AKP Türkiyesi’nin Suriye politikası, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını nihayet devralmaya başlamış görünüyor, ama bir farkla...
AKP hükümete geldiğinde “Kürt sorunu” olarak tanımlanan, Kürtlerin “kendi kaderlerini tayin etme” talepleri bağlamında 1984’ten bu yana büyük kana ve servete mal olarak süren savaşta ilk kez, iki tarafı da tatmin edebilecek bir “çözüm”, buna açılabilecek bir “barış”, olasılıklar yelpazesi içine girmeye başlamıştı. Kürt hareketinin siyasi ve askeri kanadı, ayrılma, devlet kurma talebinden vazgeçtiğini söylüyor, birlikte barış içinde yaşamanın koşullarını aramaya, konuşmaya hazır olduğunu açıklıyordu. Çatışmalarda da belirgin bir azalma söz konusuydu. Dahası İran ve Suriye, Türkiye ile ilişkilerini geliştiriyor, “Kürt sorunu bağlamında” denklemin dışında kalmaya özen gösteriyorlardı.
On yıllık AKP yönetimi, gerek iç politikada kurguladığı ama gerçekleştiremediği “açılım”, onun ardından gelen KCK tutuklamalarıyla, gerekse de dış politikada giderek benimsediği, Suriye’de bir rejim değişikliği projesinin derinliklerine hızla dalmaya yol açan çizgiyle bugün karşımıza bambaşka bir manzara çıkardı.
Birincisi, birlikte yaşamaya açılacak bir barış için gerekli diyalog zemininin tasfiyesi anlamına geliyordu. Bu tasfiye çabaları hızla ilerlerken, Suriye olayı patlak verdi ve Kürt sorunu “aniden”, Şemdinli saldırısıyla, Gaziantep’te patlayan araç bombayla yeni bir viraja girdi.
İkincisine gelince, anımsarsanız. NATO’nun Libya’yı yıkma operasyonu başladığında, bir sonraki adım olarak Suriye ayrıntılı bir biçimde tartışılmış, müdahale durumunda ortaya nasıl bir “kâbus” çıkacağına ilişkin kapsamlı çözümlemeler üretilmişti. Benim de yazılarımda aktardığım tartışmalar, Suriye rejiminin Libya rejimine göre çok daha dirençli olduğunu, coğrafi, kentsel ve mezhep/dini ve etnik (Kürtler) farklılıkların tüm bölge ülkelerinin rejimlerini tehdit edecek bir parçalanmaya yol açabileceğini, bölge halklarına uzun yıllar boyunca çok pahalıya patlayacağını söylüyordu.
Dahası birçok yorumcu, Dışişleri’ne yol gösteren “stratejik derinlik” teorisinin tarihsel ve güncel gerçekliğe uymadığını da vurguluyor, “kötü teori kötü ilaç gibidir, öldürür” diyerek uyarıyordu. Ama AKP hükümeti bu uyarılara kulaklarını tıkayarak Batı’nın Suriye’de rejim değişikliği projesine büyük bir hevesle adeta balıklama daldı.
Suriye’ye ilişkin tüm öngörüler gerçekleşmeye, Suriye ve İran, Kürt sorunu denklemine geri dönmeye başlayınca da, AKP Türkiye’si de, giderek tüm parçalarının birleşmesiyle oluşacak bir Kürdistan’ın olasılıklar yelpazesine girmeye başlamasıyla, karşısında ekonomik, askeri hatta siyasi kapasitelerini çok aşan yeni bir Kürt “realitesi” buldu.
Üstelik, Türkiye’yi de kapsayan bir Sünni-Şii kamplaşmasıyla bölünmeye başlayan Ortadoğu’da, bu bölünmenin dışında, tarafların hepsine mesafeli bir “büyük Kürt devleti” olasılığı, ABD ve İsrail analistleri tarafından, dengeleyici bir unsur olarak ilgi konusu olmaya başlıyordu.
Şimdi giderek artan sayıda siyasi analistin, Türkiye’nin Suriye politikasının başarısını, Kürt sorununa siyasi bir çözüm üretebilme kapasitesine bağlamaya başladığını görüyoruz. Ama, AKP hükümetinin bölgeyi anlama tarzı, bu tarzın ülkede oluşturmaya başladığı yeni ruh hali, muhalefet partilerinin yetersizlikleri, Türkiye’nin seçkinlerinin dün çok daha uygun koşullarda üretemedikleri bir çözümü, bugün “yeni koşullarda” üretebilme noktasından çok uzakta olduklarını düşündürüyor.
Bu resmin içinde çok korkutucu üç olgu daha var. Birincisi, AKP’nin Suriye politikası, Türkiye topraklarında, Selefi savaşçılarını, El Kaide kadrolarını da barındıran, eğiten, ülkenin seçilmiş temsilcilerine de kapalı tutulabilen askeri kampların oluşmasına yol açtı. Enternasyonalist özelliğe sahip bir akıma ait olan bu savaşçıların yarın nerede ne yapacağı belli değil. İkincisi, AKP’nin devleti devralırken “eski rejimin” kadrolarıyla sürdürdüğü hesaplaşmanın tamamlanmasına bağlı olarak, bu kez “yeni rejimin” kendi içinde bir hesaplaşmayı başlattığı görülüyor. Bu hesaplaşma devlet yönetiminin (statecraft) bütünlüğünü kaybetme, “kazalara” yol açma, belirsizlikler yaratma olasılığını artırıyor. Üçüncüsü, Alevi kökenli vatandaşlara yönelik aşağılayıcı ve saldırgan söylem ve eylemler, büyük kentlerde yaşayan yaygın ve genç Kürt nüfusla birlikte düşünülünce, provokasyonlara açık, ateşlendiğinde büyük felaketlere yol açabilecek patlayıcı bir karışımın oluşmaya başladığı görülüyor.
Bunlara yeniden derinleşmeye başlayan bir uluslararası mali kriz içinde, ülke ekonomisinin başı üzerinde adeta “Demokles’in kılıcı” gibi duran kaynak gereksinimi eklenince, karşımıza şöyle bir ironi çıkıyor: AKP Osmanlı mirasını başarıyla devralmaya başlamış görünüyor, ama bu miras imparatorluğun çöküş yıllarını anımsatıyor.
Wednesday, August 29, 2012
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment