Tuesday, February 27, 2007

Hrant Dink’in anısına saygı(sızlık)

Türkiye'nin 73 şairi 19 Ocak günü öldürülen Hrant Dink için bir araya geldi ve bir şiir yazdı. Böylece de ortaya garip bir durum çıktı. ”Yetimler Ağıdı” başlığını taşıyan ve “Bunu sana nasıl söylerim/ Hata benim günah benim suç benim” dizileriyle başlayan “şiir” estetik açıdan değerlendirmeye layık değil, baştan sona klişelerle dolu. Esas ilgiye değer olan, ülkenin önemli şairlerinden oluşan bir grubun bir araya gelerek bu “kolektif” şiir yazmış olması

Önce çabanın bir iyi, onurlu niyet ürünü olduğunu saptayalım, bu konuya eğilmeye başlarken. Hrant bu ülkenin yetiştirdiği önemli kamusal aydınlardan biriydi, kendi “hakikatine” sonuna kadar sağdık kaldı. Bu arada, karşısındakilerle, kendisiyle taban tabana zıt görüştekileri bile anlamaya çalışarak tartıştı ve tartışmaya açık oldu. Tüm bunlar kendisiyle hiç karşılaşmamış olsak bile, ölümünün büyük bir eksiklik yaratacağını düşünmeye ve kederlenmeye yeter. Bir de bunlara, Hrant’ın faşist bir cinayete kurban gitmiş olmasını eklediğimizde, saldırının tüm düşünen ve kendi çizgisine sadık kalmaya kararlı insan tipine yönelik olduğunu da söylemek, böylece bir evrensel boyut eklemek de olanaklı.

Bu nedenle "hepimiz Hrant Dink’iz" sloganı, Kubrick’in Spartaküs filminin sonunda, “Hanginiz Spartaküs” sorusuna, kölelerin teker teker öne çıkarak “benim” demesi gibi çok daha doğru bir slogan olurdu…

Bu zeminde bir grup şairin Hrant’ın anısına saygılarını göstermek için bir “şey” yapmayı düşünmeleri onurlu bir duruş. Ama aynı zamanda, “cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” değimini de anımsatıyor. Yapılan “jest” bir siyasi eylem olarak, bu söylemin sınırları içinde gerçekleştirilseydi, amacına ulaşabilirdi. Halbuki sanat üstelik de şiir alanına sıçrayınca hemen tersine dönüvermiş.


Eğer şairlerimiz Hrant’ın ölümünden bu kadar büyük acı duydularsa, bu acının “hakikatine” şair söylemleriyle sadık kalmalar gerekirdi. Bu acının bir estetik ifadesi mutlaka olacak, bu da şiirlerinde hemen kendini gösterecek, ortaya unutulmaz şiirler çıkacaktı. Bu şiirler nerede? Onların yerine arda arda, dizilmiş, sık sık da klişelerle dolu diziler var. Böylece sonuçta ortaya, seçkin şairlerin elinden, kişiliksiz, başarısız hatta “kitch” bir şiir çıkmış.

Başarısız, çünkü “şiir” durumun gerektirdiği duygusal, estetik yoğunluktan yoksun, kendi uzunluğu altında da eziliyor. İkincisi siyasi mesajı da karma karışık, adet günah çıkarmakla, ölü evinde zorla göz yaşı dökenlerin yüzeyselliğine kadar gerileyen, “durumun” siyasi özüne ışık tutmaktan, görünmeyeni göstermekten, “söylenemezi söylemekten” uzak bir “şiir”. Akla gerçekliği birbiriyle ilgisiz fragmentlerden ibaret olarak gören post-modernizm ve onun pasif nihilizmi geliyor…

Edebiyatın gerçeği, siyasetin ve tarihin gerçeğinden farklı olarak kişiseldir. Edebiyat, kişinin özgün acısını (yada toplumsal bir acıyı yaşayıştaki özgünlüğünü), özgün biçimde aktarmasıyla ilişkilidir. Bu nedenle şairlerimizin kendi özgün şiirlerini büyük bir içtenlikle ortaya koymak yerine bu “kolektif” işe kalkışmış olmaları, hem yapıtı hem de katılanların samimiyetine gölge düşürüyor. Son tahlilde de, Hrant’a, hem böyle bir durum hem de kitch bir şiir layık görülmüş oluyor. Trajik!

No comments: