1 Mayıs’tan sonra başlayan bir tartışma aklıma yine “Aman ne istediğine çok dikkat et, bakarsın gerçekleşebilir” uyarısını, hemen ardından da “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” deyişini getirdi.
Bırak fazla kurcalama, önemli olan...
Kendilerini “Antikapitalist Müslüman Gençler” olarak tanımlayan bir grup, bir “ortaya çıkış” bildirisi yayımlayarak, 1 Mayıs kutlamalarına katıldılar.
Ben 1 Mayıs’tan önce, bu gelişmenin, kapitalizm karşıtları açısından sevindirici olabileceğini vurguladıktan sonra, bu yeni oluşuma sevinmeden önce, kapitalizm, emek, sermaye, sömürü, tarih ve zaman, özgürlük gibi ekonomi politik, felsefe alanıyla ilgili kimi sorulara, bu yeni gelenlerin ne cevaplar verdiklerini öğrenmekte büyük yarar olabileceğini vurgulamıştım. Bu yazıdan sonra aldığım tepkilerde, benim dışımda başlayan tartışmalarda “Doktriner olmayı bırakın, fazla kurcalamayın, bu arkadaşlara kucak açalım. Dinin eleştirisi gündemin ana konusu değil” tutumunun yaygın olduğunu gördüm. Ben dinin eleştirisinin günün ana konusu olduğunu ileri sürmediğim için (yalnızca bir anımsatma yapmakla yetinmiştim) tartışmanın bu kısmı beni ilgilendirmedi. Ancak, birinin komünist ya da sosyalist olduğunu beyan etmesinin, doğrudan dinin eleştirisini içerdiğini anımsatmakla yetineceğim. O gün medyanın bu küçük grubu adeta “meydanın ruhu” düzeyine yükseltmek için, tüm gazetecilik ölçütlerinin ötesinde bir çaba sergilemiş olmasının beni daha da kaygılandırdığını eklemek isterim.
1 Mayıs öncesi yazımdaki sorular doktriner bir saplantıdan kaynaklanmadı. Bu soruların cevaplarının siyasi pratikte çok önemli sonuçları var. “Önemli olan birlik olmaktır, sonra konuşuruz” iyi niyetinin “yolunun cehenneme çıktığını”, başka ülkelerdeki komünistlerin başlarına gelenlerden biliyorum. Bile bile de “yararlı salak” durumuna düşmek istemiyorum. Yine de aklıma, bu sorularla şimdilik ilgilenmek istemeyenler için, bir çözüm önerisi geliyor.
Yazıya deyimlerle başladık, bir deyimle devam edersek, “qui se ressemble s’assemble” (benzeyenler bir araya toplanır) diyebiliriz. Sosyalistlerin kapitalizme karşı, siyasi, kültürel mücadelesi, cinsel özgürlüklerin, düşünce özgürlüğünün önündeki engellere karşı mücadelesi, hatta temel haklar mücadelesi sürüyor. Antikapitalist Müslümanlar gelip bu mücadeleye katılabilirler. Biz de bu katılımı sevinçle karşılarız. Ne de olsa biz “önce hareket vardı” diyen bir akımız. Ancak bu sevincin daha sonra bir pişmanlığa dönüşmesini önlemek için de, o mücadelenin içinde, benim gündeme getirdiğim soruların cevaplarını hep birlikte aramaya başlamak gerekiyor. “Hareketin” cazibesine kapılıp, ona anlamını veren şeyleri tartışmayı, günün gereksinimlerini bahane ederek ertelersek, kendimizi kolaylıkla “hareket her şeydir” diyen Bernstein’in yanında, “cehennemde” bulabiliriz.
Fazla umutlu değilim
Ben Müslüman gençlerin antikapitalizminin, sosyalistlerinkiyle buluşabileceği, sorularıma anlamlı cevaplar verilebileceği konusunda umutlu değilim. Birincisi, dini “hakikat rejimine” sadakati olanlar, bu sadakate sahip olmayanlarla bir arada yaşamaya (kutsala karşı tutum söz konusu olduğundan), bu durum güçlenmelerine hizmet ettiği sürece katlanabiliyorlar.
İkincisi, bu çok kuşku verici bir kapitalizm karşıtlığı. Örneğin, siyasal İslamın önde gelen “entelektüellerinden” biri, pazartesi yazısında, “ister sömürgeci politikalar ister kendi kendini sömürgeleştirme olan modernizasyonla ağır baskılar altına alınan Müslüman toplumu fikri, ahlaki ve sosyal bakımdan güçlendirmeyi amaçlamışlardır (Nur cemaati ve Müslüman Kardeşler -EY)” diyordu.
Bu, “kendi kendini sömürgeleştirme” saptaması, sorunun kültürel, ahlaki bozulmaya indirgenmesi, kapitalizmin gel[iş]mesiyle, “modernizasyon” arasındaki nedensellik ilişkisinin yadsındığını gösteriyor.
Modernizasyon salt bir kültürel olay değil ki. Bir yanında ticaretin, sanayileşmenin, fabrikaların, işçi sınıfının yaşamının, sermayenin gereksinimi olarak gündeme gelen, bireysel özgürleşme sürecinin, bu bireyin yaşam enerjisinin metalaşmasının, aile, aşiret yaşamına vurduğu darbeler var. Diğer yanında teknolojinin, bilimin bulgularının ister istemez kutsal kitaplarla çelişmeye, giderek sermayeye kültür üretimini de belirleme, hatta inançları metalaştırma olanağı vermeye başlaması var. Tüm bu “felaketler” hatalı tercihlerin ürünü değil ki. Bunlar kapitalizmin gel[iş]me sürecinin ta kendisi.
“Kendi kendini sömürgeleştirme” saptamasını yapan birinin, bu durumdan çıkmak için bizzat kapitalizme, hem de modernizasyonun getirdiklerinden (işçi sınıfı, teknoloji, özgürlükler) güç alarak, karşı çıkmaktan başka seçeneği var mı?
“Var” diyenlerin önünde, yalnızca iki yol kalmıyor mu? Birincisi, kapitalizm öncesini arzulayan bir antikapitalizmi benimsemek. Diğer bir deyişle işçi sınıfının, kapitalist teknolojinin (elektrik, otomobil, uçak, bilgisayar, antibiyotikler, genetik bilimler vb.) yanı sıra bireysel özgürlüklerin, örneğin “vatandaş” kavramının, eşitlik kavramının öncesini arzulamak. İkincisi, kapitalizmi, modernizasyonun “siyasi (vatandaşlık, bireysel özgürlükler vb.) ahlaklı (cinsel özgürlükler, kadın hakları vb.) etkilerinden” arındırarak korumayı ya da edinmeyi amaçlamak.
Dedim ya, ben umutlu değilim... Ama, yine de.. “Önce hareket vardı” diyelim.
Thursday, May 24, 2012
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment