Saturday, September 29, 2007

Daha Çok Geç Olmadan...

(Cumhuriyet 26.09.2007)

İmparatorluğun enkazı üzerinde, sömürgeleşmenin sınırından dönülerek kurulan modern cumhuriyetin, bağımsızlık, laiklik, medeni hukuk, kadın hakları gibi kazanımları, akılcılığa, (Aydınlanma'nın 'hakikat rejimine') dayalı kültürel geleneği, bu zeminde doğan ve gelişen eşitlikçi, demokratik, hatta sosyalist hareketlerin geleceği tehdit altında. "Mahalle siyaseti" etrafında yükselen kaygılar, tehlikenin, geç de olsa bilinçlere çıkmaya başladığını gösteriyor. AKP hükümetinin siyasal İslama kazandırdığı momentumun daha çok geç olmadan mutlaka kırılması gerekir.

Uluslararası sermayenin ve emperyalizmin en gerici...

Bugün Türkiye'de siyasal İslam, "şeytanla" aynı yatağa bilerek girmeyi kabul etmiş olduğunu düşünerek avunsa bile, ABD'nin/AB'nin, uluslararası mali/tekelci sermayenin bölgemizdeki ve ülkedeki siyasi projelerinin taşeronu olmuştur.

Siyasal İslam, tekelci sermayenin bölgedeki militarist ve gerici (aydınlanma ve sosyal ilerleme düşmanı) politikalarının destekçisi olmanın yanı sıra mahalle düzeyine kadar inen ve "yaşam alanlarını" yakından denetlemeyi amaçlayan bir siyasi kültürel örgütlenmeye ve kitle hareketine sahiptir. Projesi ilerledikçe "devletin baskıcı aygıtlarıyla", "devletin ideolojik aygıtları" (Althusser) (din, hukuk, siyaset, eğitim kurumları, medya, sendikalar, aile) arasındaki göreli bağımsızlık kalkacak, devletle aile arasındaki (sivil toplum) alanı Almanya'da nazizm, İtalya'da faşizm, Rusya'da Stalinizm, İran'da da Şii teokrasisinde olduğu gibi baskıcı bir devletin denetimine geçecektir.

Bu noktaya gelmeden, sürecin kesilmesi ve tersine çevrilmesi gerekir. Bu bağlamda, Antonio Gramsci 'nin İtalyan burjuva devrimi tarihi ve faşizmin yükselişiyle ilgili, "cephe savaşı" ve "mevzi savaşı" kavramları bize yardımcı olabilir. Siyasal İslamın momentumu, demokratik ve barışçı (şiddet içermeden, verili yasaların içinde kalarak) kitle gösterileri, siyasi, özellikle ekonomik boykotlar, çeşitli protesto yöntemleriyle kırılabilir. Sonra, siyasal İslamın "yaşam alanlarındaki" etkisinin geriletilebilmesi için, halkçı, (halkın yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlayan) ve demokratik reformlarla, yerel örgütlenmelerle ve vatandaşlık inisiyatifleriyle sürdürülecek, uzun süreli kültürel, ekonomik, sosyal hakları da içeren bir "mevzi savaşı" süreci başlayacaktır.

Bu iki direniş ve mücadele yöntemi birleştirilmediği takdirde ülke, emperyalizmin bölgedeki projelerinin aracı olarak işlemeye devam edecek, bu topraklarda yaşayanlar etnik kökenleri ne olursa olsun, gittikçe artan büyük maddi ve manevi acılara mahkûm edileceklerdir.

Truva atlarına dikkat
Siyasal İslama karşı direniş, hem siyasi-hukuki hem de kültürel-ekonomik olmak zorunda. Bu nedenle şu sıralarda olduğu gibi, genelde halkın sorunlarına duyarsız bir çevrenin, "yaşam tarzını koruma" kaygısıyla sesini yükseltmesi, çok olumlu bir gelişmedir. Ancak bugün, salt TÜSİAD'dan, büyük medyadan gelen eleştirilerin etrafında kurulacak bir muhalefetin, gerek momentumun kırılması gerekse de uzun dönemli süreçte, etkisinin çok sınırlı, refleksinin istikrarsız olacağını da baştan görmek gerekir.

Bu bağlamda, seçimlerden önceki konjonktürde yükselen ulusalcı dalgaya ilişkin yaptığımız uyarının seçimlerden sonra Meclis'te doğrulandığını söyleyebiliriz. O zaman demokratik, halkçı (halkın yaşam koşullarını iyileştirmeyi amaçlayan) bir siyasi programı içermeyen ulusalcılık iddialarının, tüm "şiddetine" karşın, hatta bu nedenle, emperyalizmin "Truva atı" olmaya mahkûm olduğunu ileri sürmüştük. Seçimlerden sonra şekillenen Meclis'te yaşanan AKP-MHP işbirliği, bu savımızı doğruladı. Dün olduğu gibi bugün de MHP liderliği, tüm ulusalcılık iddialarına karşın taraftarlarını "suya götürüp susuz getirmeye" devam edecek, tabanda siyasal İslamla yaşanan rekabet (mücadele değil), siyasal İslamın (emperyalizmin) değirmenine su taşıyacak, hatta ucu Hrant Dink cinayetine açılan süreci besleyecektir.

Büyük sermayenin ve büyük medyanın siyasal İslam kaygılarını değerlendirirken bunların sınırını, çizen ekonomik çıkarları da görmek gerekir. 1980 sonrası siyasal rejimin aydınlanma geleneğinden kaynaklanan sol/sosyalist muhalefet üzerinde, "serbest piyasa" rejiminin de yerleşik bölüşüm ilişkileri üzerinde yarattığı yıkımın dinamikleri bizi bugünkü siyasal İslam dalgasına getirdiğini unutmamak gerekir. Bu dönem boyunca her türlü halkçı politikaya, "özelleştirme, serbestleşme gerekir", "köylüyü tasfiye ediyoruz", aymazlığa ve şiddetle direnen, postmodernizmin rölativizminden kalkarak siyasal İslama meşruiyet kazandıran kesimin, bugün laiklik ve demokrasi, hatta ne yazık ki hâlâ "modernite" mücadelesine yapacağı katkıların zaaflarını da baştan görmek gerekir. Bu mücadeleyi bu güçleri yadsımadan, ama esas olarak 14 Nisan "olayına", diğer bir deyişle çalışanların en modern, örgütlenme kapasitesi en yüksek kesimine (geleneksel işçi sınıfını da ihmal etmeden) dayanarak ve "yaşam alanlarında" inşa etmek gerekiyor. Daha çok geç olmadan...

2 comments:

Nail Satlıgan said...

Sevgili Ergin,
*Transformismo* değil, *trASformismo*. Selamlar. Nail Satlıgan.

Ergin Yildizoglu said...

sevgili Nail uyarin icin tesekkurler. yillardir gozume 'trans' olarak yerlesmis. OkuRken bile trans olarak okuyordum. Sen uyarmasn hic duzelmeyecekti...