Thursday, July 09, 2009

Honduras Dersleri

“Toplumsal yaşam esas olarak pratiğe ilişkindir. Teoriyi mistisizme yönlendiren tüm gizemler akılcı çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaşılmasında bulurlar.”
Geçen ay Honduras’ta gerçekleşenaskeri darbe (pratik), Türkiye’de bir süredir yaşadığımız, en hafif tabiriyle“ne olduğu belirsiz” (gizemlerle dolu)“darbe tehlikesi” ve “darbeciler”tartışmalarını düşünmeye yardımcı olması açısından iyi bir örnek.

Üç bileşenli denklem
Ancak bu “gizemli” tartışmaların, rastlantısal ve “akıl dışı” olduğunu da düşünmeyelim. Dikkatle bakınca üç bileşenli bir mantığın işlediği görülebilir.
Birincisi, siyasal İslamın hegemonya oluşturma sürecinde andaki ve olası muhalefetinin direnç noktalarını kırmaya, bağlaşıklarını bir arada tutmaya yönelik dinamikler. İkincisi,“yapının”, derinleşen ekonomik krizin gündeme getirmekte olduğu toplumsal tepkilerin esas hedeflerinden başka yönlere kanalize edilmesine ilişkin gereksinimler. Üçüncüsü, solun, sosyalistlerin bazı kesimlerinin, siyasal İslamın ve “yapının” gereksinimlerine teslim olmaları. Bu teslim olmanın nedenlerini de sanırım (kişisel çıkar beklentilerini bir kenara bırakırsak),toplum kavramını, yapısal özelliklerinden, sınıfsal dinamiklerinden soyutlayarak salt kültürel bir düzeye indirgeyenpostmodernizmin etkilerinde aramak gerekiyor.

Darbe şöyle bir şeydir
Türkiye’de darbe tartışmaları, tarih unutularak, darbelerin sınıfsal ve“yapısal” belirleyicileri yadsınarak, bir taraftan emekli subaylardan, üniversite rektörlerinden, gazetelerdeki kanaat önderlerinden, diğer taraftan derin devletin, tükenmiş ve ipliği pazara çıkmış unsurlarından oluşan garip bir karışımın üzerinde yoğunlaşıyor, içinden çıkılmaz kurgulara, komplo teorilerine yol açıyor. Halbuki, Honduras’ta gerçekleşen askeri darbeye bakınca, bu işin pratikte nasıl yaşandığını görebiliyoruz.
Askeri darbeler egemen sınıfların çıkarları, ekonomik yapının bekası tehlikeye girdiğinde gündeme geliyorlar; halen fiilen görev yapmakta olan askerler, ordu eliyle (“yapıya” ait bir kurum tarafından) gerçekleşiyor. Askeri darbeler her zaman bölge jeopolitiğinin bir parçası olarak, uluslararası hegemonyacı gücün desteği ile onun çıkarlarıyla uyum halinde gerçekleşiyorlar.
Aslında tüm bu koşullar, sıkı sıkıya dokunmuş bir ilişkiler ağı oluşturuyorlar. Ordu, hegemonyacı gücün ordusuyla teknik, ideolojik olarak eklemlenmiştir. Egemen sınıf, uluslararası sermayeyle bütünleşmiştir. Ordu ve egemen sınıf arasında doğrudan ve dolaylı (döner kapı) sistemiyle kaynak, personel ve ideoloji alışverişi vardır. Bu koşullardan biri bile eksik olsa “bağımlı bir ülkede”bir askeri darbe gerçekleşemez. Gerçekleştireceğini sananlar, “yapı” için hiçbir tehlike oluşturmazlar, hemen ve kolaylıkla tasfiye edilirler. Bu tasfiye süreci de yapının güçlendirilmesine hizmet edecek biçimde yaşanır.

Honduras örneği
Honduras, CIA ve ABD ordusunun bölgedeki operasyonları açısından çok önemli bir merkezdir. Ordusunun üst kademesi her zaman ABD’nin ünlü“işkenceci yetiştirme okulunda” eğitilmiş komutanlardan seçilir.
Askeri darbeyle devrilen Zelaya, devlet başkanlığı seçimlerini, 2005 yılında, Liberal Parti’nin adayı olarak iş çevrelerinin desteklediği bir programı savunarak kazandı. Ancak ekonomik koşullar bozulurken yükselmeye başlayan toplumsal muhalefeti yedeğine alabilmek için, giderek ulusalcı, halkçı bir çizgi geliştirmeye başladı. Zelaya,“oligarşiyi” haksız kazanç elde etmekle eleştirdi, asgari ücreti yüzde 60 arttırdı; bölgede ABD’nin serbest ticaret projelerine karşı şekillenen Bolivarcı bloka (ALBA) katıldı.
Bu gelişmeler karşısında Honduras egemen sınıflarının güçlerini bir araya toplamak için kolları sıvadıklarını, CIA kaynaklı, ABD’nin kamu diplomasisi (rejim değişikliği) araçlarından USAIDve National Endowment for Democracy’den finansal destek olarak, Arcadia Foundation gibi karanlık örgütlerin de katkısıyla “Barış ve Demokrasi Hareketi”ni kurduklarını görüyoruz. Zelaya’nın da iktidarda kalabilmek için, ikinci kez seçilmesine olanak sağlayacak bir yasal değişiklik önerisine yönelik bir reform projesini gündeme getirdiğini…Ordunun müdahalesi, bu projenin anayasaya aykırı olduğu gerekçesinden kaynaklandı. ABD’nin başından beri sürecin içinde olduğunu, salt ikircikli tutumundan değil, üst düzey bir diplomatın, “Komutanlarla görüşüyorduk, darbeyi engellemeye çalıştık ama başaramadık” sözlerinden de anlıyoruz.
The Guatemala Times’ın, “Honduras darbesi buzdağının yalnızca tepesidir. Şimdi sırada kim var?” başlıklı başyazısı da bize ABD’nin bölgede ALBA’ya karşı yeni bir inisiyatif başlatmakta olduğunu düşündürüyor…

5 comments:

Tolga said...

Basin onune cikip "bize karsi asimetrik savas yurutuluyor" diye dert yanan bir ordunun darbe yapip hukumeti devirebilecek guce sahip olduguna inanmak mumkun mu?

A.Ruhi said...

Darbeyi sadece asker mi yapabilir?

Ergin Yildizoglu said...

Darbe devletin tüm diğer organlarına bir “anda” (darbe) hakim olabilecek bir şiddet uygulama kapasitesine dayanmadan gerçekleşemez. Bu darbenin mekanizmasıyla ilgili. Ama unutmamak gerekir ki her darbenin arkasında bir sınıfsal çıkarlar manzumesi yatar…
Darbeyi yapan ilk anda, başlangıçta asker değil de polis olabilir, ama o koşullarda da ordunun, tümden ya da kısman katılması, desteklemesi, ya da en azından seyirci kalmayı kabul etmiş olması gerekir.
Tarih, bize polis “darbesinin” ya da sivil darbenin çok ender görülen bir olgu olduğunu söylüyor. Sivil darbe’nin iç savaşa yol açmaması için, ya faşist partilere benzer çok geniş ve derin bir toplumsal örgütlenmelere dayanması ya da darbenin arkasındaki gücün, orduyu da kontrol edebilecek bir düzeye ulaşmış olması gerekir.
Yine de tüm bunlar, orduya dayanmayan, daha önce hiç görülmemiş bir darbe biçiminin asla söz konusu olamayacağını söylemez. Ama henüz bir örneğini görmediğimizden bunun teorisini yapmak çok zor…
Siyaset bilmi literatüründe, kapitalist dönemde, darbe deyince akla her zaman askeri darbelerin geliyor olması da boşuna değil… Yoksa “saray darbesi” gibi iktidarın birkaç kişide kristalleştiği durumlarda, bir suikast ya da bir başka yolla iktidarın tepesinin aniden değişmesi durumları da olabiliyor. Sınıf iktidarı değişmeden…

Tolga said...

ABD'de yasayan ve Turkiye gundemini sadece internet uzerinden takip eden birisi olarak (malum esle dostla telefonda darbe olasilgi konusmak baslarini derde sokabilir) gozlemelerim:

- 2000'li yillarin basinda darbe girisimine tesebbus oldu ama gerceklesme olasiligi cok dusuktu. Sayin Yildizoglu'nun belirtiigi "devletin diger organlarina hakim olabilecek siddet uygulama kapasitesi" mevcut degildi.

- Darbe korkusunu ve ihtimalini canli tutmak iktidarin basarisizligini gizlemek icin bicilmis bir kaftan. AKP'nin onumuzdeki secimleri kazanabilmesinin tek yolu yine mazlum durumuna dusmek.

- TSK'nin zayiflatilmasi, uzun vadeli ABD (ve AB) planlari icin de onemli. ABD'nin ortadogu ve kafkaslardaki planlarina "hayir" deme kapasitesi olan tek kurum, hayir diyemeyecek duruma dusuruluyor. Ergenekon kapsaminda gozaltina alinan YOK eski baskani Guruz'un, serbest birakilir birakilmaz "Ben Amerikanci bir insanim. Neden goz altina alindim anlamadim" benzeri aciklamalari aslinda bu maddede bahsettiklerime isik tutabilir.

- Darbe tehlikesini canli tutmak, liberal ve bazi sosyalist kesimleri (sayilari az ama sesleri cok cikan kesim) AKP saflarinda tutmakta oldukca ise yariyor. Ayrica Fethullah Gulen cemaatine de guc kazandiriyor.

- Kisa vadede AKP'ye faydali gorunen bu durum uzun vadede AKP'yi negatif bir sekilde etkileyecek, Fethullah Gulen cemaatini daha da guclendirecektir. Kuzey Irak'li Kurtler Turkiye'ye katilmak istiyor haberlerine ve de Gulen Cemaati'nin Kuzey Irak ilgisine dikkat!

Unknown said...

"Honduras Dersleri"nde benim asıl dikkati çeken, bir yandan da şaşırmadığım, NED'in (National Endowment for Democracy) isminin geçmesi oldu.

CIA'in kamuoyuna yayılmış "salaklık" hikayelerinin yıpratıcılığının ardından, yeni bir proje olarak ortaya atılan, "açıktan destek" olarak, küresel kapitalizmin yeni aracı kurumlarından birisi olan NED vb. oluşumlar geçtiğimiz günlerin renkli "devrimleri"nde de boy gösteriyorlardı.

Sizin yazınızda belirttiğiniz "maddi desteğin," özel de hangi kurumlara, hangi başlıklı projeler için yapıldığınının araştırılması sanırım ilgi çekici veriler sunacaktır.

Aynı kurumların, Türkiye'de proje desteği verdiği NGO'lar ve proje başlıkları yakın zamanda yayımlanmıştı. Bu açıdan da ilişkilerin "sistem"in bütününde, ülkelerin üzerinde/dışında yöneldiği noktalar izlenebilir, diye düşünmekteyim.