bugün ise (kendilerini yineleyip duranların dışında) artık kimse konuşmuyor, çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri, dilekleri duymayan kör ve sağır güçlerce yönetiliyormuş gibi gözüküyor.Kısa bir geçmişte yaşadığımız yılların sergilediği oyun, içimizde bir şeyi yıktı. Ve bu şey de insanoğlunun bir başka insanla insanlığın diliyle konuştuğu takdirde, onda insanca tepkiler yaratabileceğine yönelik o sonrasız güven duygusu (...) İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog, artık kesildi. Ve diyalog yoluyla ikna edilemeyenlerin insanda ancak korku uyandırması da son derece doğaldır..."
*Albert Camus'nün "Ne Kurban, Ne de Cellat" adlı denemesinden çeviren/aktaran Ahmet Cemal; Dava (Oxford Metni), Franz Kafka, Can Yayınları.