Wednesday, August 05, 2009

‘Açılım’ Fantezileri

“Tarihi fırsat”, “Açılım”, “Demokratik çözüm”… Bunlar birer “fantezi”, bugünkü durumda” “Kürt sorunu” çözülemez. Bu kötümserliğimin nedeni, ne “demokratik” çözümü polis akademisinde aramanın saçmalığı, ne de arayışın başka gündemleri içerdiğine ilişkin kaygılarım.

‘Kürt sorunu’

Kötümserliğimin esas nedeni şu: “Çözüm” arayışı söylemlerinde, “Kürtler” olarak nitelenen grubun/“kümenin” içindeki en dışlanmış, en yoksul kesimin, Kürt proletaryasının (kadınları, işçileri, kentlere yığılmış işsizleri, topraksız köylüleri, marabaları…) ekonomik gereksinimlerine, özgürleşme süreçlerine yer verilmiyor. Bu kesim adeta yok.

Halbuki, Kürtlerin “sorunları” iki boyutlu: Biri Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki “demokrasiye”, öteki kendi içlerindeki sınıfsal ilişkilere ait. Bu akademik bir saptama değil. Bu iki boyutu birden düşünmeye başlamak bizi çok önemli, kimi zaman da başımıza büyük belalar açan bir soruna mülkiyet ve toprak sorununa, sermaye ilişkisinegetiriyor. Geldiğimiz yerde de bugünkü “durumun” çözüme direnen sınıfsal yapısını, neden çözümün seçkinler arasında, etno-kültürel zeminde açılan bir parantezin içinde sürdürülen pazarlıklara dönüştüğünü, taraflar arasında adeta bir “modis operandi” oluştuğunu, süreci hemen her aşamada ne gibi korkularının tıkadığını görmeye başlayabiliyoruz.

Süreci ilerletecek, çözüme ulaştırabilecek toplumsal güçlerin devre dışı bırakılması, yok sayılması her iki tarafın da işine geliyor. Çünkü “Kürt” tarafında yok sayılanın, “Türk” tarafında da bir karşılığı var. Üstelik bu iki “yok sayılanın”çıkarları o kadar ortak, farklılıklarını birlikte barış, eşitlik, özgürlük içinde yaşama şansları o kadar yüksek ki, bunun ayırdına varmaya başladıkları noktada, “çözüm” Kürt sorununu aşarak bölgesel, küresel boyutlarda yankılanabilecek, “durumu” değiştirecek, “yapının” sınırlarını zorlamaya başlayacak. Bu noktada çözümün önüne bir başka engel daha dikiliyor: Bölgeyi denetim altında tutmaya çalışan büyük güçlerin iradeleri.

Kuzey Irak örneği…

Kısa süre önce, Kuzey Irak’ta (sorunun “çözüldüğü” yerde) genel seçimler ve başkanlık seçimleri yapıldı. Seçimler iki feodal yapının, (Barzani, Talabani klanlarının) egemenliği ve ABD’nin vesayeti altında yaşandı. 1980’lerde ve 90’larda iç savaşlarda birbirini kıran bu iki klan, ekonomik siyasi ayrıcalıklarını korumak, toplumda ve saflarında yükselen muhalefeti göğüsleyebilmek için birbirlerine sarıldılar; seçimlere “Kürdistan listesi” adlı (dolayısıyla KDP ve KYB dışındakileri düşman kategorisine sokan) ortak bir platformla girdi. Parlamenter demokrasi her zaman verili sınıfsal dengeleri tescil ettiğinden, bu platform, oyların yüzde 60’ını meclisteki 111 iskemlenin 55’ini aldı. Barzani oyların yüzde 70’ini alarak yeniden başkan seçildi. Bu seçimlerde kendini göstererek oyların yüzde 25’ini alan “değişim” (Goran) hareketinin liderinin Avrupa’da eğitim görmüş, Batı medyasında “zengin iş adamı” olarak tanımlanan ve KYB saflarından gelen biri olması da ayrıca ilginçti. Goran’ın, seçimlerde, “liberal emperyalizmin” klasik talepleri olan “şeffaflık” ve“yolsuzlukla mücadele” sloganlarını öne çıkarması da… Seçimlerle birlikte oylanması planlanan anayasa taslağının, son anda ABD başkan yardımcısının itirazıyla süresiz olarak gündemden kaldırılmasıysa bize, son tahlilde hangi iradenin belirleyici olduğunu söylüyordu.

İşte tam da bu nedenlerle olacak, Londra’daki Kürt toplumu, tarihinde ilk kez, Türklere, Irak rejimine değil kendi yönetici seçkinlerine karşı “gerçek seçimler”, “gerçek demokrasi istiyoruz” sloganlarıyla bir protesto gösterisi düzenlediler. Çünkü seçimlerden önce ve sonra en çok konuşulan sorunların başında, yolsuzluk, kayırmacılık, aşiretçilik, kötü yönetim, iktidarın iki klanın elinde yoğunlaşması, meclisin marjinalleştirilmesi, yürütmenin keyfiliği, aydınlar ve muhalefet üzerindeki baskılar, 2003’ten bu yana bölgeye gelen mali yardımların bu iki klanın seçkinlerinin cebine gitmesigeliyordu. Seçimlerde, mükerrer ya da ölülerin adıyla oy kullanma, açık veya örtülü şiddet yoluyla yapılan, 700’den fazla manipülasyon da seçimlerin meşruiyetine gölge düşürmüştü.

Bu nedenle şimdi, medyada “Kürt gençliğinin gittikçe artan bir düş kırıklığı” yaşamakta olduğundan, kırılgan bir ekonomi, üzerinde yaşamaya çalışan Talabani-Barzani klanlarının arasında yeni bir çatışma olasılığından söz eden yorumlara rastlıyoruz…

“Yok sayılanların” sorunları gündem dışı kaldığında, “Kürt sorunu” Kuzey Irak Kürt yönetimi altında bile yaşamaya devam ediyor.

4 comments:

Çetin said...

Polis devletinin asli unsurları haline dönüşen bu arkadaşların , örneğin ne Diyarbakır-Bismil ilçesi Cumhuriyet(Aslanoğlu) köylülerinin ne de Şanlıurfa-Akçakale ilçesi Ulusal(Öncül)köylülerinin toprak ağaları ve AKP li yerel yöneticilerine karşı verdikleri toprak ve yaşamda kalma savaşı ile ilgili hiç bir ilgi ve kaygıları yoktur ve olamaz da zira onlar ülkeleri ve milletleri ile yabancılaşmış durumdalar:aldıkları AB fonlarının hakkını vermeleri ve de Atlantik ötesindeki BOP projesi başkanının , eşbaşkan aracılığı ile verdiği emirleri yerine getirmeleri gerekmektedir.
Bu arada , etnik milliyetçiler ve de ortaçağ kalıntısı tarikatlarla bir araya gelmelerini de hoş görmek gerekir zira artık sosyalizmi bırakıp liberal faşist haline dönüştüklerinden bu yana kendileri de çağdışına kaymış durumdalar.İnandırıcılıkları sadece yandaş ve F-tipi medya izleyicilerinin bilinç kaymalarına bağlıdır ve bu durum da ekonomik krizlerle birlikte zor hale gelmektedir.Anlayacağınız işleri çok zor ,çok...

kaan said...

"Çünkü “Kürt” tarafında yok sayılanın, “Türk” tarafında da bir karşılığı var. Üstelik bu iki “yok sayılanın”çıkarları o kadar ortak, farklılıklarını birlikte barış, eşitlik, özgürlük içinde yaşama şansları o kadar yüksek ki, bunun ayırdına varmaya başladıkları noktada, “çözüm” Kürt sorununu aşarak bölgesel, küresel boyutlarda yankılanabilecek, “durumu” değiştirecek, “yapının” sınırlarını zorlamaya başlayacak. Bu noktada çözümün önüne bir başka engel daha dikiliyor: Bölgeyi denetim altında tutmaya çalışan büyük güçlerin iradeleri."

afedersiniz ama "hepimiz kardeşiz" palavrasını kimse yutmuyor artık.büyük güçlerden bahsetmişsiniz ki o güçlerin uşağını lozan'da gördük biz.kimin emperyalizmin yanında olduğunu çok iyi biliyoruz.açılım bence de hikaye.bölge sömürülmeye, yok sayılmaya(her anlamda) devam edilecektir.kürt sorununu ancak demokrasi çözer.o da bu topraklarda olmayan bir şey.

Ergin Yildizoglu said...

1) “Hepimiz kardeşiz ”: Ben hiçbir zaman olduğumuzu iddia etmedim, bu iddiaya da inanmadım. Bu burjuvazinin aristokrasiye karşı mücadelesinde, ve uluslararası savaşlarda, kendi tarafını konsolide etmek için gerek duyduğu bir sav. Birincisinin artık anlamı yok. Belki de hala feodal özellikler taşıyan yapılarda vardır. İkincisi, sınıf uzlaşmasını zorlayan şoven bir milliyetçiliğin söylemi. Hepimiz kardeş değiliz. Ama bazı toplumsal kesimlerin, etnik aidiyetlerinden öte ortak ekonomik, siyasi çıkarları olabilir. Kürt ve Türk egemen sınıfları, uzun yıllardır hem mücadele ediyor, hem pazarlık yapıyor hem de zaman zaman ortak çıkarları üzerinde anlaşabiliyorlar, ittifaklar kurabiliyor, hatta iktidar blokları oluşturabiliyorlar. Ben Türk ve Kürt emekçilerinin, yoksullarının ve işçilerinin ortak çıkarlarından söz ediyorum. Kardeşlikten filan değil…
2) Ancaak, eğer “kardeşlik” varsayımını, her bireyin öbürüyle (aynı canlı türünden olmaktan dolayı) vazgeçilmez (adeta kan bağı gibi) bir ortak paydası olduğuna ilişkin varsayımı, ret edecek olursak, “demokrasi” düşüncesinden de vazgeçmemiz gerekir. Bu arada demokrasi düşüncesinin de artık içinin boşaldığını, yalnızca verili düzenin yeniden onaylanmasına indirgendiğini de bir kez daha anımsatmakta yarar olabilir.
3) Çözüm demokrasi, ama bu topraklarda yok… Öyleyse ne yapacağız? Hımmm. Demokrasi Batı icadı bir şey de ondan mı bu topraklarda yok? Eğer böyleyse kurtuluş yine Batı düşüncesinde (mi?)!
4) Demokrasi kavramını yeniden düşünmekte yarar olabilir. Ama madde (1) de değindiğim noktaya geri dönemezsek demokrasiyi de yeniden düşünmeye başlayamayız.

kaan said...

beni yanlış anladınız."hepimiz kardeşiz" sloganını dillendirip kürtçe konuşulmasına tahammül bile edemeyen zihniyetten bahsediyorum ben.işte bu zihniyeti aşarsak -ki bu da resmi ideolojidir- güzel şeyler olmaya başlayacaktır.bakın mhp ve chp nasıl da çırpınmaya başladı.çünkü bu sorun çözülürse varlık sebepleri ortadan kalkacaktır.ama ben sorunun çözüleceğine inanmıyorum, o ayrı mesele.