Ayırdında değiller, ama sosyalistlerin Türkiye’nin siyasi yaşamında, fark yaratma kapasiteleri bugün yapmakta oldukları etkiden daha büyüktür.
Bu iktidarsızlığın arkasındaki etkenlerden biri güçlerini birleştirme (bir an, ÖDP, TKP ve EMEP’in sol içinde çekim merkezi olabilecek ortak bir platform kurabildiğini düşünün), odaklama başarısızlığıysa bir diğeri de siyasi konjonktürle, siyasi hareket yaratma süreci arasındaki ilişkiyi “düşünme” aşamasında yaşanan güçlüklerdir. Bu nedenlerle, ne yazık ki, sosyalistler, bu hafta sonu yapılacak yerel seçimlerde de kapasitelerine uygun etkiyi yapamayacaklar!
Bağımsız siyasi çizgi-konjonktür diyalektiği
Sosyalistler uzun bir süredir “yeni ve kapitalizmin ufkunu aşan bir dünya tasarlamak, bunu bağımsız bir siyasi mücadele platformuna dönüştürmek” sorunuyla boğuşuyorlar. Sosyalistler bu “olmazsa olmaz” çabalarını sürdürürken sık sık ülkenin özel siyasi konjonktürlerinde tutum almak zorunluluğuyla karşı karşıya kalıyorlar.
Ancak, “konjonktürle”, “süreç” arasındaki ilişkiyi düşünürken çekilen zorluklar, örneğin seçimlerde, konjonktürün özellikleri gözetilerek alınması gereken kararlara değil, ahlaki kaygıların reflekslerine yol açıyor: Ne yani düzen partilerine mi oy vereceğiz! Diğer bir deyişle, kimilerinin, “üçüncü kutup” yaratma (bence, sosyalizm herhangi bir kutup değil “yapıya” ve kutuplarına karşı bir akımdır) dediği çaba, seçimlerde “üçüncü kutup” (ki bazı seçim konjonktürlerinde buna “yer” olmayabilir) olma iddiası birbirine karışıyor. Halbuki, bağımsız bir siyasi çizgi ve platform oluşturma çabalarıyla, “seçim taktikleri” farklı soyutlama düzeylerine ait kavramlaştırmalar.
Seçimi her zaman, sonuçlarının verili “siyasi iklim” ve “yapı” üzerinde yaratacağı “olası değişiklikler” bağlamında, şu soruyla birlikte düşünmek gerekiyor: Bu “değişikliklerin”, halkın ve işçi sınıfının siyasi, ekonomik, kültürel yaşamıyla, sosyalistlerin bağımsız siyasi çizgi ve platform inşa etme süreci üzerindeki etkileri neler olabilir? Dahası, seçimleri yalnızca, olumlu bir açıdan“Kim kazanırsa ne olur” sorusuyla değil, aynı zamanda “Kimin kazanması engellenirse ne olur” sorusuyla birlikte de düşünmek gerekir.
Bazen sosyalistlerin, seçimlere kendi adaylarıyla girdiklerinde, seçim sonrası siyasi ortamda, hem halkın yaşamı, hem de kendi süreçleri üzerinde olumlu etki yapacak, fark yaratacak kazanımlarla çıkma olasılıkları olmayabilir.
O zaman “düzen partilerini”, ya da seçerek yalnızca kimi adayları (kendi bağımsız çizgilerini, platformlarını savunmayı elden bırakmadan) destekleme taktiğini benimsemeleri siyasi, ahlaki açılardan yanlış olmaz.
29 Mart yerel seçimleri
29 Mart yerel seçimleri, çoktan yerelliğini kaybetti AKP’nin gücünü kanıtlama sınavına dönüş-tü. Şimdi sosyalistlerin seçimlere girerken şu soruları sormaları gerekiyor: Yerel seçimler neden bir sınava dönüştü? Bu sınav seçim sonrası ortamın şekillenmesi açısından ne anlama geliyor?
Bu noktada, son genel seçimleri anımsamakta yarar var. Sosyalistlerin bağımsız aday gösterme kararının, seçim sonrası ortamda olumlu ve belirgin bir siyasi fark yarattığı, bağımsız siyasi çizgi ve platform oluşturma sürecine katkıda bulunduğu söylenemez.
Ufuk Uras’ın, çoğu elinde olmayan nedenlerden dolayı hiçbir siyasi varlık gösterememiş olması bir yana, seçim sonrasında, siyasal İslam’ın kendi toplumsal programını, “biyo-politiğini” ülke yaşamına dayatma sürecinde kazandığı, siyasal, kültürel ivme, bugün ülkeyi Prof. Binnaz Toprak’ın raporunda betimlenen koşullara getirmiştir. Dahası, güvenlik güçlerinin kişi özeline nüfuz etme, iktidarın medyayı denetleme, sindirme, “gösteri toplumuna” hâkim olma kapasiteleri daha önce görülmemiş boyutlara ulaşmış, ana akım medya “korku cumhuriyetinde yaşamaktan” söz eder olmuş, kültürel dejenerasyon, Etyen Mahçupyan gibi “liberal” bir yazarın MHP’yi över hale geldiği bir noktaya ulaşmıştır. Bunların, halkın demokratik ekonomik çıkarları ve sosyalistlerin kendi süreçleri açısından olumlu gelişmeler olduğu söylenemez.
Bu seçimlerde AKP’nin ivmesi, özellikle siyasetin ve ekonominin kalbinin attığı, işçilerin, “yeni orta sınıfın” en yoğunlaştığı Ankara, İzmir ve İstanbul’da kırılmalıdır. Aksi takdirde, siyasal İslam’ın sivil ve siyasi toplumu dönüştürme, disiplin altına alma, muhalefetini temizleme süreci yeni bir ivme kazanacak, sosyalistlerin kendi süreçlerinin önünde çok daha büyük, siyasi, polisiye ve kültürel engeller oluşacaktır.
Wednesday, March 25, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
10 comments:
İlk paragraftaki önermenin doğruluğundan kuşkuluyum: sadece liderlik ve strateji açısından değil, bugünkü konjonktür açısından da sosyalistlerin fark yaratma kapasitesi yoktur. Gerekçelerim şöyle:
1. Önce bir not: en temel sosyoloji kategorilerine dönelim: sermaye düzeninde sadece iki sınıf vardır: emekçiler ve sermayedarlar. Buna göre "orta sınıf", aslında bir sınıf değildir, bir "tabakadır" (stratum), emekçi sınıf içinde yeralan bir tabakadır.
2. Şu önermede çok iddialıyım: Bir emekçinin sosyalizme (sosyalist bir partiye/görüşe/lidere/söyleme) prim tanıması için, kendi yaşam süresi içinde sınıf atlama umudunu taşımıyor olması gerekir. İnşaat ustası nalbur olmayı, eczacı kalfası eczane açmayı, kapıcı bayram efendi market açmayı, banka müdürü hedge fund kurmayı, holding çalışanı emekli olduğunda mümessil olmayı hayal ettiği sürece, bu insanlar belki sosyalizme sempatiyle bakabilirler, ama değil sosyalist olmak, sosis bile olamazlar. Sosyalizme eğilim doğması için, emekçilerin yaşam boyu sınıf atlama umutlarının tamamen tükenmesi, hatta çocukları için bile böyle bir umutlarının kalmamış olması gerekir.
3. Böyle bakınca "orta sınıf" söylemiyle ilgili şu sonuca varırız: emekçi sınıf ne kadar fragmante ise, yani kendi içinde ne kadar farklı tabakalara ayrıldıysa, sosyalizme eğilimi o kadar azalır. Öyleyse, "orta sınıf" tabakası sosyalizme eğilimi arttıran değil, tersine büsbütün durduran bir oluşumdur (Cumhuriyet Mitingleri konusunda da benzer görüşü savunmuştum: o mitingler siyasal bir hareket bile değildi, eğlence partileriydi, açıkhava konserleri gibi...).
4. Yukarıdakileri onaylıyorsak şöyle bir saptama daha yapabiliriz: sınıf geçirgenliği (social mobility) ne kadar az ise, sosyalizm için o kadar uygun bir konjonktür vardır. Avrupa'da sosyalist geleneğin güçlü olması da sadece erken sanayileşmeyle açıklanamaz: köklü feodalitenin burjuvalaşarak egemenliğini sürdürmesi ve katı meslek örgütleri (dip dibe iki eczane açılamaz vb..) nedeniyle sınıf geçirgenliğinin düşük olmasına, yani halkta sınıf atlama umudunun olmamasına bağlanabilir.
5. Unutmadan, (2) nolu önermeye önemli bir ek yapmak gerekir: sınıf atlama umudu olmasa bile, emekçilerde bunun yerini cennete gitme umudu dolduruyorsa, sonuç aynı olur. Avrupa'nın sosyalist geleneği bu noktada da bizden ayrılıyor: aydınlanma ve reform. Türkiye ise 1980'den bugüne, 1923'un gerisine gitti ve Tanzimat'ın da gerisine doğru koşmayı sürdürüyor (bakınız: Genç Siviller'in Gülhane Toplantısı - "orta sınıf" tabakasının ideolojik kapasitesine ilişkin bir ipucu).
6. Başarısızlığı kabul etmek gerek. Yanlış anlaşılmasın, sosyalizme inanıyorum, insan aklı, gelecekte kendi sosyal yaşamını da düzene sokabilecek kadar evrilecektir. Ancak bu Batı'da, Kuzeyde ve Doğuda olabilir. Ortada ve Güneyde ise şans yoktur. İslam coğrafyasında hiç şans yoktur.
7. Sonuç olarak, belki de paradoksal olarak, komünizmin gerçekleşme koşulu kapitalizmin bir yeni-köleci düzene dönüşeceği ara dönemden geçiyordur. Kol emeğinin üretim sürecinden tamamen elenmesi, ya da kol emeğinin robot-köle haline getirilmesi (sonsuz verim artışı) gerekiyor. Daha önce nasıl ki Neanderthallerin soyu tükendi, bundan sonra da belli coğrafyalarda yaşayan hominidlerin soyu tükenebilir ya da genetik vb tekniklerin yardımıyla robot-köle haline getirilebilirler
Gırgır gibiydi, H.G.Wells'in trogloditlerinden bahsediyordum, ama "Zaman Makinesi" senaryosu bana hala çok mantıklı geliyor.
Bir ek yapmalıyım, şunu (2) ile (3)'üncü pararafın arasına sıkıştırmak gerekiyor:
Sanayi cephesinde Türkiye'nin ekonomisini ağırlıklı olarak KOBİ'ler oluşturuyor. İşletme başına çalışan sayısı çok sınırlı ve buna bağlı olarak emek elastikiyeti feci derecede yüksek. Ayrıca işbölümü de düşük düzeyde olduğu için (KOBİ demek zaten kopya sanayii demek) bir anlamda herkesin her işten anladığı bir çalışma hayatı egemen. Herkes her işten anladığı için herkeste her an köşeyi dönme umudu da var: toplu durum ne kadar umutsuzsa, köşe dönme umudu da herkeste o kadar canlı. Zaten üniversite ve meslek okullarında kazanılan beceriler ile işkolları arasında da ciddi bir bağlantı yok. Az buçuk ürün geliştirme faaliyetleri de kol emekçisi kültüründen çok kopuk "orta sınıf" tabakasına üye çalışanlar tarafından yürütülüyor. Kol emekçisinin bir nesil gerisi ise serf, yani sanayi üretiminde yer alsa bile örgütlü emekçi kültürü yok.
Bu manzara, sendikalaşma, sigortalılaşma, kolektif bilinç, örgütlülük gibi konularda emekçilerin neden yerlerde süründüğünü kendi kendine açıklıyor.
Bir eleştiri için bkz: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/12006.html
siyasal islamın dönüştürücü etkisini saçma buluyorum.zaten burjuva demokrasilerinde işçinin esamesi okunmaz ki.yani şeriat gelmiş neyime gelmemiş neyime?ekstra olarak içki yasaklanır o kadar.pek bir şey değişeceğini de zannetmiyorum.kaldı ki bu şeriat safsatası da ulusalcıların kuruntusudur.hal böyleyken akp'nin alternatifleri seçilse de hiçbir şey değişmeyecek.yav chp mi işçi sınıfının savunucusu?yoksa mhp'mi?solun başarısızlığını ise öncelikle solun imajının bozukluğunda ve sonrasında ise solun elitleşmesinde buluyorum.ayrıca sayın engin kutay, bu ülkede hiçbir zaman sol hareket olmadı.bu topraklarda şu ana kadar isyan olmadı.sendikalar bile hep devletin güdümünde kaldı.
"burjuva demokrasilerinde işçinin esamesi okunmaz ki"
Bu ifade çok üstünkörü olmadı mı? Ben burjuva demokrasisini savunmuyorum, hatta demokrat bile saymam kendimi. Ama zaten sistem içinde neden emekçi sınıfın "esamesi okunmuyor", bunun nedenlerini sorguluyorduk, değil mi.
"şeriat gelmiş neyime gelmemiş neyime?ekstra olarak içki yasaklanır o kadar"
Ciddi misiniz gerçekten? Benim içkiyle alkolle pek aram yoktur, ama yine de şeriatın benim ve çevremin yaşam düzenine ciddi bir tehdit olduğunu düşünüyorum: kadın-erkek eşitliği, hukuk düzeni, çocuk yapacaksam onların eğitimine -özellikle kızım olursa- özgür cinsel, mesleki, entelektüel yaşamlarına tehdit... Yahu seriat sadece içki yasağından mı ibaret, ben ne anlatıyorum? Herhalde şaka yaptınız.
Üstelik asıl konumuz emekçi sınıfın siyasal bilinci ve sosyalizmin önündeki engellerdi, değil mi? Şeriat rejiminde değil sosyalist siyaset yapmayı, sosyalist fikirlere sahip bir emekçi sınıfı siz tasarlayabiliyor musunuz?
"bu şeriat safsatası da ulusalcıların kuruntusudur"
Bütün ulusalcıların değil: Alperen ocakları gibi örneğin, hem ulusalcı hem şeriatçı hareketler yok mu, bütün türk-islam sentezcileri, Devletin teokratikleşmesine yandaş değiller mi?
Yazdığınız paragrafın yarısından sonrasına ise aynen katılıyorum. Bunların aksine dair zaten hiçbir şey söylemedim, bilakis yukarıdaki yazımda neden böyle olduğuna dair formül geliştirmeye çalıştım.
bir kere şeriatı başta abd olmak üzere diğer kapitalistler istemez.iran, afganistan örneklerinden ders aldılar çünkü.ayrıca yaşam düzeninizin, yada kadın-erkek eşitliğinin veya eğitim-öğretim sisteminin değişeceği konusundaki endişelerinizi de yersiz buluyorum.hali hazırda bunlar zaten reel hayatta mevcut değil.yani eğitim öğretim deseniz hali içler acısı.parası olan okur, kariyer yapar.olmayan işçi olur.kadın erkek eşitliği kağıt üzerinde mevcut.bunlarla ilgili blogumda pek çok yazı var.elbette endişenizin olması doğal ama bana göre yersiz.ayrıca "lâik" düzende çok mu sosyalistiz şu anda veya 80 yıllık geçmişimizde?mustafa suphi'yi hatırlatmama gerek var mı?veya çerkez ethem'i?
Aynen paralı eğitim şikayetinize katılıyorum. Zaten paralı eğitim son 20 yılın hikayesi. Üretim ilişkilerinin kısa vadede dönüştürülmesi (sosyalizm) mümkün değilken, hiç olmazsa tüketim ilişkileri daha eşitlikçi, emekçi sınıfı ve yoksul tabakaları gözetecek şekilde düzenebilir ve sizin bu 'sosyal devlet' talebinize kesinlikle katılıyorum. Kadın erkek eşitliği için de aynı şey söylenebilir. Herhalde siz de, 'sosyal devlet' uygulamalarının ve daha çok kadın erkek eşitliğinin, hiç olmazsa gelecek nesillere ileride sosyalist bir proje geliştirebilmelerine altyapı sağlayacağını düşünüyorsunuz.
Laik düzende sosyalist değiliz elbet. Ama laik düşünce sistemine sahip olamasaydık sosyalizmle ilgili böyle bir tartışma bile yapmazdık herhalde.
Son olarak, dini rejim tehlikesi konusunda,
"şeriatı başta abd olmak üzere diğer kapitalistler istemez"
diyerek kaygı duymuyor olmanıza da çok sevindim. Demek siz de -kaygı duymasanız da- dini bir rejimin sosyalist ideallerinizle ve yaşam düzeninizle çeliştiğini düşünüyorsunuz. Verdiğiniz güvence beni de birazcık rahatlattı. Ama ya bir gün fikir değiştirirlerse? Bu konuda tek güvencemizin ABD gibi ülkeler olduğunu düşünüyorsanız demek ki emperyalistlerin bizim ülkemizin siyasal ve ideolojik yapısı üzerinde büyük bir dönüştürücü-yönlendirici gücü bulunduğunu da düşünüyorsunuz. Eğer haklıysanız şimdi de bundan dolayı kaygı duymak gerekmez mi? Dediğim gibi, ne olur ne olmaz, ya bir gün fikir değiştirirlerse?
ben sosyal devlet taraftarı filan değilim.açıkçası kapitalizm sonrası sürecin nasıl başlayacağı(yada başlayacak mı) konusunda fikrim yok.fakat neo liberal saldırılar artarsa sosyalist tepki yükselir diye öngörüyorum.ayrıca abd'nin buraya olan etkisini pek umursamıyorum.ha şeriat ha başka bir rejim.devletin niteliği değişmedikçe veya yıkılmadıkça(doğrusu bu aslında) insanlık için değişim olanaksızdır.
Öyleyse, sosyal ve laik devlet taraftarı olmayan sosyalistler olarak, neo-liberal saldırıların artarak devam etmesi için birlikte dua edelim. Böylece sosyalist tepki yükselir, devlet yıkılır, insanlık kurtulur.
Ayaklarını bu ülkenin toprağına basmayan ; ülke vatandaşlarının kültürel yapısını ve bilgi birikimini gözönüne almayan ;ülke demokrasisinin geldiği aşamayı algılamayan ve yeni birlikteliklerin teorik ve pratikde bazı özverilerde bulunmayan ;Mustafa Kemal'in devrimlerinin yeniden yaşama geçirilmesi ve amacına varması için gereken çabaları-birliktelikleri düşünmeyen SOL'un başarı şansı yok bunları amaçlayan SOL 'da SİLİVRİ'de TORBA DAVA nedeniyle zindanlarda.Türkiye'mizin günümüzdeki çıkmazı da bu olsa gerek...
Post a Comment