Monday, February 09, 2009

İsrail: ‘Çıkmaz Sokakta’ Seçimler…

İsrail halkı belki de tarihinin en önemli seçimlerinden biri için salı günü sandığa gidiyor. Ancak, ülkede bugüne kadar görülmemiş ağırlıkta bir kötümserlik, uluslararası alanda yalnızlaşmışlık, duygusu egemen.

 İsrail halkı ağır yaşamsal tehlikeler ve sorunlarla karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Buna karşılık, önündeki seçimlerden, bu tehlikeleri giderebilecek bir hükümetin çıkma olasılığı çok zayıf.

 Dahası, bir çözümsüzlük, tehdit altında olma algısı, seçmeni, Likud, İşçi Partisi, Kadima, Meretz gibi seküler (din ve devlet işlerini ayrı tutmaya kararlı) partilerden uzaklaştırıyor.. Şas özellikle de Yisrael Beiteinu (İsrail bizim evimiz) gibi aşırı milliyetçi, dinci, hatta ırkçı partilere yönelmesini hızlandırıyor (Ben-Zvi, The New Republic, 04/02).

  Yaşamsal sorunlar yığını

 İsrail halkının korkularının başında İran’ın nükleer silah üretme olasılığı geliyor. Seçimlerden sekiz gün önce İran’ın kendi imalatı bir haberleşme uydusunu yörüngeye yerleştirmesi bu korkuları derinleştirdi. İsrail seçkinleri, ABD’nin, Müslümanlarla ilişkilerini düzeltmeyi hedefleyen Obama yönetiminin, İran’la çatışmak yerine konuşmaya hazırlandığını, Avrupa’nın İran’ın nükleer silah üretme olasılığından pek kaygılanmadığını düşünüyor, bu sorunla ilgilenmenin tüm yükünün İsrail’in üstüne kalmasından korkuyor. 

Bu bağlamda şekillenmekte olan bir yalnızlık duygusu, Gazze savaşında en yakın müttefiklerinin desteğini kaybetmiş olmanın ötesinde savaş suçlusu durumuna düşme korkusuyla daha da güçleniyor. Gazze savaşı sırasında, Avrupa’da ve genelde dünyada oluşan İsrail karşıtı dalganın, hızla İsrail’in varlığının meşruiyetini sorgulayan bir dalgaya dönüşmekte olduğuna ilişkin algılar, yalnızlık duygusunu derinleştiriyor. Davos toplantısında Erdoğan ile Peres arasında patlak veren atışma ise bu korkuların üzerine tuz biber ekti.

 İran’ın nükleer silah üretme kapasitesi, Suriye ile bir çatışma olasılığı, Hizbullah ve Hamas ile yapılan savaşlardan arzulanan sonuçların alınamaması, bu “aşırı akımlara” karşı İsrail’in “kendini savunma hakkının” en yakın müttefiklerince bile sorgulanması, nihayet barış sürecinin ne zaman ve nasıl canlanabileceğine ilişkin herhangi bir belirtinin yokluğu, yalnızlık duygusuna, meşruiyet kaybı algısına, gelecek korkularını ekliyor.

 Ancak, seçime katılan partilerin, “Bibi’ye güvenilmez”; “Livni bu işi beceremez”, “Barak küstah bir paranoyak”, “Lieberman ırkçı demagog” türünden kampanya slogan ve afişleri (Jarusalem Post, 06/02), halkın birbirinden sevimsiz seçeneklerle karşı karşıya kaldığını gösteriyor.

 Bibi, Barak, Livni ve Lieberman

 Yedi milyon nüfuslu bir ülke için İsrail’in gerçekten çok parçalanmış bir siyasi coğrafyası var. İsrail’in nispi temsile dayanan seçim sistemi yüzde 2 oy alan partilerin bile meclise girmelerine olanak sağlıyor. Bu parçalanmışlığa, tüm siyasi yapıyı sağ sol ayrımının yanı sıra, bir kez daha ikiye bölen bir seküler ve dinci kamplaşması da eklenmiş durumda.

 İsrail’de geleneksel olarak oylar, seçimlere giren çok sayıda parti içinde muhafazakâr Likud ile sosyal demokrat özellikler taşıyan İşçi Partisi arasında bölünür.. küçük dinci partiler, seçim sonrasında bu iki partiden birini destekleyerek koalisyonlara katılırlardı. Ancak, 2005 yılında Ariel Şaron, Likud’dan ayrılarak, her iki partiden de katılımlarla Kadima’yı kurunca siyasal yapı bir kez daha parçalanmış oldu. Bu resmin içinde, Şas ve Beiteinu gibi dinci partilerin yanı sıra, Knesset’e (meclis) üye sokacak kadar oy alsalar da genelde koalisyonlara alınmayan Arap partileri de var.

 Yapılan en son kamuoyu yoklaması, yeni hükümetin Likud lideri Benyamin Natenyahu (Bibi), ya da Kadima lideri Livni tarafından kurulabileceğini düşündürüyor. Ancak aynı kamuoyu yoklamaları, 120 üyelik Knesset’te hiçbir partinin 30’dan fazla iskemle elde edemeyeceğini de gösteriyor. Dahası sağ sol ayrımına, dinci seküler bölünmesi ışığında bakınca, sağ kanadın toplam oy kapasitesinin yüzde 65’e ulaşıyor olması, herhangi bir istikrar şansı olacak hükümetin Bibi tarafından kurulmasını gerektiriyor. Aynı kamuoyu yoklamasına göre Likud ve Kadima başa baş durumda (Haaretz 07/02). Eğer Kadima birinci parti olur, hükümeti kurma Livni’ye düşerse belirsizlik süresinin daha da uzaması kaçınılmaz.

 Ancak Likud’un seçimlerden birinci parti olarak çıkması halinde hükümetin kolaylıkla kurulabileceğini söylemek de zor. Çünkü İsrail seçmenindeki korku ve belirsizlik, sağ radikal görüşlere ilginin artmasına neden oldu. Böylece, Rus göçmeni, ırkçı hatta faşist eğilimleriyle bilinen Avigdor Lieberman’ın partisi, Yisrael Beiteinu’nun, büyük bir zafer kazanarak Knesset’e 18-19 temsilci sokması, üçüncü parti olma olasılığı artıyor. Böylece, geçmişte İsrail’i 30 yıl aralıksız yöneten İşçi Partisi dördüncü parti durumuna düşüyor, Lieberman gelecek hükümetin bileşimini belirleyecek bir konuma yükseliyor. 

Daha şimdiden Lieberman’a önemli bir bakanlık vaat eden Natenyahu ise, salt sağ partilerden oluşan bir koalisyon kurmak istemiyor; mutlaka Kadima’yı ve İşçi Partisi’ni, halen savunma bakanı olan İşçi Partisi Başkanı Barak’ı da kabinesine, aynı görevle, almak (Der Spiegel 06/02), böylece ulusal Siyonist bir birlik hükümeti kurmak istiyor. Ama hiçbir koalisyon olasılığı Lieberman’ı dışarıda bırakamıyor.

 Bibi artı Lieberman

 En büyük olasılık Lieberman’ı da içeren bir Bibi hükümeti. Bu da İsrail’in geleceği açısından iyi haber değil. Çünkü böyle bir koalisyon, İsrail’in ulusal güvenliğinin temelini oluşturan “uluslararası topluluğun saygın üyesi bir demokrasi imajındaki” aşınmayı durdurmak bir yana, derinleştirmeye devam edecek.

 Örneğin, Bibi, İsrail-Filistin sorununda, “iki devlet iki halk” projesini kabul etmiyor, diplomatik yollardan bir çözüm bulunabileceğine inanmıyor.. Filistin temsilcileriyle konuşmaktan, hiçbir topraktan çekilmekten yana değil. Hükümete gelirse Hamas sorununu kökten halletmeyi vaat ediyor; bu özellikleriyle Obama yönetiminin politikalarına uyum sağlaması da çok zor. Bir Rus göçmeni olan Lieberman’a gelince, adamın planı İsrail topraklarındaki tüm Araplardan kurtulmak. Lieberman; İsrail devletine bağlılık yemini etmeyenin vatandaşlığını iptal etmeyi, Hamas’la görüşen Arap milletvekillerinin infaz edilmesini istiyor; İsrail’de üzerinde Arapların yaşadığı toprakları Filistin’e verip, karşılığında yerleşimcilerinin topraklarını koruyarak, saf bir İsrail devleti yaratmayı amaçlıyor.

 Tüm bunların arasında, belki de en korkutucu olan, Gazze savaşı sırasında gözlendiği gibi bizzat İsrail halkının artık barıştan umudunu keserek salt şiddete güvenir, radikal, dinci milliyetçi siyasi akımlara itibar eder hale gelmiş olması… İsrail halkını gerçekten de çok zor günler bekliyor.

No comments: