Seçimlerden önce bir pazartesi yazımda (16 Mayıs) AKP iktidarını ayakta tutan “köpüklerden” söz etmiştim. Geçen haftanın olayları ve tartışmaları beni bu konuya geri gönderdi.
O yazımda, AKP hükümetinin geride kalan iki döneminin, “istikrarlı ekonomik büyüme”, “demokratikleşme”, “bölgede güç olmak” olarak tanımlanabilecek “üç köpük” üzerinde şekillendiğine dikkat çekmiştim. Ne ki, Türkiye haziran seçimlerine girerken, “demokratikleşme” ve “bölgede güç olma” köpükleri delinmişti, ekonomideyse, gelişmekte olan göstergeler,“istikrarlı büyüme köpüğünün” delinmek üzere olduğunu gösteriyordu.
O günden bu yana “demokratikleşme” ve “bölgede güç olma köpüklerinin” sönme süreci hızlandı. Geçen hafta, yaşanan gelişmeler, “istikrarlı ekonomik” büyüme köpüğünün de patladığını gösteriyordu. “Demokratikleşme”, “bölgede güç olma”köpüklerinden çıkan gazların toplumsal dokuyu çürütme sürecine, büyüme köpüğünün patlamasıyla çıkan gazlar da katılıncaçok patlayıcı bir karışım oluşmaya başladı.
Dokudaki çürüme
Prof. Yılmaz Esmer’in geçen hafta açıklanan “2011 Değerler Araştırması”nın sonuçları toplumsal dokudaki, çürümeyi ayrıntılı bir biçimde gözler önüne serdi. Nilgün Cerrahoğlu’nun yazısı araştırmanın bulgularından en önemlilerini aktarıyor, durumun tüm vahametini çok iyi ortaya koyuyordu. Ben onun yazısında, bu çürümeyi en iyi örneklediğini düşündüğüm üç noktaya değineceğim. Birincisi, toplumda dindarlık artarken insanların birbirine güveni azalıyormuş. Dine yönelerek varlığına“aşkın” bir anlam kazandıran kişinin huzura kavuşması gerekmez mi? Öyle olmadığına göre, bu dindarlaşmanın, toplumdaki anlamlar sisteminin, ekonomik beklentilerin sarsılmasıyla gelişen güvensizliğin ürünü olduğunu, vatandaşlığı var eden soyut evrensellikten uzaklaşarak, somut dini aidiyete, kan bağıyla bağlı olduğu en yakın çevreye sığınma eğiliminin güçlendiğini söyleyebiliriz. Gittikçe yaygınlaşan sadaka toplumu uygulamalarının da bu vatandaşlıktan kaçış sürecini hızlandırdığını düşünüyorum.
Değinmek istediğim, diğer iki nokta da vatandaşlık kurumunun neredeyse anlamını yitirdiğini düşündürüyor. Ezici çoğunluk Türkiye’de; “parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lidere sahip olmanın” iyi fikir olduğunu düşünüyormuş. Bu çoğunluk, “dilekçe imzalamak, barışçı gösterilere katılmak gibi en konvansiyonel siyasal katılım ve protesto yöntemlerine sıcak bakamıyor”muş (aktaran, Cerrahoğlu).
Böylece, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, düşe kalka, yara bere içinde ilerleyen, hatta AKP’nin iktidara gelmesine olanak sağlayan modernleşme sürecinin, AKP hükümeti döneminde, durdurulduğu, imha edilmeye başlandığını söyleyebiliriz.
Dokusu bu biçimde çürümeye başlayan bir toplum, hızla patlamaya hazır bir bombaya dönüşecektir. Aynur Doğan’ın Açıkhava Tiyatrosu’nda Kürtçe şarkı söylemeye kalktığı için başına gelenler, daha sonraki günlerde Zeytinburnu ve Dolapdere mahallelerindeki provokasyonların yarattığı çatışma ortamı, patlamaya hazırlanan bombanın neye benzeyeceği hakkında da bir fikir veriyor.
Toplumsal yapının çözülme eğilimi güçlenirken, hükümetin de eli giderek ağırlaşıyor. “Büyük medya”dan AKP muhaliflerini ayıklama operasyonları, yakın zaman kadar AKP’ye hayırhah bir gözle bakan kimi yazarları, TV programlarını da susturarak genişlemeye devam ediyor. Beyoğlu’nda başlayan “masa kaldırma operasyonları” ifade özgürlüğünü hedef alan dolaylıdenetim uygulamalarının yaşam alanlarını ve yaşam tarzlarını doğrudan denetleme uygulamalarına dönüşmeye başladığını düşündürüyor.
“Kürt Açılımı”ndan, “Kürt sorunu yoktur” noktasına gelmiştik. Şimdi de, parlamenter demokraside, yalnızca zabıta olaylarıyla uğraşması gereken polisin “terorizmle mücadele” gibi ileri derecede siyasi bir sürece dahil edilerek, düzenin değil de rejimin koruyucusu konumuna yükseltilmesinin, planlandığını öğreniyoruz. Hükümetle, hatta ‘siyasal İslam’ın projesiyle aynı çizgide olmayanlar için hiç iyi bir haber değil!
Bu sırada, ekonominin dış açık sorunu, dünya piyasalarında Türkiye’nin borçlarını sigorta etmenin (CDS’lerin) gittikçe artan maliyeti, dış kaynakla finanse edilen ithalata dayalı ihracatın, tüketime dayalı büyümenin artık sonuna gelindiğini gösteriyor. IMF’nin ekonomik büyümede sert bir frenin, ekonomi yönetiminin de mali bir krizin gelmekte olduğuna ilişkin uyarıları, kıdem tazminatını hedef alan projeyle birlikte değerlendirildiğinde, yakın gelecekte yaşanacakların ilk işaretlerini veriyor. Bunları düşünürken, polisin politikleşmesinin bu alandaki olası etkilerini de düşünmek gerekiyor.
O yazımda, AKP hükümetinin geride kalan iki döneminin, “istikrarlı ekonomik büyüme”, “demokratikleşme”, “bölgede güç olmak” olarak tanımlanabilecek “üç köpük” üzerinde şekillendiğine dikkat çekmiştim. Ne ki, Türkiye haziran seçimlerine girerken, “demokratikleşme” ve “bölgede güç olma” köpükleri delinmişti, ekonomideyse, gelişmekte olan göstergeler,“istikrarlı büyüme köpüğünün” delinmek üzere olduğunu gösteriyordu.
O günden bu yana “demokratikleşme” ve “bölgede güç olma köpüklerinin” sönme süreci hızlandı. Geçen hafta, yaşanan gelişmeler, “istikrarlı ekonomik” büyüme köpüğünün de patladığını gösteriyordu. “Demokratikleşme”, “bölgede güç olma”köpüklerinden çıkan gazların toplumsal dokuyu çürütme sürecine, büyüme köpüğünün patlamasıyla çıkan gazlar da katılıncaçok patlayıcı bir karışım oluşmaya başladı.
Dokudaki çürüme
Prof. Yılmaz Esmer’in geçen hafta açıklanan “2011 Değerler Araştırması”nın sonuçları toplumsal dokudaki, çürümeyi ayrıntılı bir biçimde gözler önüne serdi. Nilgün Cerrahoğlu’nun yazısı araştırmanın bulgularından en önemlilerini aktarıyor, durumun tüm vahametini çok iyi ortaya koyuyordu. Ben onun yazısında, bu çürümeyi en iyi örneklediğini düşündüğüm üç noktaya değineceğim. Birincisi, toplumda dindarlık artarken insanların birbirine güveni azalıyormuş. Dine yönelerek varlığına“aşkın” bir anlam kazandıran kişinin huzura kavuşması gerekmez mi? Öyle olmadığına göre, bu dindarlaşmanın, toplumdaki anlamlar sisteminin, ekonomik beklentilerin sarsılmasıyla gelişen güvensizliğin ürünü olduğunu, vatandaşlığı var eden soyut evrensellikten uzaklaşarak, somut dini aidiyete, kan bağıyla bağlı olduğu en yakın çevreye sığınma eğiliminin güçlendiğini söyleyebiliriz. Gittikçe yaygınlaşan sadaka toplumu uygulamalarının da bu vatandaşlıktan kaçış sürecini hızlandırdığını düşünüyorum.
