Mustafa Sönmez
Türkiye’nin
demokratikleşmesinin önünde, bir tıkaç gibi duran Kürt sorununu, bugün AKP ile
Kürt siyaseti tartışma masasına yatırmış, bunun üzerinden alışveriş yapıyorlar. Demokrasiyi kendine dert etmeyen bir AKP ve onun
otoriterliğinden mağdur Kürt siyaseti…Peki CHP? Demokrasinin tesisinde daha çok
iddiası ve samimiyeti olduğuna inanmak istediğimiz CHP nerede? Tribünde, seyirci.
İmralı’da ve onu takiben muhtelif
mahallerde olanları sadece izliyor ve “bize
bilgi verilmiyor” diye sızlanıyor, şikayet ediyor. Ama bir aktör olarak ortaya çıkamıyor. Otoriter
rejimden mağdur Kürtleri, yine rejimden
mağdur diğer halklar ve sınıflarla buluşturup, demokrasi düşmanı AKP’ye karşı
omuz omuza bir hizada buluşturamıyor. Bu, niye böyle?
Bu, CHP’nin bir
kesimine hakim Kürt fobisi ile
ilgili. Bu fobinin köklerinin Osmanlı’da, Balkanların yitirilmesi sonrası
yaşanan travma ile ilgisi olduğu ve kuşaktan kuşağa taşındığı açık. CHP’nin bir
kesimi, birçok başka kesimde de olan bu korkuyu aşamıyor. Ama korkularla baş
edilebilir.
İki Kürt
Siyaseti
Kürt hareketi, Abdullah Öcalan’ın (AÖ) yakalanmasından
kısa bir süre öncesine kadar daha ayrılıkçı,
ufkunda bir Kürt devleti olan perspektifle hareket ediyor, ülke bütünlüğü
içinde soruna çözüm arama eğilimi daha cılız kalıyordu. Resmi otorite, devlet,
buna “Teröre ve bölücülüğe karşı bebek
katili Apo’yu imha” söylemi ve eylemi ile cevap veriyordu. Bu duruşu,
CHP’nin bir kesiminin de dahil olduğu çoğu siyasi parti, büyük medya, kanaat
önderleri de benimsiyor ve yeniden üretiyorlardı.
AÖ, 1999’da bu
stratejiyi terk ettiklerini
açıkladı. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrı bir devlet olarak
örgütlenmelerinin koşullarının olmadığına ikna olduklarını ve ülke bütünlüğü
içinde Kürt kimliğinin tanındığı, Kürt kültürünün ifade edilebildiği,
demokratik bir programla birlikte yaşamanın gerekli ve mümkün olduğunu ifade
etti. Bu akılcı bir paradigma değişikliğiydi.
Kürt hareketi bu
kopuştan itibaren, yeni söyleme uygun olarak taban örgütlenmelerine, sivil inisiyatiflere,yerel
yönetimlere ağırlık verdi, TBMM’ye daha çok temsilci göndermeye gayret ettiler.
Ama, silahlı güçlerini tasfiye etmediler.Çünkü, yenilenmiş beklentilerinin bile
karşılanmasından kuşkuluydular. Kendimizi
savunmalıyız, diyerek askeri güçlerini korudular.
Algılandı mı?
Kürtlerin ülke bütünlüğü içinde demokrasiyi
geliştirerek haklarına kavuşmaları biçiminde özetlenebilecek yeni yönelimleri,
resmi kurumlar ve onunla birlikte hareket eden diğer siyasi parti, medya vb.
tarafından ne kadar doğru algılandı ve tavır değişikliği görüldü? Bu farklılığı
anlayan oldu, anlamak istemeyen oldu. Kimisi, bunun bir taktik çekilme
olduğunu, Büyük Kürdistan’ı kurma
hedefinden, ne ABD’nin ne de onun maşası PKK’nin vazgeçmeyeceğini ısrarla
savundu ve savunuyor. BOP projesinin kapsamında bölgede ikinci bir İsrail
kurulmak istendiği, bunun da Büyük Kürdistan ile olacağı tezi canlı tutuldu. Bu
söylemi devletin önemli bir kesimi, büyük medya, kanaat önderleri, sol geçinen
bir kesim ve CHP içinde bir kol hâlâ sahipleniyor. Bu kesimler, Türkiyelileşmek kararı alan Kürt
siyasetine yaklaşmamakta, onları anlamamakta ısrarlılar.
