Kendilerini “Antikapitalist Müslüman Gençler” olarak tanımlayan bir grubun yayımladığı 1 Mayıs çağrısına bakınca, bu yıl “1 Mayıs gösterilerine yeni bir katılım olacak, antikapitalist cephe genişliyor” diyerek sevinmek olanaklı.
Ancak, sevinmeye karar vermeden önce kimi sorular üzerinde düşünmek gerekiyor. Ben kendi hesabıma bu sorulara anlamlı cevaplar bulduğum takdirde bu gelişmeye olumlu bir gözle yaklaşmaya hazırım.
Ama ilke olarak, önce “de omnibus dubitandum est” (her şeyden şüphe edilecektir)! Ne de olsa, sınıf çelişkilerinin keskinleşme sürecinin hızlandığı, iktidar ve muhalefet söylemlerinin dayandığı anlam sistemlerinin sarsıldığı, “egemenler” arasında hegemonya mücadelelerinin sertleştiği, bu hegemonya mücadeleleri içinde mevzi kazanmak isteyenlerin halkın desteğine, dolayısıyla “sol”un onayına, olmazsa peşinden sürüklemeye, kafasını karıştırarak bağımsız bir çizgi izlemesini önlemeye giderek daha çok gereksinim duyduğu bir dönemden geçiyoruz. Ben kendi hesabıma önce “dolduruşa” sonra da “tezgâha” gelmek istemiyorum.
Tarihsel mi? Ebedi (ilahi) mi?
“Antikapitalist Müslüman Gençler” grubunun çağrısına bakınca, hemen her türlü baskıya, sömürüye karşı olduklarını düşündüren, özgürlüklerden yana kavramlara, saptamalara rastlıyoruz. Ancak bu kavramların, saptamaların, karşı çıkışların aslında ne anlama geldiği konusunda pek bir ipucu göremiyoruz. “Haksızlık etmeyelim. Bu bir çağrı metni” de diyebiliriz. Ancak, “Bu metinde, tüm bu karşı çıkışları bir araya toplayarak tarihselleştirecek bir yaklaşıma işaret eden bir şeylerin olmaması bir rastlantı mı, yoksa belli bir düşünce sistemine mi işaret ediyor” diye sormak gerekiyor. Metindeki, “hakkı müdafaa” etmeye, “hakkın sesini yükseltmeye” ilişkin göndermeler ise tarihsel bir sürece, maddi çelişkilerin ve insanların harekete geçirdiği toplumsal dinamiklere değil de, “ebedi” bir döngüye, “ilahi adalete” ilişkin bir yaklaşıma işaret ediliyor izlenimi yaratıyor.
Bu koşullarda, “kapitalizme karşı olmak” ne anlama geliyor? Bu soruya cevap vermek için, kötü, adaletsiz birilerinin, hatta “şeytanın” icadı olarak değil, tarihsel bir üretim tarzı olarak kapitalizmi tanımlayabilmek gerekiyor. Bu tanımlama çabası öncelikle mülkiyet, işgücü, üretim araçları, sermaye, değer, sömürü kavramlarına bir açıklık getirmeyi zorunlu kılıyor.
‘Devrim’ ve ‘özgürlükler’
“Antikapitalist Müslüman Gençlerin”in, İslamın “devrimci yüzü” olduğu da iddia ediliyor. Bu iddiayı kabul edebilmek için, bu “devrim” kavramıyla “antikapitalizm” kavramı arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu görmemiz gerekiyor. Kapitalizmi “devirme” niyetinde olan “Müslüman Gençler” (neden Müslüman emekçiler vb. değil de gençler?) kapitalizm sonrasını, kapitalizmin yadsınmasını (negation) acaba nasıl (en azından olumsuz -“negatif diyalektik”- bağlamında) tasarlıyorlar? Bu tasarımda bir “diyalektik” söz konusu mu? Bu bir Asrı Saadet’e dönüş mü olacak. Yoksa bir “aşarak kaldırma” (aufhebung) içinde bir başka toplumsal örgütlenme tarzına geçiş olarak mı düşünülüyor? Bu geçişin “yol haritası” bizzat proletarya kitlelerinin antikapitalist mücadelesiyle mi şekillenecek yoksa, bir başka ilahi gücün lütfu (inayeti) olarak mı? “Sınıfsız, sınırsız” kavramı, devleti, ulusu ve özel mülkiyeti de içeriyor mu?
Antikapitalist Müslüman Gençler’in özgürlük talepleri, aklın ve eleştirinin özgürlüğünü de kapsıyor mu? Diğer bir deyişle ateistlerin, agnostiklerin, diğer dinlerin inananlarının, feministlerin, eşcinsellerin sorgulama, konuşma, eleştirme, düşüncelerini yayma özgürlüklerine; Aydınlanma geleneğinin, bilimsel yöntemin her şeyi sorgulama, aklın süzgecinden geçirme arzusuna, ilkesine ve pratiğine bu Antikapitalist Gençler, “Kutsala” ve “Kitaba” ilişkin bir sınır koyuyorlar mı? Metinde eşcinsellerin haklarının, özgürlüklerinin yer almaması bir hata mı, bir “semptom” mu?
Sosyal paylaşım ağları gibi, ilk anda çok şeffaf görünmekle birlikte, provokasyona, yalana, meraklı gözlere, “renkli devrim” mimarlarına son derecede açık alanlarda (İran’da ayaklanmalar sırasında, İran dışından adeta içerdeymiş gibi yayın yapanları, Pentagon’un “bugün savaş, haberin/bilginin üretimini, dağılımını kontrol edenlerle, edemeyenler arasında yaşanıyor” saptamasını anımsayalım) örgütlenmeyi seçmek ne anlama geliyor? Bu “gençler”, neden yaşam alanları (fabrika, üniversite, mahalle), günlük mücadele, copun, biber gazının sokakları ve meydanları gibi antikapitalizmin geleneksel alanlarında, diğer antikapitalistlerin kendilerini görmelerine, tanımalarına olanak veren mekânlarda değil de öncelikle sanal alanlarda örgütlenmeyi seçmişler?
Bu sorulara anlamlı cevaplar alınamadığı takdirde, “solu etkileyecek bir ‘makineyi’, ‘yetmez ama evet’çilerin yakıtıyla çalıştırmayı başaramayanlar, acaba bu kez başka bir yol mu deniyorlar” diye sormak gerekiyor. Sakın bu ‘hareket’ siyasal İslamın, eğitimden sanata her alanı, sağdan sola her akımı kendi ‘hakikat rejimi’ içine sokmayı, ‘dışarıda’ hiçbir şey bırakmamayı arzulayan totaliter projesinin bir ürünü olmasın?
Wednesday, April 25, 2012
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
5 comments:
Öncelikle merhaba.
Yazınızı okuduktan sonra tamamen "islamcı" korkusu ile kaleme alındığı anlaşılıyor. Zaten yıllardır, aradaki bu "birbirinden korkarak, nefret ederek yaşama" tarzı yüzünden, sol, inançlılar tarafından; inançlılar da sol tarafından itilmedi mi? Sol'un kendi içerisinde o amip gibi bölünüşünün temel nedenini, şu sorduğunuz yüzlerce soru cümlesinden de anlıyoruz. Sol hep bağırır ya "birlik olma zamanı" diye. Beyhude! Demin tvde konuştular; Ateiste varana kadar her inanca ve yaşayış tarzına özgürlüğün sağlanmasına inandıklarını belirttiler. Kusura bakmayın ama sizinki de bir nevi sekter solculuk! Muhafazakarlıksa eğer, onlardan daha muhafazakar oluyorsunuz bu kapalılıkla. Açın biraz. Bırakın geçsinler. Kırın kibiri ve önyargıyı. Tekelcilik yapmayın. Bu devirde lazım olan bu çünkü.
Sorun Kibir ve ön yargı değil. "İslamcı korkusu" ise anlamsız bir kavram. Bunlar son derecede can alıcı sorular. Karşımdakinin samimi olup olmadığını anlamaya çalışıyoum.
Ya bu soruların
a) Cevapları vardır
b) Cevapları vardır ama verilmek istenmemektedir
c) Cevapları yoktur, o yüzden ne soruyorsunuz, havayı bulandırıyorsunuz denmektedir,
Siyaset kanaatlerle yapılmaz, mutlaka teorik felsefi bir düşünceye dayanır, Bundan kaçanların başı da beladan kurtumaz.
Tarihi bu belaların örnekleriyle dolu...
Benden söylemesi, ben sorularımda israrlıyım...
Bu yaziyi okuduktan sonra, ben de Sayin Yildizoglu'nun sorularinin isabetli oldugunu dusunmekle birlikte, musluman komunist bir siyasetin ilerici bir siyasal proje olarak nasil formule edilebilecegi ve mumkun olup olamayacagi uzerine kafa yormaya basladim.
Bence sol siyasette boyle bir formul kurmak mumkun, hatta bugun birbiriyle konusamaz haldeki muslumanlar ile komunistlerin birbirleriyle konusmalarini saglayacagi icin de gerekli. Oximoronlar istisnai olarak faydali olabilirler. Aklima simdilik iki ornek geliyor: Seyh Bedrettin ve Sultan Galiev.
Birincisi daha isabetli gibi. Cunku Seyh Bedrettin toprak reformunu hedefleyerek merkezi iktidarin taseronu derebeylere karsi ayaklanmisti. Bu hedef, her ne kadar islami bir soylemle suslenmisse de evrenseldi. Sultan Galiev, Rus-Ortodoks merkezilesmeye karsi yerel dini-etnik kimligin (musluman-tatar) ozerkligini ve bu kimlige ozgu bir komunizmin formule edilmesi talepleriyle baskaldirmisti. Bu durumda Sultan Galiev her ne kadar romantik bir heyecan yaratsa da, kotu ikizi Stalinizm ile ayni duzeyde duruyor, etnik celiskiyi "kaldiracak" bir hareketin onderi olarak hatirlanmiyor. Bedrettin ise feodal uretim iliskilerini kaldiracak ama basarisiz olmus bir Anadolu Aydinlanmasini hatirlatiyor. Gercekten de Fetret Devri, 1923'ten once Anadolu'nun son sansiydi.
Dini ideolojilerin sanildigindan cok daha plastik oldugunu dusunuyorum. Nasil ki ilimlisi, kokteni, sunnisi, alevisi, bektasisi var, komunisti de formule edilebilir. Ancak burada asil motivasyon, kendi kendini de kaldiracak evrensel kaygilar olmalidir.
Engin Kurtay'ın katkısı üzerine: Benim sorduğum sorular, yalnızca teorik kaygıları yansıtmıyor. Sosyal ağlara ilşikin kaygılarımı da dile getirdim.
Soyut karşıtlıkları dile getiren bir bildiri yayımlamak bir şey, bu bildiride dile getirilen karşıtlıkların arkasındaki teorik düşünceleri ortaya koymak bir başka şey. Bu düşünceler ortada yok.
Kapitalizme karşı olmak, meydanlara gelip bunu ifade etmek bir şey. Kapitalizme karşı mücadele etmek başka bir şey. Bu mücadelenin örnekleri de ortada yok.
Biz insanların kendileri hakkındaki kanaatlerinden değil eylemlerinin pratik sonuçlarından hareketle yargılarız.
Bedrettin ve Galiyev örneklerine gelince bunlar bu gün geçerli değil, Onların dünyasıyla bizimkini karşılaştırmak yeterli. En önemlisi bu gün "siyasal İslam" diye bir güçlü bir hareket var...
Nıhayet, Müslüman komünizm formüle etmeye çalışanlar bu güne kadar "Kitap"ın sınırlarını aşamadılar. Düşüncelerini Kitap'la bağdaştırmakta büyük zorluk çektiler.
Bu çabaların sonuşlarını beklemeden karar veren Komünist, solcu sosyalist hatta liberaller, bu telaşlarına bağlı olarak çok büyük bir faturayı üstlenmek zorunda kaldılar.
Ortadoğu coğrafyasında, bundan 30 yıl önce canlı bir sol akımlar dünyası vardı. Geriye bir şey kalmadı...
Ben kapitalizme karşı her isyanı göz önüne almak zorunda olduğumu biliyorum. Ama bunun bir isyan olduğuna bir "traformizmo" (Gramsci) manevrası olmadığına ikna olmam lazım.
Post a Comment