Thursday, June 14, 2012

Aman 'mayın eşeği olmayalım'

Bir okuyucum pazartesi yazımla ilgili olarak gönderdiği notta “Mayın eşeği olmayalım” diyordu. Kaygısına katılmamak elde değil. 

Hem savaş davullarının sesinin aniden yükselmesine yol açan Hula katliamına ilişkin sorular, hem de Türkiye üzerinde baskılar artmaya devam ediyor. 

Hula’da ne oldu? 
Hula katliamından hemen sonra, ABD, İngiltere, Arap medyasında “Suriye’ye askeri müdahale” çağrısı yapan koro sesini daha da yükseltmişti. Ancak tüm şamataya karşın, Lübnan’da yayımlanan Al Akhbar gazetesinin 5 Haziran yorumunda vurgulandığı gibi, Hula’da aslında ne oldu hâlâ belli değil, her şey hâlâ çok bulanık. 

Hula’da katliamı aslında “muhalefetin” düzenlediğine ilişkin Rusya kaynaklı iddialara, pazar günü, ABD’de muhafazakâr kanadın dergilerinden National Review’a yansıyan bir rapor eklendi. Almanya’nın önde gelen gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) için hazırlanan rapor, pazartesi günü aktardığım Rusya kaynaklı bulguları destekliyor. 

FAZ’ın raporuna göre Hula katliamını Suriye muhalefeti gerçekleştirmiş, FAZ’ın görgü tanıklarından derlediği bilgilere göre, ölenlerin büyük çoğunluğu Esad rejimi yanlısı Alevi ve Şii ailelerin üyeleri. FAZ, nüfusunun yüzde 90’ı Sünni olan Hula’da katliamda ölenlerin, Sünni İslamdan, Şii İslama geçen ailelerin üyelerinden oluştuğuna işaret ediyor. 

Ortadoğu uzmanı, Martin Janssen de Belçika haber sitesi De Redactie’de yayımlanan araştırmasında, görgü tanıklarının, Hula’daki katliamı, kafası kazınmış uzun sakallı insanların gerçekleştirdiğini söylediklerini aktarıyor. Salı günü de Syria Report (muhalefete yakın) Marmarita bölgesinden 40 genci öldürenlere ilişkin, benzer görgü tanığı ifadeleri aktarıyordu. Bu tanımlamalar, Suriye askerlerine değil Radikal İslama, Selefi militanlara işaret ediyor. 

NR yazarı, muhalefetin gerçekleştirdiği birçok gaddarca olayın, Batı ve Arap basını tarafından, yeniden paketlenerek, Suriye rejimi yapmış gibi sunulduğu konusunda, St. James Haçı Manastırı’ndan rahibe Agnes-Mariam’ın daha nisan ayından bu yana birçok uyarıda bulunduğunu da aktarıyor. 

Fay hattına mı sürülüyoruz? 
ABD, İngiltere başta olmak üzere Batı, Suriye’yi Libya’ya benzetmeye kararlı görünüyor. Bu nedenle de medya propaganda yayınına dozunu arttırarak devam ediyor. Kissinger gibi, dış politika duayenlerinin, pazartesi yazımda aktardığım uyarıları, anında “sen yanılıyorsun” tepkisiyle karşılanıyor. 

Çünkü ABD sağının en militarist kesimleri Suriye “olayı”na, stratejik bir mekânı, enerji kaynaklarını denetleme bağlamında büyük anlam yüklüyor. Örneğin başında, eski CIA Başkanı James Woolsey’in bulunduğu “neo-con” tekkesi, Foundation for Defense of Democracies’in kurucu üyelerinden Clifford May’e göre, Esad yerinde kalırsa İran kazanmış olacak, Esad giderse ABD (NRO, 07/06). Bu amaç için Libya’da olduğu gibi Selefi akımlarla işbirliği yapmak da sorun değil; önemli olan İran’ı sıkıştıracak, İsrail’i koruyacak bir Sünni-Şii kamplaşmasının inşa edilmesi. 

Ama bu madalyonun öbür yüzünde, Suriye ile olan ekonomik, siyasi bağlarını korumaya kararlı Rusya ve Çin var. Suriye bağlamında öncelikle Rusya önemli. Rusya için Suriye önemli bir silah pazarı. Rusya’nın Suriye’de büyük enerji sektörü yatırımları var. Rus donanmasının Akdeniz’de ikmal yapabileceği tek liman, Tartus da burada. Pazartesi aktardığım gibi Rusya’nın Suriye’deki personelinin (ekonomik, askeri, istihbarat) sayısı 100 bine ulaşıyor. Bu nedenlerden dolayı Rusya’nın Suriye’yi, ABD’ye ve bölgedeki enerji piyasası rakibi Suudi Arabistan’a kaptırmaya niyeti yok. 

ABD’nin bölgedeki etkinlikleri, İran’ı hedef alması, Çin’i de tedirgin ediyor. Çin açısından Suriye’nin düşmesi, sıranın, önemli bir enerji tedarik kaynağı, yatırım piyasası ve stratejik coğrafya olan İran’ın da ayakta kalmasının olanaksızlaşması anlamına geliyor. 

Bu jeopolitik diziliş, Suriye, İran çizgisinin, çok kırılgan bir fay hattı oluşturduğunu gösteriyor. ABD-Suudi Arabistan tarafında yer alan ve pazartesi günü Financial Times’ın başyazısının bir kez daha vurguladığı gibi, Suriye konusunda inisiyatif alması istenen Türkiye böylece her an kırılacak, kırıldıktan sonra da Lübnan’dan, bir askeri müdahale olursa devreye gireceğini açıklayan İran’a, Ürdün’den büyük bir Şii nüfusa sahip Suudi Arabistan’a hatta, Müslüman Kardeşler bağlamında Mısır’a kadar uzanacak, İsrail’i de kaçınılmaz olarak sarsacak bir depremin fay kırığı üzerine sürülmek isteniyor. 

Bu sırada insan sormadan edemiyor: Sakın, aralarında, Fethullah Hoca Efendi’ye geçmişte referans mektubu yazmış Morton Abramowitz gibi tiplerin de bulunduğu kimi yorumcuların, düne kadar yere göğe koyamadıkları Başbakan Erdoğan’ın, otoriter eğilimlerinin şimdi farkına varmaya başlamaları bu konuyla ilgili, artmakta olan bir basıncın parçası olmasın?

No comments: