Friday, December 26, 2008

Bir Şeyleri Çözmek Üzerine

Bir grup liberal entelektüelin “1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı ‘büyük felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum” diyen metni ve imza kampanyası, Le Monde’un iddia ettiği gibi, Türkiye’nin kimliğindeki kilitleri çözüyor mu bilemem ama çözdüğü bir şeylerin olduğu kesin...

 

Yersiz

Son aylarda, Türkiye’de uzun zamandır beklenen çok özel bir konjonktür oluşuyordu. İlk kez hükümet, muhalefet partilerinin eleştirileri, yolsuzluk iddiaları altında bunalıyor, ekonomik kriz karşısındaki iktidarsızlığını, ülkenin en büyük sermaye gruplarıyla sert tartışmalara girerek saklamaya çalışıyordu. Bu sırada ülke vatandaşları krizin yaşamlarını altüst eden etkileri altında korkuyor, kızıyor, “sorumlusu kim” sorusuna cevap ararken, siyasi tartışmalara odaklanıyorlardı. Bu bağlamda, Gökçek - Kılıçdaroğlu tartışmasının olağanüstü yüksek izlenme oranı çok anlamlıydı. Nihayet, ilk kez siyasal İslamın toplumda gerçekleştirdiği “pasif devrimin” gerçek boyutları ortaya dökülüyordu (Prof. Binnaz Toprak’ın araştırması).

Diğer bir deyişle sol ve sosyalistler açısından çalışma yapmaya, bu çalışmalar üzerinde bir canlanma ivmesi kazanmaya çok uygun, çok verimli bir konjonktür oluşuyordu. Bu“özür dileme” metni, işte bu ortamın içine düştü ve konjonktür üzerinde çözücü bir etki yapmaya başladı.

“Özür dileme” çağrısı, iktidarı ve muhalefeti, “özür dilemeye karşı” olma çizgisinde birleştirdi; tartışmayı, konjonktürün dışında çekti. Böylece, krizin ve kötü yönetimin sorumlularının, vatandaşların korkularını ve öfkelerini, kendilerinden başka, “dışarıda”bir yerlere yönlendirme olanağı sağlayabilecek bir metnin yazılabileceği bir boş bir“alan”, potansiyel bir kaçış noktası (ah şu düşmanlarımız, Yahudiler, Ermeniler, Kürtler vb… ) oluştu. Nitekim, toplumsal sorunların kökünde etnik düşmanlık arayan reflekslerin hızla ortaya dökülmeye başladığına, dahası, Cumhurbaşkanı’nın etnik kökenini sorgulayan ırkçı/faşist seslerin büyük basında ve TV kanallarında kendilerine yer bulabildiklerine şahit olduk.

Uzun yıllardır ilk kez sol ve sosyalistler için, ekonomik kriz, yolsuzluk, siyasal İslam, emperyalizm gibi kavramların arasında bağlantı kurabilecekleri bir ortam oluşurken, bir grup entelektüelin, kendilerini bu gündeme sokma çabası, konjonktürün istikrarını bozdu.

 

Biraz samimiyet

Bu entelektüeller Ermeni kardeşlerimizden 1915’te yaşanan bir “olay” için özür diliyorlar. Peki, bu “olayın” hakikati ne? Ermeni kardeşlerimiz bu “olayın” hakikatinin “soykırım”olduğunu söylüyor, bu hakikate sadakat açıklıyor ve herkesin bu hakikati benimsemesini istiyorlar. Türk kardeşlerimiz çoğunlukla bu “olayın” hakikatinin “soykırım” değil“tehcir” olduğunu, karşılıklı bir kıyım sürecini de içerdiğini ileri sürüyorlar. Ermeni kardeşlerimiz, Türk kardeşlerinden “soykırımı” kabul etmelerini istiyor. Öyleyse, özür dilemeye konu olacak hakikat, onlar açısından budur. “Büyük felaket” kavramı bu“hakikati” ifade etmeye yetmez! Çünkü “soykırım” da “tehcir” de birer büyük felakettir, hem kurbanlar hem uygulayıcıları için hem de insanlık açısından…Söz konusu metin“özür dilemiyor”, özür diliyormuş gibi yapıyor. Ya metni hazırlayanların cesareti“soykırım” kavramını dillendirmeye yetmiyor. Ya da “büyük felaketin” hakikatinin“soykırım” olduğuna inanmıyorlar. Hakikatini dillendirmeye cesaret edemediğiniz bir konuyu neden gündeme getiriyorsunuz? İnanmadığınız bir konuda neden özür dilemeye kalkıyorsunuz?

 

Ne işe yaradı?

“Özür dileme” girişimi, “soykırım- tehcir” tartışmasını ilerletmeye asla yardımcı olmayacak bir ortamda gündeme getirildi. Dahası, bu tartışmada, kulakları Ermeni kardeşlerimizin duyarlılıklarına göreli olarak açık, onlara empatiyle yaklaşmaya eğilimli kesimleri, bu tartışmanın en keskin, hatta ırkçı taraflarıyla aynı safa itti. Konjonktürün içinde, Aydınlanmacı ve dinci “hakikat rejimleri” çatışması, sınıf çelişkilerinin ekonomi politiği gibi unsurları gölgeleyecek “statüko - değişim” gibi sahte bir ikilemi canlandıracak bir etki yarattı bu özür dileme çağrısı.

Sonuçta bu “çağrı”, imzaya açanların kendilerini dışlamaya, işlevsizleştirmeye başlayan bir konjonktüre, kendilerini, yeniden zorla “duhul” etmelerine yaradı; Avrupa Birliği’nin“şampanya - isli somon balığı” koridorlarında adlarının yeniden anılmasına olanak sağladı. Le Monde’un ön sayfasında anılmak da az bir şey değil. Ama, bu metin, ne Ermenilerin çabalarına, ne Türklerle Ermeniler arasında daha yapıcı bir diyaloğun oluşmasına ne de Türkiye’deki solun kazanımlarına hizmet etti; yalnızca çağrıyı yapanlara, (ha, bir de şoven milliyetçi, ırkçı tiplere) yaradı… Bu liberal entelektüelleri başarılarından dolayı tebrik etmek isterdim ama midem bulanmaya başladı…

No comments: