Hafta sonunda yapılan Rusya başkanlık seçimlerinde tek şaşırtıcı gelişme, The Moscow Times’ın yorumunda işaret ettiği gibi, zafer konuşmasına başlamadan önce Putin’in gözlerinden süzülen iki damla yaş oldu.
Gerçekten de soğukkanlılığı ve yansıtmaya özel çaba gösterdiği, “eylem adamı”, “güçlü erkek” imajıyla ünlü Putin’den beklenmeyen bir duygusal dışavurum anıydı bu gözyaşları. Bunun dışında her şey tam da beklendiği gibi yaşandı, ertesi gün de yaşanmaya devam ediyordu.
Putin başkanlık seçimlerini birinci turda yüze 60’ın üzerinde oy alarak kazandı. İkinci sırada yüzde 17 civarında bir oyla Komünist Parti’nin adayı geliyordu. Liberal/ırkçı/milliyetçi adayların oyları anlamsız oranlarda kaldı. Rusya’da kamuoyu yoklamalarına göre en popüler lider listesinin başında hâlâ Stalin, ikinci sırada da Lenin gelirken (Putin 4. sırada), 1990’lı yılların sefaleti, aşağılanma duygusu hâlâ anılardan silinmemişken bunlar şaşılacak sonuçlar değil. Batı basınının hep bir ağızdan daha seçimlerden önce “seçim hilesi” söylentilerine başlamış olması da...
Buna karşılık Putin hükümeti, seçimlerde hile söylentilerinin sonuçların meşruiyetini gölgelemesini önlemek için özel çaba gösteriyor gibiydi. Seçimlerde sandıklar şeffaftı, oy kullanma merkezlerine 91.000’den fazla, isteyenin internetten izleyebileceği kapalı devre televizyon kameraları konmuştu, binlerce yabancı gözlemci vardı.
Oy verenler arasında yapılan kamuoyu yoklamaları gün boyunca Putin’in desteğinin yüzde 60’ın altına düşmeyeceğini gösteriyordu, Putin’in kazanmak için herhangi bir hileye gereksinimi olmadığında Batılı yorumcular da anlaşıyordu. Komünist Parti’nin yüzde 17 oyu da, Batı’nın sevgilisi liberallerin halk arasında muteber olmadığının bir diğer göstergesiydi. Kısacası Rusya’da seçmenin yüzde 90’ına yakını [64+17.1 + (Jirinovski 6.2)] Batı’nın adaylarına, yaklaşımına, “demokrasi projesine” ikna olmuş değildi.
Bir New York Times’ın muhabirinin aktardığı gibi, Moskova’nın biraz dışına çıkınca, işçi mahallelerinde, orta sınıfların, yoksul ve alt kesimlerinin yaşadığı bölgelerde Putin’in neden bu kadar popüler olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyordu...
Kısacası Batı’nın umut bağladığı “demokratik” muhalefetin Moskova dışında etkisi yoktu. Batı basınının el çabukluğuyla liberal orta sınıf olarak nitelediği muhalefetin oyunun oranını (komünistleri de katarak) yüzde 35’lerde göstermesiyse bir çaresizliğe işaret ediyordu. Bu yüzde 35’ten Komünist Parti’nin, sonra da Jirinovski gibi ırkçı dengesizleri çıkarınca geride hemen hiçbir şey kalmıyordu.
Histeri krizi gibi bir şey
Ama Batı, özellikle ABD basını gerçeklikte karşılığı olmayan beklentilerde ısrar ediyor, adeta bir histeri krizi içinde bir türlü gerçekleşmeyen arzusunu, biteviye tekrarlayıp duruyor. Pazartesi günü yorumlar bu durumu çok iyi yansıtıyordu. “Putinizmin sonu” (Washington Post), “Putin kazandı ama muhalefet bastırıyor” (New York Times), “Putin’in Pirrus zaferi” (Los Angeles Times), “Putin’in taç giyme töreni” (Wall Street Journal) “Putin III. dönemini kazanırken eleştirmenler ‘hile’ diye bağırıyor” (The Independent), “Putin çatışmayı kazandı ama savaşı kaybediyor mu?” (Financial Times), “21. yüzyılın çarı” (Globe and Mail), “Putin’in tatsız zaferi” (Le Monde), “Bir Narsist’in göz yaşları” (Die Welt). Sanırım bu kadar yeter. Peki bu nefretin nedeni ne?
Batı kapitalizminin liderleri, SSCB’nin çökmesiyle yalnızca ideolojik bir zafer kazanmakla kalmadıklarını, krizden çıkmaya katkıda bulunacak büyük bir olanak yakaladıklarını da düşünmüşlerdi. Çünkü yapısal bir ekonomik kriz içinde, fazla sermayeyi göndermeye, “ilkel birikim yöntemleriyle talan etmeye”, kamusal alanların özelleştirilmesiyle büyük rantlar yaratmaya uygun yeni mekânların açılması yaşamsal öneme sahiptir. Batı bu olanaklardan Yeltsin döneminde yararlanmaya hazırlanıyordu ki, Putin (arkasındaki desteği unutmadan) Devlet Başkanı oldu. Putin yalnızca Batı’ya açılan talan kapılarını kapatmakla kalmadı, Yeltsin döneminde elden kaçmaya başlayan enerji ve maden kaynaklarını yeniden devlet denetimi altına aldı; Batı’nın aracısı oligarkların bir kısmını temizledi. Bu süreç içinde Rusya yeniden uluslararası alanda Batı’dan bağımsız, hatta karşı tutumlar almaya başladı.
Batı, elinden kaçırdıklarına yanar, düş kırıklığından haklı olarak Putin’i sorumlu tutarken, Rusya halkının Putin’e verdiği desteğin azalmadan sürmesini, sözde liberal demokratların, marjinalleşmekten kurtulamamasını hazmedemiyor. Bu iktidarsızlık ve düş kırıklığı, beraberinde realiteden ısrarlı bir kaçışa, Moskova, Petersburg liberal entelijansiyasını, Rusya halklarının yerine koyan senaryolara saplanmaya yol açıyor. Bu saplantı, Putin yönetiminde de güvenlik saplantısını, muhalefete kuşkuyla bakmayı, kuşatılmışlık algısını, militarizmi körüklüyor. ABD, çapı, uluslararası etkisini aşan projelerde dayattıkça küresel siyasi dengeler daha da bozuluyor, siyasi-askeri çatışma riskleri artıyor.
No comments:
Post a Comment