(15.02.2012)
Mali kriz Batı kapitalizmini ruhunun derinliklerine kadar sarstı. Bir tarafta, ABD Merkez Bankası eski başkanı Greenspan’ın “gerçeklik ideolojime uymadı” yakınmaları, diğer taraftan Asya kapitalizminin liberal demokrasiye pek benzemeyen otoriter yönetimler, “devlet kapitalizmi” altında krizi hafif atlatmakta olduğuna ilişkin algılar, nihayey sokakları meydanları dolduran öfkeli kalabalıkların anımsattıkları, sonunda geldi “liberal kapitalizm için demokrasi ne kadar gerekli?” sorusuna dayandı.
Geçen hafta The American Interest’te yayımlanan 5000+ sözcüklü kapsamlı bir çalışma bu soruya olumsuz cevap veriyordu. Rus asıllı ekonomist Vladislav Inozemtsev’in The Cultural Contradictions of Democracy, başlıklı, muhafazakar çevrelerde oldukça ilgi çeken denemesinde, esas olarak üç nokta üzerinde duruluyordu. Toplumlar önce hak ve özgürlükleri, liberal bireyleri geliştirdiler ondan sonra demokrasi geldi. Demokrasi geldiği için hak ve özgürlükler, liberal bireyler oluşmadı. İkincisi, demokrasi otoriter (feodal) rejimlere karşı hak ve özgürlükler mücadelesi sürdüren kültürel olarak homojen bir seçkinlerin içinden ve ulus devletin oluşma sürecinde ortaya çıktı. Bu seçkinlerin başlangıçta bazı kesimleri dışlamış olması (Thomas Jefferson’un köleleri vardı) hak ve özgürlüklerin gelişmesini engellemedi. Üçüncüsü, sınıflar arasındaki servet ve eğitim farklarının derinleşmesi, çok kültürlü, çok etnik gruplu toplumların oluşması, devlet ve ekonomi yönetimi teknolojisinin giderek, karar verebilmek açısından daha karmaşık bilgileri gerekli kılması, bu kültürel homojenliği bozdu.
Böylece bu gün bırakın “yeni gelişmekte olan ülkelerde demokrasi olur mu?” sorusunu, gelişmiş batı toplumları içinde demokrasinin temelleri çatırdamaya başladı. Bu noktada yazar, bir stratejik dönüş yaparak tartışmayı, demokrasinin giderek hak ve özgürlükleri yok etmeye başladığını göstermeyi amaçlayan bir yola sokuyor.
Özgürlükler varsa demokrasiye ne gerek var?
Demokraside ısrar etmek, etnik kültürel farklılıkların ortaya koyduğu çelişkileri derinleştiriyor. Homojen toplumlarda demokratik süreçlerde, azınlık ve çoğunluğu oluşturan grupların yapılarının değişebilmesine karşın, etnik, kültürel farklılıklar bu dinamiği ortadan kaldırıyor, çünkü oy verme eğilimleri aidiyetlere göre belirleniyor. Demokrasi, modern toplumu yönetmeye en uygun, en becerikli, en yetenekli olanları değil, kalabalığı en iyi maniple edebilen politikacıları iktidara getiriyor. Seçmenin tercihini yaparken, üzerinde karar vermesi gereken konuların karmaşıklığı, hemen her zaman seçmenin bilgi ve beceri sınırlarını aşıyor.
Yazar, “demokraside ısrar etmenin böyle sorunları varken, temel hak ve özgürlükler çoktan elde edilmişken, artık demokrasiye ne gerek var?” diye soruyor; sonra bu soruya olumsuz cevap veriyor.
Bu “garip” tutum üzerinde düşünmeye devam edebilmek için yazarın demokrasiden eşit vatandaşların genel oy hakkını anladığını saptadıktan sonra, hak ve özgürlüklerden ne anladığını da kavramaya çalışmamız gerekiyor.
İlk ip ucu, muhafazakar entelektüel Daniel Bell’den yapılan bir alıntıda yatıyor: “Ben demokrasiye inanmıyorum. Ben özgürlüklere ve haklara inanıyorum”. Muhafazakar düşünürler açısından bu bağlamda listenin başında özel mülkiyet hakkı ve girişim özgürlüğü gelir.
İkinci ip ucu, “karşımızda bir tarafta seçimlere dayanan ama liberal olmayan demokrasiler, diğer tarafta, Singapur gibi demokrasi olmayan liberal toplumlar var” saptamasında yatıyor.
Yazarın bu saptamalarından hareketle liberal hak ve özgürlüklerle, demokrasiyi yan yana koyunca da esas kaygının içeriği, sonuçları görülebilir: Halkın yöneticilerini seçme pratiği (demokrasinin) özel mülkiyet hakkını ve girişim özgürlüğünü, toplumu bunlara öncelik vererek yönetme kapasitesini tehdit etmeye başladı. Öyleyse liberal ekonomiyi korumak için demokrasiden vaz geçilebilir otokratik yönetimler kabul edilebilir.
Yazarın, bir çözüm olarak, seçim sistemine ilk geçilmeye başlandığı dönemdeki kimi kısıtlamalar geri dönülmesini öneriyor: Oy verme hakkı, yalnızca, toplumun genel kültürel varsayımlarına katılanları, sorunları anlayabilecek eğitime sahip olanları kapsayacak, çok kültürlülüğe, popülizme karşı koruyacak biçimde daraltılabilir, toplumun kültürel homojenliğini bozan kimi unsurlar, örneğin göçmenler bazı durumlarda, demokratik süreçlerden dışlanabilir.
Aslında Inozemtsev’in denemesinde (http://www.the-american-interest.com/article.cfm?piece=1188) hem çok daha karanlık hem de benim aktardığım sorunlar çok daha gelişkin, karmaşık siyasş tarihsel savlarla destekleniyor. Basitleştirmeyi göze alarak aktarmaya çalıştım, çünkü bu yazı Batı kapitalizminin egemen sınıfları arasında gelişmeye başlayan bir “ortak akıl” hakkında bize ilk ipuçlarını veriyor. Anımsarsak, Avrupa Birliğinin iki ülkesini halen seçilmemiş, ama “ne yaptığını bilen” bürokratlarla yönetmeye çalışıyor. Halk sorunları anlayamadığı için direniyor... “Demokrasi” bu iki ülkede mülkiyet hakkını ve girişim üzgürlüğünü (liberty- Liberal ekonomi) tehdit ediyor...
No comments:
Post a Comment