Değinmek istediğim, diğer iki nokta da vatandaşlık kurumunun neredeyse anlamını yitirdiğini düşündürüyor. Ezici çoğunluk Türkiye’de; “parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lidere sahip olmanın” iyi fikir olduğunu düşünüyormuş. Bu çoğunluk, “dilekçe imzalamak, barışçı gösterilere katılmak gibi en konvansiyonel siyasal katılım ve protesto yöntemlerine sıcak bakamıyor”muş (aktaran, Cerrahoğlu).
Böylece, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, düşe kalka, yara bere içinde ilerleyen, hatta AKP’nin iktidara gelmesine olanak sağlayan modernleşme sürecinin, AKP hükümeti döneminde, durdurulduğu, imha edilmeye başlandığını söyleyebiliriz.
Dokusu bu biçimde çürümeye başlayan bir toplum, hızla patlamaya hazır bir bombaya dönüşecektir. Aynur Doğan’ın Açıkhava Tiyatrosu’nda Kürtçe şarkı söylemeye kalktığı için başına gelenler, daha sonraki günlerde Zeytinburnu ve Dolapdere mahallelerindeki provokasyonların yarattığı çatışma ortamı, patlamaya hazırlanan bombanın neye benzeyeceği hakkında da bir fikir veriyor.
Toplumsal yapının çözülme eğilimi güçlenirken, hükümetin de eli giderek ağırlaşıyor. “Büyük medya”dan AKP muhaliflerini ayıklama operasyonları, yakın zaman kadar AKP’ye hayırhah bir gözle bakan kimi yazarları, TV programlarını da susturarak genişlemeye devam ediyor. Beyoğlu’nda başlayan “masa kaldırma operasyonları” ifade özgürlüğünü hedef alan dolaylıdenetim uygulamalarının yaşam alanlarını ve yaşam tarzlarını doğrudan denetleme uygulamalarına dönüşmeye başladığını düşündürüyor.
“Kürt Açılımı”ndan, “Kürt sorunu yoktur” noktasına gelmiştik. Şimdi de, parlamenter demokraside, yalnızca zabıta olaylarıyla uğraşması gereken polisin “terorizmle mücadele” gibi ileri derecede siyasi bir sürece dahil edilerek, düzenin değil de rejimin koruyucusu konumuna yükseltilmesinin, planlandığını öğreniyoruz. Hükümetle, hatta ‘siyasal İslam’ın projesiyle aynı çizgide olmayanlar için hiç iyi bir haber değil!
Bu sırada, ekonominin dış açık sorunu, dünya piyasalarında Türkiye’nin borçlarını sigorta etmenin (CDS’lerin) gittikçe artan maliyeti, dış kaynakla finanse edilen ithalata dayalı ihracatın, tüketime dayalı büyümenin artık sonuna gelindiğini gösteriyor. IMF’nin ekonomik büyümede sert bir frenin, ekonomi yönetiminin de mali bir krizin gelmekte olduğuna ilişkin uyarıları, kıdem tazminatını hedef alan projeyle birlikte değerlendirildiğinde, yakın gelecekte yaşanacakların ilk işaretlerini veriyor. Bunları düşünürken, polisin politikleşmesinin bu alandaki olası etkilerini de düşünmek gerekiyor.
No comments:
Post a Comment