Thursday, July 02, 2009

İran Merceğinden Dış Politika

AKP hükümeti, İran seçimlerinin sonuçlarını, alelacele benimseyerek Ahmedinejad’ı kutladı. Böylece, İran “olayı”, AKP hükümetinin dış politikasına yön veren doktrinin, daha önce dikkat çekmeye çalıştığımız zaaflarını (“Kaygı Verici Bir Doktrin”, Cumhuriyet Strateji eki, 23/06/08) gözler önüne serdi.


‘Stratejik’ derinliğin çatlakları

Dışişleri Bakanı Prof. Davutoğlu’nun, başından beri AKP dış politikasına yön veren yapıtı “stratejik derinlik”,Türkiye’nin bölgedeki “yerini” kavramaya katkı yapabilecek kapsamlı bir çalışma. Ancak, daha önce de vurguladığımız gibi, bu “yer” saptamasına dayanarak yapılan varsayımlar, çok önemi zaaflar taşımanın ötesinde birbirleriyle çelişerek kaygı verici bir karışım oluşturuyorlar.


Bu varsayımları şöyle özetleyebiliriz: (1) Türkiye çok yönlü, komşularıyla “sıfır” sorun temelinde barışçıl ilişkiler geliştirerek bölgede bir istikrar merkezi olabilir; (2) Türkiye mihver/periferi/merkez ülke, küresel güç olarak bölgede, kıtasal bir hegemonyacı güç olan ABD’ye dayanarak güç yansıtabilir; (3) Gerek Türkiye’nin içindeki siyasi kültürel iklim (“ılımlı İslam”), gerekse de tarihsel mirası (Osmanlı imparatorluğu), yukarıdaki amaçların gerçekleşmesine yardımcı olacak etkenlerdir.


Birincisi, Türkiye’nin bulunduğu bölge, buraya yansıyan, büyük güçler rekabeti, Türkiye’nin uluslararası bağlaşıkları, üyesi olduğu kuruluşlar ve “kaynak savaşları” ortamı, Türkiye’nin komşu ülkeleriyle “sıfır” sorunlu ilişkiler kurmasına olanak sağlamaz. Böyle bir yaklaşım hiperaktif, alınan sonuçla harcanan enerji arasında sürekli bir açık yaratan, konferans trafiğini diplomatik kazanım sanmaya başlayan bir dış politikaya yol açabilir. İkincisi, Davutoğlu’nun Türkiye’nin uluslararası hiyerarşideki yerini düşünmekte zorlandığı, periferi/merkez ülke gibi birbiriyle çelişen kavramları harekete geçirmek zorunda kaldığı görülüyor. Bu “düşünme” zorluğu, kimi zaman güç yansıtmak için yaslanılacak uluslararası gücün kapasitelerininabartılmasına, kimi zaman etkisinin azımsanmasına, kimi zaman da Türkiye’nin kendi kapasitelerinin abartılmasına yol açma riskini taşıyor. Üçüncüsü, hem iç dinamiğin gerçekten dinamik yani değişken ve gelişken olduğunu, karmaşıklığını, siyasal İslamın gelişmesinin yan etkilerini hesaba katmıyor. Hem de Osmanlı geçmişini, yine Osmanlı, imparatorluk gözüyle okuyarak, bölgedeki, geçmişte üzerinde egemenlik kurulmuş olan halkların Osmanlı algısını görmezden geliyor.


Ve İran sınavı…

Bu zaaflarının yanı sıra, bu üç varsayımın, siyasi sonuçları açısından birbiriyle çelişen özelliklere sahip olduğu görülüyor. Örneğin, AKP (Davutoğlu doktrini) hem komşularıyla “sıfır” sorunlu dış politika izlemek istiyor, hem de bir kıtasal güce dayanarak bölgede güç yansıtmak. Hem güç yansıtmak, bir etki-tepki ilişkisi içinde “sıfır sorun” ilkesini yadsıyor, hem de kıtasal bir güce dayanmaya çalışmak o gücün bölge projelerinde işlevsel olmayı dolayısıyla onun yaratacağı sorunları de üstlenmeyi gerektiriyor.


Ülke içindeki ılımlı İslam iklimiyle birlikte gelişen, toplumsal, kültürel duyarlılıklar dış politikayı etkilemeye başlayınca, güçlendirmek yerine, İran olayında olduğu gibi birinci ve ikinci amaçların çatışmasına dolayım oluşturarak fiyaskolara yol açma riski yaratabiliyor.


Örneğin, iç politikada siyasal İslamın yükselişi, bu gelişmeye ters yönde ilerleyen akımlara, olaylara olumsuz tepki verme eğilimini güçlendirdi. Bu eğilim içeriğinden, koşullarından ve sonuçlarından soyutlanarak salt seçimlere indirgenmiş bir demokrasi anlayışıyla birleşince hükümetin İran tavrına yol açtı. İran’da seçimler yapılmıştı, sonuç alınmıştı, muhalefet, sokaklardaki toplumsal hareket ise dini yaşam tarzından uzaklaşma eğilimi sergiliyordu. Öyleyse, molla rejimini koruyan seçim sonuçları hemen kabul edilmeli, kulaklar sokakların sesine tıkalı kalmalıydı.


İkincisi, geçen bir iki yıl içinde El Kaide tipi radikal gruplar içinde, eskiye göre giderek daha çok sayıda Türkiye kaynaklı militana rastlanıyor, iç politikada siyasal İslamın yükselişinin, ılımlı kanatların yanı sıra radikal akımların da yeşermesine, güçlenmesine uygun bir ortam yarattığı görüşü Batı’da giderek daha çok taraftar bulmaya başlıyor. Böylece Davutoğlu’nun dış politikayı güçlendireceğine inandığı iç dinamikler, İran “olayında” hem bölgede güç yansıtmak için dayanak olarak görülen gücün, hem de en eski komşusu İran’da toplumun en dinamik kesiminin talepleriyle çelişiyor. Böylece de Türkiye dış politika yönetimi İran sınavından başarıyla çıkamıyor.

1 comment:

A.Ruhi said...

Bir ülkenin etkili bir dış politikası olması için, öncelikle gereçleri/etkisi (güç vs.), sonrada kaliteli (zeki, kültürlü, kişilik sahibi, alanında uzman) devlet adamlarının/memurlarının olması gerekir.Şimdi, başbakan, cumhurbaşkanı, dışişleri bakanı ve diğerlerine bakın ve bu özellikler (zeka, kültür, kişilik vs) onlarda var mı sorusuna yanıt arayın?
Aynı fonksiyonu her alan için kullanabilirsiniz (ekonomi, tıp, kültür vs vs): o alana uygun gereçler ve kaliteli adamlar var mı?