Monday, March 10, 2008

Kriz ve çürüme

Kapitalizmin yapısal bir kriz içinde olduğunu, bu kriz içinde, ”küreselleşme” (neoliberal düzenleme) dönemi tükenirken hızlanan çürümeyi görmek birçok yorumcuya zor geliyor. En ufak toparlanma işareti, “olumlu” gösterge hemen krizin sona erdiğine ilişkin umutlara, hatta aslında kriz filan olmadığına ilişkin, yorumlara yol açıyor.

Bu anlaşılır bir algı, ama durum, aslında görünenden çok daha vahim. Anlaşılır bir algı çünkü kriz, adeta yavaşlatılmış bir film sahnesi gibi ilerliyor. “Vahamet” de bundan kaynaklanıyor. Çünkü mali piyasalarda sert “V” tipi bir hareket (çöküş) ne kadar derin olursa olsun, derin, kalıcı toplumsal bir yıkıma yol açmadan kısa sürede toparlanmaya dönüşebilir. Dalgalı ama uzun süreli bir gerilemenin, derin aşılması zor belki de olanaksız toplumsal çürümeye, bir süredir dikkat çekmeye çalıştığım gibi bir “uygarlık” krizine yol açma olasılığı çok yüksek.

Kriz derinleşiyor
Dünyanın en büyük ekonomisi, ABD’nin durumu, Bush yönetiminin, FED başkanını yalanlarına (istikrarsızlık, önce düşük kaliteli konut kredileri sektörüyle sınırlı kalacaktı. Kalmadı! Resesyon olmayacaktı… Başladı.) karşın gittikçe kötüleşiyor. Aslında, geçtiğimiz dört ayın dördünü de düşüşle kapatan borsalar durumun farkında. Mart ayı da, bu pazartesi Asya’dan Avrupa’ya, % 1.5 - % 4.5 arası gerilemelerle başladı.

Geçen hafta petrolün varil fiyatı 103 dolarla, 1982’den bu yana sabit fiyatlarla en yüksek düzeye ulaştı. Gıda ve ana mallar piyasalarında fiyatlar ekonomik durgunluğa rağmen yükselmeye devam ediyor. Bu trendin arkasında, devasa bir kredi köpüğü yarattıktan sonra, bu patlatınca, can havliyle emtia piyasalarına atlayan spekülasyon dalgası var. Suudi Petrol bakanına göre bu dalganın fiyatlar üzerindeki etkisi, enerji piyasalarında varil başına 20-30 dolara ulaşıyor. Dünya ekonomisini, bir çöküş noktasına getiren mali sermaye şimdi, yayılmaya başlayan ekonomik durgunluk içinde bunalan dünya halklarının gittikçe genişleyen bir kesimini açlığa, gıda, enerji, ham madde ithalatçısı yoksul ülkeleri, önümüzdeki yıllarda kim bilir kaç milyon insanın yaşamını ziyan edecek siyasi istikrarsızlıklara doğru itiyor.

Ancak, şimdi, sorunları, klasik sömürgecilik döneminde olduğu gibi, yerinde tutmak, katliamları gizlemek olanaklı değil. Artık neo-klasik sömürgelerin, nüfus fazlası (yaşamı alt üst olanlar) merkez ülkelere göçüyor. Gelenler toplumsal dokuyu bozuyor, “terörizm tehlikesi” ortamında bir “güvenlik sorunu” olarak algılanıyorlar. Toplumsal çürüme hızla çevreden merkeze, merkezden çevreye, gelişerek derinleşiyor.

“Beyaz adamın” yeni halleri
Bu çürüme, neoliberalizmin vatanı, İngiltere ve ABD’de diğer zengin ülkelerden daha sert yaşanıyor. Örneğin geçtiğimiz iki yılda, bu ülkelerde, Afganistan, Irak gibi sömürgecilik maceralarının dışında en çok tartışılan konu, 20 yaşın altındaki gençlerin kültürel “kriziydi”. ABD’de, okul, alış-verişi merkezi basarak gerçekleştirilen katliamlar, İngiltere’de 13-15 yaş grubunu dahi etkileyen cinayetler dalgası, nihilizmin, gangster-çete kültürünün ulaştığı boyutları gösteriyor, yoğun esrar kullanımının şizofren ve psikopat bir kuşak yetiştirdiğinden söz ediliyordu. Aynı dönemde, kokain ve eroin tüketimi de ikiye katlanmıştı.

Çürümenin bir diğer göstergesi de, yakın zamana kadar, “uygar” çevrelerde, “siyasi doğruluk” kaygısıyla ağza alınamayan kimi kavram ve konuların, yeniden gündeme gelmesiydi.
Örneğin, “sağduyusuyla” bu “uygarlığı” koruma iddiasıyla bilinen, BBC, bu hafta “beyaz İşçi sınıfının” sorunlarını anlatan “Beyaz” temalı, açıkça ırk temelli bir belgesele başlıyor. Dizinin, yabancı, göçmen korkusuna, Britanya Ulusal Partisi (BNP) gibi ırkçı neo-faşist partilerin sesine, Britanya Faşizminin ünlü sözcülerinden Enoch Powel’in 40 yıl önce, göçmenlerin üzerine yaptığı, “Kan Irmakları”ndan, gelecekte bir “ırklar arası çatışmanın kaçınılmazlığından” söz eden konuşmasına sempatik bir bakışla yer verdiğini bildiren bir Financial Times yazarı, liberal kamu oyunun algısında, yabancı düşmanlığına yatkın, kültürel bir değişimin başladığını, kaygılı bir tonla saptıyordu.

Bunları yazarken, aklıma Polanyi’nin, kapitalizmin tarihinin, krizlerinin, iki dünya savaşının deneyimlerini değerlendirildiği Büyük Dönüşüm (1944) başlıklı yapıtının, “Piyasa Ekonomisinin Yükselişi ve çöküşü” bölümünde yazanlar geldi: Teknolojik gelişme serbet piyasa ile birleşince, “insan ilişkilerini bozuyor, insanın doğal çevresini yok olmaya sürüklüyor” (sf, 41-42)… “Piyasa mekanizmasının insan kaderinin ve doğal çevresinin hatta satın alma gücünün bile tek belirleyicisi olmasına izin vermek, toplumun yıkılmasına yol açıyor” (sf. 73) … Sonra geçmişten hiç ders almadığımızı düşündüm… Geçen sefer, hiç olmazsa sermayeyi, sınırlayan güçlü bir işçi hareketi vardı…

No comments: