AKP hükümeti döneminde, sol-liberal ve muhafazakâr çevrelerde egemen olan bir söyleme göre, Türkiye’de liberal demokratik dönüşümler yaşanıyor. Adeta AKP Türkiye’nin“yarım kalmış kentsoylu devrimini”, ateşe ve kana gerek kalmadan tamamlıyor.
Ne ki, AKP hükümetinin uygulamaları tüm bu iddiaları yalanlamanın ötesinde, kentsoylu uygarlığı, bu ülkede ne kadarsa o kadarıyla, tasfiyeye dönük bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor.
‘Doğal haklar’, demokrasi ve diğer rejimler
Kentsoylu uygarlığın “eski rejime” karşı mücadele ederken, insanlık tarihine kattıklarının başında, “eşit doğal haklar”, “bireysel özgürlükler”kavramları geliyor: “Doğal haklar”,insanın doğasından, fiziki varlığından kaynaklanan eşit haklardı, ona ilahi bir güç tarafından bahşedilmiş haklar değil. Tüm insanlar bu haklarını kullanarak potansiyellerini, servetlerini, bilgilerini vb.. geliştirme özgürlüğüne sahip olmalıydı. Ancak, bu insanlar hem birlikte yaşıyorlardı (toplumda), hem de ekonomik alanda birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içindeydiler (piyasada). Böylece, “doğal haklar”, “bireysel özgürlükler”sorununu, o da bu özgürlüklerin(örneğin, servet oluşturma özgürlüğü),eşitlik (doğal hakları kullanabilme)ülküsüyle bağdaştırılması sorununu gündeme getiriyordu.
Kentsoylu uygarlık bu sorunu çözmede başarısız oldu, çelişkiyi yönetmekle sınırlı kaldı (“Komünist hipotez” bu başarısızlığa tepkidir), ama bu arada insanlığa “sivil toplum”, “siyasi toplum”ayrımını kazandırdı. “Sivil toplum”, birlikte yaşamaya (ekonomik etkinlik ve üreme) uygun töreyi, ortak zevkleri, ortak gelenekleri, “öznellikleri” yeniden üreten kurumların (devletin ideolojik aygıtlarının-Althusser) yaşadığı yerdi. Burada kentsoylu uygarlığın, insanlık tarihine, “bireyin özeli”, basının, akademik yaşamın, bağımsızlığı, bilimsel, akılcı, eleştirel, hatta ironiye, karşıt görüşlere açık bireyler üreten bir eğitim sistemi anlayışını kattığını da görüyoruz.
“Siyasi toplum” düzeyindeyse, kentsoylu uygarlık, insanlık tarihine vatandaşlık (dini, etnik farkları aşan bir kimlik) kurumunu, genel oy hakkını, demokratik devlet biçimini kazandırdı. Devletin sınıflar üstü, şeffaf olmayan, adeta kutsal bir varlık olarak algılanması, vatandaşların da yasalar önünde eşit olduğu iddiaları, siyasi yöneticilerin sivil toplumun kurumlarına, özellikle de ekonomik çıkar alanlarına müdahale etmesinin hoş karşılanmaması da kentsoylu uygarlığın getirdiği yeniliklerdendi.
Kentsoylu uygarlık, “bireysel özgürlüklerle” “eşitlik” ülküsü arasındaki çelişkiyi yönetemediği noktalarda askeri diktatörlük ve faşizm gibi otoriter, hatta totaliter rejimler üretti. Demokratik devlet biçiminde,“sivil toplumu” oluşturan, kilise/cami, medya, aile, eğitim sistemi, meslek kuruluşları gibi, “devletin ideolojik”aygıtlarının, devletin doğrudan müdahalesinden bağımsız olduğunu, buna karşılık, faşizmde bu kurumların devletin parçası haline geldiğini görüyoruz.
AKP deneyimi
AKP’nin kentsoylu uygarlığa ait şu dört önemli ilkeyi aşındıran bir iklim yarattı. (1) “Doğal haklar”. (2) Egemenlik“halka” aittir. (3) Devletin sınıflar üstü görüntüsünü koruyabilmek için devleti yönetenler (bu doğal olarak ailelerini de kapsar) maddi kazanç sağlayan etkinliklerden uzak dururlar. (4) Devletin “kutsal varlık” iddiasını koruyabilmek için devlet içi savaşların bilgisi devlet içinde kalır, devlet şeffaflaşamaz.
AKP’nin ısrarla “sivil toplumu”oluşturan alanı, devletin ideolojik aygıtlarını, siyasi denetim altına alma çabaları da kentsoylu uygarlığın “liberal demokratik” geleneğine aykırı bir gelişmedir. AKP’nin özellikle II. döneminde, eleştirilere dayanamaz hale geldiğini, telefon dinlemeleri, internet etkinliklerinin izlenmesiyle“kişi özelinin”, mahreminin, bireysel haklar alanının imha edildiğini,“yandaş” medya üretilmeye, eleştirel yayınların susturulmaya çalışıldığını görüyoruz.
Dahası, AKP’nin devlet bürokrasisini, güvenlik güçlerini giderek belli ideolojiye, inançlara sahip insanlardan oluşturduğu, bu inançların “biyo-politiğini” (giyim tarzı, “haremlik-selamlık”, içki yasağı), yaygınlaştırıldığı da (akademik çalışmalarla da desteklenerek) ileri sürülebilir. Eğitimde dinci söylemlerin, davranış biçimlerinin yayılmaya başlaması da kentsoylu uygarlığın bilimsel düşünceye dayalı eğitim geleneğine ters gelişmelerdir.
AKP döneminde, Cumhuriyetin kuruluş“anını” sorgulayan Osmanlıcı söylemlerin canlanmasına, sosyal devletin yerini sadaka ekonomisinin almaya başlamasına bakarak, kentsoylu uygarlık öncesine dönme özleminin giderek güçlendiği de söylenebilir, hem de liberal entelektüellerin desteğiyle…
3 comments:
AKP ,Cumhuriyet döneminin tüm kazanımlarını yıkarak yeni bir dönem yaratmak ister gibi.Bu anlamda 2.cumhuriyetcilerle hedef birliği içindeler ama hedefe varınca ilişkileri konusunda şüpheliyim.AKP , AB-ABD desteği olmaksızın bu güne gelemezdi ama Obamanın yönetime gelişi AKP ye yeni dönemde YENİ-BOP projelerinde göreve hazırım mesajlarını vermeye neden oldu buna karşın Obama yönetimi ise mesajı aldım ve seninle çalışmaya hazırım buna karşın raporlar ile balans ayarı da yapmam gerekir mesajı eklendi.
Üniversitedeyken (sosyoloji bölümü) milliyetçilik üzerine aldığımız bir derste, Türk milliyetçiliği üzerine bir çalışma yapmamız istenmişti. Foucault ve yapıbozumculuk karkası üzerinde işlenen derste, açık söylenmese de bizden istenen, söylem analizi yapmamızdı. Yani, okul kitaplarından, basından, Nutuk'tan, edebiyattan milliyetçiliği işleyen bir metin seçip, bu metinde kendi kendine gönderme yapan ögeleri bularak metinle dalga geçmemiz bekleniyordu.
Ben malzeme olarak, 1930'ların Belleten dergilerini seçtim. TTK'nin resmi yayın organı olan Belleten dergilerinden daha iyi Kemalist milliyetçiliği ortaya koyan bir kaynak herhalde olamaz.
Dergide, arkeolojik kazı araştırmalarından notlar ve antropometrik çalışmalar vardı, yani kafatası ölçümleri ve şekilleriyle ilgili tanımlamalar... Kemalizmi "kafatasçılık" diye karalamak isteyenlere mükemmel bir malzeme vardı Belleten dergilerinde!
Ancak, söylem analizine kilitlenmek yerine biraz daha ciddi bakıldığında, 1930'larda genetik bilimi henüz varolmadığı için, antropometrinin bunun yerine -illa ırkçı olması şart değil- yaygın bir araştırma alanı olduğunu anımsamak gerekiyordu. Antropometride (ve hatta milliyetçilikte) ırkçılık var mı, yok mu diye karar verebilmek için, söylem analistlerinin terimiyle, "Ötekileştirilenin" kim olduğuna bakmak gerekiyordu.
Söylem analistlerinin dediği gibi illa bir "Ötekileştirilen" olmalı mıydı? Var mı diye, Belleten'lerde bunu aradım, bulamadım. Birçok kazı raporu, kemik incelemesi ve sınıflandırması içinde, Belleten dergilerinde "Türk Olmayan" bir türden söz edilmiyordu, tersine, Anadolu'nun geçmiş bütün uygarlıkları (Frig, Lidya, Urartu, Hitit vb), ne varsa Türk diye tanımlanmaya çalışılıyordu. Anadolu'da Zenci ya da Japon yaşasa, onlara da Türk denecek gibi bir tutum vardı. Onca kanlı savaşlar biteli daha 5-10 yıl olmuş, ne Rum, ne Yunan, ne Slav, ne Bulgar, "Türk Olmayan" şeklinde tanımlanıyordu ve hepsi aynı ırkın çeşitli kollarıydı.
Bunu apaçık görünce, raporumu da Tom Nairn'in tanımlarını kullanarak, Türk milliyetçiliği, öbür Batı milliyetçiliklerinden farklı olarak, "particularist national identity" değil, "universalist national identity" olarak tanımladım.
Hipotezime göre, Universalist national identity, kurgusu gereği ırkçı ögeler barındıramaz. Batı milliyetçiliklerinden bu yönüyle farklıdır, Batılı da bunu kolay kolay anlayamaz. 3. Dünya milliyetçiliklerinin genel bir özelliği olabilir, emin olmak için diğerlerine de bakmak lazım (Latin Amerika, Kuzey Afrika). Eğer 3. Dünya milliyetçiliğinden dinselliği de ayıklarsanız (Laiklik), bu formülde bir milliyetçiliğin faşist bir siyaset üretmesi tamamen olanaksızlaşır.
Yine hipotezime göre, bu tür 3. Dünya milliyetçiliklerinin (kemalist milliyetçilikten başkası da varsa) sınıfsal mayasında "işleyim kentsoylusu" (industrial bourgeois) yoktur, "tecim kentsoylusu" (commercial bourgeois) ile feodal ve köylü vardır. İşte bu noktada Alman milliyetçiliğinden farkı görülür: Alman modelinde, industrial bourgois (Rhein bölgesi) ve feodal-köylü (Elbe bölgesi) eklemlenmesi vardır ve bu otoriter rejimler, milliyetçilik formülünde de dinci ve ırkçı bileşenleriyle faşist söylem üretir (Faruk Birtek). Japon ve İtalyan modelleri de buna benzer.
Sayın Yıldızoğlu'nun bu yazısı bu konuyu bana şu yüzden anımsattı: Türkiye'nin sınıfsal yapısı da artık 1930'ların Türkiye'sinden çok farklılaştı. Kemalist Milliyetçiliğe karşı yapılan haksız, mesnetsiz saldırılar bir yana, artık Türkiye'nin sınıfsal yapısı da Kemalist milliyetçiliği yeniden üretecek durumda değil. Çünkü Türkiye'nin sınıfsal yapısı artık daha çok 1930'ların Almanya'sındaki sınıfsal yapıya benziyor: industrial bougeois'ya feodal-köylü-lumpen eklemlenmesi var. Üstüne bir de tıpkı 1930'ların Almanya'sındaki gibi bu kentsoylu sınıf vahim bir pazar daralması ve deflasyonist baskıyla karşı karşıya...
Post a Comment