Çözüm için…
Kürt siyaseti,
kendisine mesafe koyan CHP’deki ve bir kısım soldaki bu “Kürt fobisi”
karşısında, onları ikna için çabalamak, korkularını aşacak çabalarda bulunmak
yerine, iktidardaki AKP ile sorunu çözme seçeneğine yöneldi. Biraz da kolaycı,
pragmatist davrandı. Bunu da, zaman zaman çatışmaları yükselterek “müzakereye”
zorlama biçiminde yapmaya başladı. Habur
süreci başarısız olanıydı. Ama, tabanda, hem bölgede hem batı kentlerinde
hızlı ve etkin bir örgütlenmeyle yükselişi sürdü. Sosyalist solun bir kesimi , Kürt
siyasetinin bu Türkiyelileşme yönelişine olumlu yanıt vererek 2007 ve 2011
seçimlerinde ittifak yaptı.
CHP’de Baykal döneminde Kürt siyaseti ile
yakınlaşmama siyaseti hep korundu. Kılıçdaroğlu
dönemine geçiş ile birlikte, bu tutum belli değişikliklere uğradı. CHP’yi daha
sosyal demokrat bir parti yapma, Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt sorununun
çözümünden de geçtiğini kabullenme gerçeği, CHP’nin en azından bir kanadını,
resmi görüşten kopardı. Yine de bugün varılan yerde CHP, Kürtlere değebilmiş
değil. Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelere ulaşabilmiş, Kürt siyaseti ile, onun
TBMM’deki temsilcisi BDP ile ilişki geliştirebilmiş değil.
Sosyal
Demokrasi
CHP’nin, bir an önce,
en azından üyesi olduğu, (BDP’nin de gözlemci üyesi olduğu) sosyalist enternasyonal normlarına
uygun bir sosyal demokrat yaklaşımı, Kürt sorununun çözümüne uyarlaması
gerekir. Kürtlerin vatandaşlık, anadilde eğitim gibi taleplerini dinleyebilmesi, tartışabilmesi gerekir.
CHP’nin BDP’yi, demokrasi mücadelesi ile Kürtlerin özgürleşme taleplerinin iç içe
olduğuna, dar programlara kapılmaması gerektiğine ikna etmesi gerekir. BDP,
CHP’den böyle bir söylemi ve eylemi görürse, olmayacak duaya amin demekten uzaklaşıp AKP ile nafile namazı kılmaktan vazgeçebilir. BDP’deki
liberal ve dinci damarın, RTE’yi diktatörlüğe taşıma pahasına, “kendine Müslüman” davranma yanlışının
önü kesilebilir. Böyle bir işbirliğine yöneliş, sosyalist solun da rüzgarını
arkasına alır ve RTE’nin, “barış”ı diktatörlük tırmanışına basamak yapma oyununu bozar.
Kürt fobisini yenmek,
“halden anlamak”, CHP’yi parçalamaz,
büyütür.Önüne koşabileceği geniş bir koridor açar. Önkoşul, Kürtlerle
ilgili samimi bir dil tutturmak, korkularla baş etmek, sorunu çözmeye
talip, muktedir bir aktör olarak ortaya çıkmak, kendine güvenmektir. CHP yönetimi, çatışmacı, kutuplaştıran, çoğulculuğu
reddeden eğilimleri, kendi içinde isterse ikna edebilir. Korkularını aşmalarına
yardımcı olabilir. Bunu, izleyeceği pozitif, demokrasiyi güçlendirici, çok
kültürlülüğe sahip çıkan, kaynaştırıcı, tüm ezilenlerden yana politikalarla
yapabilir. Bunun için geç değil.
No comments:
Post a Comment