Friday, December 16, 2011

Avrupa kıyısında bir garip ülke

(14 Aralık 2011)-

Hayır... Türkiye’den Söz etmiyorum.

İngiltere’nin, Avrupa’yla yollarını ayırmaya başladığı, 9 Aralık gece yarısından 24 saat sonra, sabaha karşı, telefonda, “Ben Londra’yı hiç böyle görmedim” diyordu Sema. “Gündüz Oxford Street, Picadilly kalabalıktı. Malum Noel alışverişi furyası. Ama gece yarısı bankanın Noel yemeğinden çıktığımda, Picadilly Circus çok daha kalabalıktı. Metroya bindiğimde daha da şaşırdım. Ağzına kadar doluydu. Ama her zamanki sarhoşlarla, serserilerle, ısınmak için sığınan tek tük evsizlerle, yorgun perişan turistlerle, aylak gençlerle değil... Gayet iyi giyimli kadınlar, erkekler, birbirleriyle konuşuyor şakalaşıyor, havada bir neşe, iyimserlik... Metroda yanındakine bakmamaya çalışan Londra halkı nerede, bunlar nerede?”

Sonra ekledi, “Picadilly’den, South Gate”e kadar 45 dakika güle söyleye kahkahalar arasında geldik. Kendi durağında inenler, geride kalanlara iyi geceler filan diliyordu. Adeta salak bir Hollywood filminin içindeydim.”

İngiltere tarihinin en derin resesyonunu yaşıyor. Kamu sektöründe geçen ay, bir genel grev gerçekleşti. Yeni grevler kapıda. Televizyonlarda, “ana cadde” satışlarının beklenenin altında seyrettiğini duyunca, “Amazon.co.uk”ye baktım. Yılbaşı geliyor, hediye alacağız ya. Gerçekten fiyatlarda bir hafta öncesine göre bir gerileme var. Temel gıda mallarının fiyatları artmaya devam ederken sanayi malları, beyaz eşya ve konut piyasalarında deflasyon devam ediyor. Bu arada işsizlik de artmaya... Harçlar 9 bin sterline çıkınca, bu yıl üniversitelere başvuranların sayısında belirgin bir düşüş başlamış.

Dahası var. Başbakan Cameron AB liderler toplantısında, mali krize karşı daha derin bütünleşme, finansal sektörde denetim, önerilerini veto edip Londra’ya döndüğünde, yalnızca ülkesini değil, koalisyon hükümetini de, AB’den daha bölünmüş buldu.

“Borç bini aşınca baklava börek yenirmiş” derler ya galiba öyle bir şey. Geçen yüzyılın başındaki depresyon döneminde de işsizlik, yoksulluk hızla artar, bedava yemek dağıtan hayır kurumlarının önünde kuyruklar uzarken halkın cebine biraz para giren kısmı, “gerçeğin çölünün” dayanılmaz ağrılarından kaçmak için kendilerini radyo programlarının, film endüstrisinin birbiri ardına ürettiği müzikallerin, ucuz müzikhollerin, ünlülerin yaşamlarına ilişkin dedikoduların, Yahudi düşmanlığının eline bırakmamışlar mıydı?

‘Hiç bu kadar yalnızlaşmamıştı’
AB liderleri, maliye politikaları ve mali piyasalar üzerinde daha sıkı bir disiplin uygulamaya, IMF’nin İtalya, İspanya destek paketine 200 milyar Avro eklemeye, 500 milyar Avro’luk kalıcı Avrupa İstikrar Fonu oluşturmaya karar verdiler. İngiltere Başbakanı Cameron, bu kararları, “İngiltere’nin çıkarlarına uygun bulmayarak” veto etti. İsveç, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti de katılmadılar. Böylece The Economist’in deyimiyle, “Maastricht anlaşmasının 20. yıldönümünde AB’nin fay hatları, en zayıf oldukları yerde, Manş Denizi üzerinde kırıldı”. The Economist, Başbakan’ın tutumunda bir mantık görmekle birlikte, 23 üyeli, birçok açıdan bölünmüş AB blokunun içinde kalarak siyaset yapmak yerine “Britanya’da, Avrupa’da siyasilerin suçladığı finansçıların çıkarlarını Cameron’un savunmasının taktik olarak tuhaf ” olduğunu yazıyordu.

Cameron ülkesine döndüğünde, partisinin milliyetçi-muhafazakâr kanadından başka kimse bulamadı yanında. Avrupa Reformu Merkezi Başkanı Charles Grant’a göre, “İngiltere Avrupa’da hiç bu kadar yalnız kalmamıştı”. Cameron’un koalisyon ortağı Liberal Parti Grup Başkanı “Veto AB’yi ikiye böldü (17 +10), İngiltere’yi de ikinci lige gönderdi” diyordu. Muhafazakâr, The Times’ın yorumcularından Martin Ivens alaycı bir dille “Başbakan sen şimdi Demir Adamsın cesur ol” dedikten sonra “İngitere’nin AB ilişkilerinde belirsiz bir alana girdiğini” vurguluyordu. Başbakan Yardımcısı Liberal Parti Başkanı Nick Clegg’e göre Cameron’un vetosu “Muazzam bir başarısızlıktı”.

The Observer’den Will Hutton muhafazakârların tarihin en eski partisi olduğunu vurguladıktan sonra, bu partinin varlığını toplumun en muhafazakâr kesimine “orta sınıfın desteğine” borçlu olduğunu anımsatıyordu. Bu parti “Fransız ve Amerikan devrimlerine, köleciliğin kaldırılmasına, karşı çıkmış, 1930’larda Hitler’le uzlaşmadan yana olmuş, Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasına direnmişti... İngiltere’yi yine bir dış politika felaketine sürüklüyordu”.

Ekonomik kriz devam ediyor. Koalisyon hükümetinin ne kadar ayakta kalacağı belli değil. Avrupa ile ilişkiler belirsiz bir alana girdi. İngiltere Finans kapitalin ve muhafazakâr orta sınıfın elinde, yalnız ve Almanya’nın liderliğinde toparlanmaya başlayan Avrupa’da kimsenin takmadığı küçük ülke konumuna düştü... Ama bu sırada bu çarşılar, sokaklar dolu, bulvarlar, John Fowless’in deyişiyle “tüm ruhen karanlık yerler gibi ışıl ışıl”. Avrupa kıyısında küçük ve garip bir ülke işte...

No comments: