Thursday, January 19, 2012

İran üzerinden 'Büyük Oyun

(18 Ocak 2012 )

“Büyük Oyun”un alanı Asya Pasifik bölgesine doğru kayarken “Ortadoğu” sahnesinde de İran (ve Suriye), üzerinde yoğunlaşmaya başladığı görülüyor.

“Büyük Oyun” kavramı ilk önce 19. yüzyılın başında İngiliz ve Rus emperyalizmi arasındaki rekabeti tanımlarken kullanılmış. Daha sonra, bu kavram İngiliz hegemonyası gerilemeye başladığında, “Güç Transferi” süreci bağlamında 20. yüzyılın başında popüler olmuştu.

Reagan döneminde, 1980’lerde başlayan ve SSCB’nin yıkılması, “küreselleşme” açılımıyla konsolide olan bir “restorasyon” denemesinden sonra ABD hegemonyası Asya kriziyle birlikte yeniden hızlanarak gerilemeye başlamıştı. Artık ABD dış politikası, giderek yükselen güçlerin, yükselişine uyum sağlama, bu yükselişi geciktirme sorunsalı üzerinde yoğunlaşıyor, Ortadoğu (Büyük Ortadoğu) yeni “Büyük Oyun”un sahnesi olarak öne çıkıyordu.

ABD imparatorluk projesinin başarısızlığı, bunun getirdiği mali yükün de katkısıyla patlak veren mali kriz içinde “Güç Transferi” sürecinin tarafları, yeni “Büyük Oyun”un aktörleri de ABD ve Çin olarak belirmeye, “oyun”un kapsamı değişmeye başladı.

ABD’nin geçen hafta tartıştığım “Yeni Savunma Stratejisi” bu yeni durumu özetlerken Brzezinski’nin Foreign Affaires dergisinin ocak/şubat sayısındaki denemesi, hafta sonunda Financial Times’la yaptığı söyleşi de bu “durumun” arkasındaki mantığı açıklıyordu: Avrupa’nın lider ülkeleriyle ilişkiler yeniden güçlendirilecek; Polonya, Türkiye ve Rusya bu gruba eklenecek; güç konuşlanması, Çin’le bir çatışma çıkarmamaya dikkat edilerek Asya Pasifik bölgesine kaydırılacak.

Peki, bu koşullarda Ortadoğu ne olacak? “Arap Baharı” denilen olayın bölgenin enerji denklemine getirdiği değişiklikleri daha önce “Yeni Soğuk Savaş” savı bağlamında tartışmıştık. Kısacası, bölgenin enerji kaynakları gittikçe artan oranda bölgede kullanılacak, küresel enerji tedariki denkleminde bölgenin katkısı, özellikle ABD açısından giderek azalacaktı.

Uluslararası danışmanlık şirketi Ergo’dan Kathleen Sullivan’ın cuma günü Financial Times’da yayımlanan “Suudi Arabistan’ın Küresel Petrol Piyasalarındaki Egemenliği Bitiyor” başlıklı yorumu da bu sürecin ayrıntılarını anlatıyordu.

Bu madalyonun öbür yüzünde, Çin ve Hindistan açısından bölgenin enerji ihracatının öneminin artmaya devam ediyor olması var. Goldman Sachs’ın tahminlerine göre önümüzdeki iki yıl içinde Çin dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olacak (BBC, 15/01).

Çin yıllık petrol ithalatının yüzde 11’ini İran’dan gerçekleştiriyor; Suudi Arabistan’dan günde ortalama bir milyon varil ham petrol ithal ediyor. Çin, 2009 yılında ABD’yi geride bırakarak Suudi Arabistan’ın bir numaralı müşterisi olmuş. Bu ithalat yılda yüzde 13 gibi bir hızla artmaya devam ediyor. Çin’in Katar’dan yıllık petrol ithalatı da 2011’de yüzde 76 oranında artarak 1.8 milyon varile ulaşmış (Wall Street Journal, 14/01).

Bölgede İran ve Suriye dışındaki, özellikle enerji kaynaklarının bulunduğu ülkelerin hepsi ABD’nin siyasi askeri nüfuz alanı içine düşüyorlar. Diğer bir deyişle yeni “Büyük Oyun”da ABD’nin karşısında yer alan Çin, bölgeden en büyük petrol ithalatını ABD nüfuz alanının dışında kalan İran’dan gerçekleştiriyor.

Eğer Çin ABD’nin İran’a uygulamaya başladığı ambargoya katılırsa: Birincisi, İran’dan yapılan ithalat kesildiği için oluşacak açığı nereden karşılayacak? İkincisi, İran petrolü piyasadan çekilince yükselen fiyatlar, Çin üzerine ek bir mali yük getirirken Batı’nın büyük petrol şirketlerinin kârları artacak. Üçüncüsü, Çin bu açığı Ortadoğu’dan kapatmaya çalıştığı oranda, ABD’nin denetimindeki enerji kaynaklarına bağımlılığı artacak.

Bu “oyunda” birbirini tamamlayan iki senaryo düşünebiliriz. Birinci senaryoda, İran’ın bağımsızlığına son veriliyor, tüm enerji kaynakları ABD nüfuz alanı kapsamına alınıyor. İkinci senaryoda, ABD’nin enerji tedariki açısından bölgeye gereksinimi azalırken istikrar sağlama amacı önceliğini yitiriyor, denetim önem kazanıyor. ABD’nin rekabet eden güçlere her an uzaktan müdahale edebilmesine olanak veren bir “denetimli istikrarsızlık” ortamı oluşuyor.

Ancak, bir üçüncü senaryo daha düşünülebilir. Bu senaryoda, İran bağımsızlığını koruyor; hatta nükleer silah imal ederek daha da konsolide ediyor. Çin, ambargoya katılmıyor. Bu durumdan cesaret alarak Hindistan’da İran’dan petrol ithalatını, ticari ilişkilerini geliştirmeye devam ediyor. Çin, Suudi Arabistan’la, Körfez ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini geliştirmeye devam ediyor, ABD’yi bölgeden dışarı iten bir basınç oluşturmaya başlıyor. ABD açısından, denetimli (ya da salt) istikrarsızlık, Sünni-Şii çatışmasını kışkırtmak giderek tek uygulanabilir senaryoya dönüşüyor. İran ve Suriye’nin komşusu ve Sünni eksenin parçası olan Türkiye’yi, sizce bu senaryolar içinde neler bekliyor?

No comments: