Friday, September 24, 2010

Referandum Sonrası ‘Evet’çi ‘Entelektüeller’in Dramı

Referandumdan “evet” çıkartmak için büyük çaba gösteren liberal, sol liberal yazarların sinirleri yatışmıyor. Birileri onlara, referandumun bittiğini, isteklerinin yerine geldiğini söylese iyi olur. Artık sakinleşebilirler.

Bu tiplerin görevi, ülkede sol olarak bilinen kesimi özellikle sosyalistleri referandumda AKP’nin peşine takmaktı. Bu görevi başaramadılar, AKP’nin demokratikleştirici bir güç olduğuna sosyalistleri inandıramadılar Kürt hareketini boykot kararından vazgeçiremediler. Ama bu görevlerini yerine getirmek için başvurdukları savları, sonuç vermemesine karşın ısrarla, “hayır” cephesinin morali bozuk, travma yaşıyor gibi fantezilerle birlikte tekrarlıyorlar. Realiteden gittikçe uzaklaşan histerilibir ruh hali var karşımızda. Büyük olasılıkla “bu işi beceremedik, peki şimdi bize ne olacak” korkusu enerji veriyor bu hırçın ruh haline.

Evet, peki şimdi bunlara ne olacak? Önlerinde tek seçenek var; girdikleri yolda ilerleyerek AKP ile sol arasında bir yerde duruyor taklidi yapmaktan vazgeçip açık seçik AKP propagandisti, demagoglar olmaya yönelmek… Bu yolculuğun ilk örneklerini de görmeye başladık sanıyorum.

Halka güveneceksin kardeşim!

Evet konusunda ikna edicisi tüm savlar tükendikten sonra sıra popülist demagogların en çok başvurduğu, ucuz ve gerici bir sava gelmiş anlaşılan.

Bir yazar adeta bir ültimatom verir gibi açıklıyor, “İşçiler, köylüler, çalışanlar, alt sınıflar; büyük çoğunluğuyla 1982 Anayasası’nın demokratik yönde değiştirilmesi yönünde oy kullandılar. Bu solcular açısından umarım bir anlam ifade eder… Halkın sağduyusuna bir kez daha tanık olarak, geleceğe daha olumlu bakabileceğimiz bir döneme girdiğimize inanıyorum. Uzun sözün kısası: Halka güveneceksin kardeşim!”

Kısacası, eğer halka evet demiyorsan “halk düşmanı” sayılabilirsin!

Aktardığım satırlar, solcu bir geçmişe sahip, hâlâ sosyalist olduğunu iddia eden bir yazara aittir. Yazarın yaşamına bakınca, kolaylıkla, “bu saçmalıkları savunamayacak kadar mürekkep yalamış olması gerekmez mi” diye düşünebiliriz. Peki ama neden şimdi ayan beyan yanlış ve gerici olduğunu bilmesi gereken bahaneleri bize satmaya çalışıyor?

Aynı düzeye inerek şöyle cevap verebileceğimizin bile farkında değil. “Biz de halka güveniyoruz, ama evet diyenlerine değil. Geride kalan yüzde 42’sinin sağduyusuna… Ne yani bunların sağduyusu, AKP seçmeninin sağduyusundan daha mı az değerli?

Neyse biz daha ilginç ve yararlı sorularla devam edelim. Örneğin, AKP yanlısı seçmeni iradesini halkın tümünün iradesinin yerine ikame etmek olanaklı mı? Halkın iradesi denen şey gerçekten halkı oluşturan çokluğun iradesi sayılabilir mi? Halk diye homojen bir şey var mı? Her sosyalist halkın “bir çuval patates” olmadığını bilmez mi?

Halk denen şey aslında bir sınıflar karmaşıklığı değil mi? Sınıflar karmaşıklığı her zaman belli hegemonya ilişkileri içinde hareket etmez mi? Bu hegemonya ilişkilerini destekleyen hâkim fikirler, toplumsal yapının dağılmaya başladığı, çok özel kopuş, altüst oluş anları dışında hâkim sınıfların fikirleri değil mi?

Bunun böyle olması için çok geniş, yaşamın hemen her anına nüfuz eden bir medya, ideolojik aygıtlar ağı yok mu? Medyanın, toplantı salonlarının vb. yüzde 99.99 egemen fikirleri üretenlerin mülkiyetinde değil mi? Bu güç ilişkileri bu referandum sürecinde bir kez daha açığa çıkmadı mı?

Diğer bir deyişle, “sağduyu”, gerçekte, “yapıyı” koruyan sağ bir duyu değil mi?

Halka güveneceksin kardeşim” demek, bu sağduyunun “doğru olanı” temsil ettiğini kabul edeceksin demek değil mi? Felsefe, ekonomi politik, sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimleri, psikanaliz vb. teorik alanları terk edeceksin, çoğunluğun sağduyusunu, doğrunun (örneğin evrim teorisini değil de yaradılış teorisinin) tek ölçüt olarak kabul edeceksin demek değil mi?

Diğer bir deyişle eleştirel düşünceyi gömeceksin, teoriden vazgeçip, egemen güçlerin saptadığı doğrularla, yani kanaatlerle yaşamayı kabul edeceksin, “yapıya”, tümüyle teslim olacaksın...

Artık kızmak bile olanaklı değil bu insanlara. Teslimiyetin boyutları karşısında, hüzünlü bir iç çekişten başka bir şey kalmıyor geride…


1 comment:

mamican said...

Metal yorgunluğu desek o denli çalışmıyor beyinleri.. Paslanma desek düşünür gibi yapmak tutarsız dahi olsa bu tür fikirler ortya atmak kafalarının hala çalıştığına işaret. Geçici körlük desek eğilimlerini göz ardı etmiş oluruz. Galiba sorun kafada degil. Mide veya ciğer geliyor aklıma. İlkinin büyümesi ikincinin yok olması...